29 Ağustos 2013 Perşembe
Virginia Woolf'tan Yazarlık Dersleri - Danell Jones
Sınırları Zorlayan Bir Müzisyen - Azmin Gücü
Kaynak: Kişisel Gelişim
28 Ağustos 2013 Çarşamba
Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı - J.K. Rowling
Harry Potter’ın beşinci kitabı yeni bitti, hemen yazısını yazmak istedim. Evet, bu kitap sayesinde epey keyifli günler geçirmiş olsam da bir kez daha fark ettim ki seride en az sevdiğim kitap bu sanırım. Neden peki?
Öncelikle biraz kitaptan bahsedeyim. Harry’nin Hogwarts’taki beşinci senesi, sene sonunda bizim lise giriş sınavlarını andıran OWL isimli sınavlar serisine girecek. Dersler bir yana, klasik maceralar bir yana, ben Harry'nin yerinde olsam kesin her hafta dudağımda uçuk çıkardı, 4-5 kilo verirdim. Her neyse, yine Dursley’lerde epey tatsız bir yazdan sonra koşa koşa okula gitmesini bekliyoruz. Ama bu sefer işler biraz karışık. Okul yerine ilk durak olarak babasının en yakın arkadaşı olan Sirius Black’in evine gidiyor, çünkü orada bir işler dönüyor. Kitabı okumamış olanlar merak etmesin, hevesinizi kaçıracak bir şey söylemeyeceğim, ipucu vermeyeceğim. Peki bu kitaptan aklınızda geriye ne kalacak? Sihir Bakanlığı'nın okula atadığı sinir bozucu kadın Dolores Umbridge, elbette Weasley ailesi, Draco Malfoy ve çetesi, Fred ve George kardeşler ve çok daha fazlası.
Bu kitapta neleri sevdim, neleri sevmedim?
Sevdiklerim:Serinin en sevdiğim karakterlerinden biri olan Luna Lovegood’u bu kitapta iyice tanıyoruz. Onun o garip kıyafetlerini, takılarını, davranışlarını (filmden sahnelerden kopya çekmeden) kafamda oluşturmak pek eğlenceliydi.Ginny’i de pek severim. O da artık büyümüş olarak çıkıyor bu kitapta okurun karşısına. Lafa pat diye dalıvermeler, Harry’e ve Ron’a diklenmeler olsun, yeni erkek arkadaşı olsun, tam bir ergen ama bir o kadar da sevimli.Ve Neville. İşte sevdiğim bir başka karakter. Galiba ben Hermione, Ron ve Harry’den çok yan karakterleri sevmişim bu seride. Neville’in gönlümde yeri apayrı. Tabi beşinci kitap onun da dahil olduğu çok çok önemli bir bilgiyi içeriyor. Kitapta iki şeyi çok sevdim, ikisinde de Neville vardı.Fred ve George kardeşler yine çok ama çok eğlenceli. Hatta hiç bu kadar eğlenceli olmamışlardı sanırım. Sevmediklerim:Serinin en uzun kitabı bu muydu emin değilim ama bana gerçekten çok çok uzun geldi. Bir an sonuna hiç ulaşamayacağımı düşündüm.Olaylar o kadar dallanıp budaklandı ki, kitapları daha önce okumama hatta tüm olayın sonunu bilmeme rağmen aklım karıştı, yoruldum.Profesör Dumbledore'un bu kadar az göründüğü bir kitap daha hatırlamıyorum. Bu duruma alışamadım.Hagrid'in olduğu kısımları da pek eğlenceli bulmadım.Snape’i daha fazla görmek istedim, Bellatrix’i de. Bu karakterler bana çok ilginç geliyor, onların olduğu bölümleri kalbim heyecandan ata ata okuyorum.Sevdiklerim sevmediklerim diye ayırınca, sevdiklerimin sayısı daha fazla çıktı, her neyse, galiba beni çok uzun olması (800 küsur sayfa) yordu. Kısacası, Hary Potter’ın beşinci kitabı benim için serinin favori kitaplarından biri değil. Ancak büyük sonra doğru iyi bir hazırlık kitabıydı sanırım. Okuru meraklandırıyor, biraz korkutuyor.
İşte böyle, sırada altıncı kitap var. İyi ki tekrar okuyorum, büyülü bir yaz oluyor benim için.
Kitap yazısını hiç böyle "sevdiklerim, sevmediklerim" diye ayırarak yazmamıştım, nasıl olmuş sizce? Belki bir süre böyle yazabilirim.
27 Ağustos 2013 Salı
Titan Sistemleri Tanımanın En Güvenilir Yolu!
Aldığımız mesajlar gösteriyor ki; insanlar yapılan birçok bilgilendirmeye rağmen şirket seçimi aşamasında titan tarzı network sistemleri tanımakta zorluk çekebiliyor. Size titan sistemleri tanımada çok yardımcı olacağını düşündüğüm bir bakış açısından bahsedeceğim.
Önceden de bahsettiğimiz gibi etik network sistemlerinde üründen para kazanılır, titan network sistemlerinde ise paradan para kazanılır. Tabii bu titan sistemler bir ürünle maskelendiğinden, paradan mı, üründen mi para kazanıldığını anlamak güçleşebiliyor. Fakat ne kadar perde olursa olsun titan sistemlerde ürünün bir önemi yoktur, bu nettir. Şirketin pazarlama ağı ne kadar büyürse büyüsün, ürün hep distribütörler arasında kullanılır. Yani insanlar ürünün mahiyetiyle ve fiyatıyla fazla ilgilenmez, kazanacağı paraya odaklanır. Eğer ürün(mevcut fiyatıyla), sistemden soyutlansa tek başına bir hiçtir. Etik network sistemlerinde ise distribütör ağı ve müşteri ağı diye iki farklı kavram vardır; distribütör ağı genişledikçe müşteri ağı da genişler. Yani o sistemden para kazanmamasına rağmen o ürünü veya ürünleri kullananlar/satın alanlar vardır.
Bu bilgiler ışığında iki farklı açıdan titan sistem tespiti yapabilirsiniz.
1 - Şirketin yukarıda bahsettiğim şekilde distribütör ve müşteri oranını gözlemlersiniz. Eğer müşteri kavramı yok ya da hiç denecek kadar azsa büyük ihtimal sorunlu bir sistemdir.
Not: Yeni şirketler birkaç sene sadece ağ kurmaya odaklandıkları için, bu yöntem yeni şirketlerde yanıltıcı olabilmektedir.
2 - Şirketin kurduğu sistem içerisinden, kazanç sistemini çıkarınca geriye ne kalıyor? Eğer titan sistemse büyük ihtimal hiç yanından bile geçmeyeceğiniz bir ürün ve fiyat politikası görürsünüz.
Ama Çok Kazandıran ve Büyük Bir Şirket..
Çok büyük bir şirket olması da, çok para kazandırması da, etik olduğu, titan olmadığı anlamına gelmez. Türkiye’de, sektördeki diğer tüm şirket çalışanlarının titan olduğu konusunda hemfikir olduğu bir şirket çok büyük bir başarı yakalamıştı, birçok etik network şirketini geçmişti. Yani etik olmakla çok para kazandırmak kavramları birbirinden tamamen ayrıdır.
Sonuç olarak, kilit nokta ürün, etik işler yapmak istiyorsanız önce ürüne odaklanmalısınız. Sonra ne kadar kazanabileceğinizle ilgilenirsiniz. Takdir edersiniz ki, -eğer dikkatli olunmazsa- kaybedebileceğimiz bazı değerler parayla satın alınamaz derecede değerlidir.
Kaynak: Network Marketing
2013 yazının en çok okunan kitapları
26 Ağustos 2013 Pazartesi
Başarılı Bir Girişimci Olmak
Her yaz biraz Harry Potter, iyi gelir
image
Herkes gibi ben de yaz aylarını pek seviyorum, kışın yorgunluğunu bazen saatlerce boş boş televizyona bakarak bazen de kasıtlı olarak çeşitli süt ürünleri tükettikten sonra öğle uykusuna yatarak atıyorum. Ancak benim (tahminen birçok kişi de böyledir)şöyle bir sorunum var, çok çok boş kalınca kendi kendimin canını çok fena sıkabiliyorum. Aklıma olur olmadık huzursuz edici düşünceler geliyor, gereksiz yere saçma sapan şeylere üzülüyorum. Bu yüzden sanki küçük çocuk avutur gibi, yaz aylarında sürekli kendimi bir şeylerle eğlendirmem gerekiyor.
Yılların deneyimi sayesinde birçok malzemem var aslında. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bir şeyler okumak elimdeki en güçlü yöntemlerden biri. E madem yaz, yani tatil, ben de eğlenceli bir şeyler okumayı tercih ediyorum. Sonuç olarak da, bu yaz da dahil olmak üzere, son 3 yazdır Harry Potter kitaplarını tekrar okuyorum.
Diyebilirsiniz ki bu serinin zaten özü koca bir macera olması, sürükleyici olmasının da en önemli sebebi sonunda ne olacağına dair merak uyandırması. Haklısınız, ancak şöyle de bir gerçek var ki ilk üç kitap haricinde serinin geri kalanını hatırlamıyorum! Çok ilginç evet, ilk kitabı 2000’de okumuştum, yani ortalama 10 yıl önce okuduğum kitapları daha iyi hatırlamamın tek sebebi J.K. Rowling’in zaman içinde hikayeye çok fazla karakter ve olay eklemesi olacak, ki bu son derece normal. Yani demem o ki, iki yaz önce ilk üç kitabı okurken yer yer çok iyi hatırladığım şeyleri okudum, ancak geçen yazdan itibaren sanki seriyi en baştan okur gibiyim. Küçükken gözüme çarpmayan detayları, hikayenin bütününü şimdi çok daha iyi görebiliyor olmam da cabası.
Geçen yaz üçüncü ve dördüncü kitapları okudum. Geçen haftadan beri de beşinci kitap elimde, en kalın beşinci kitaptı sanırım, çok iyi gidiyor, çok iyi vakit geçiriyorum. Beşinci ve altıncı kitapları İngiltere’ye gittiğimde almıştım, yaklaşık 8 sene önce. Hatta orada olduğum hafta altıncı kitap yayınlanmıştı ve bende İngiliz Harry Potter hayranlarıyla beraber Cambrdige’de bir kitapçının önünde sabahlamıştım, üzerimde Gryffindor pelerinimle.
Galiba dünyadaki en fazla vakti sahip olan insanlardan biriyim, çünkü tüm seriyi hem Türkçe hem İngilizce okudum. Türkçe çevirilerinin çok çok iyi olduğunun herkes farkında sanırım. Ama İngilizce okumanın da ayrı bir keyfi var sanki, epey şiirsel, metin pıtır pıtır akıyor. Ve neden bilmiyorum ama İngilizce orijinalleri daha hızlı okuduğumu hatırlıyorum.
Bu yazın geri kalanında altıncı kitabı okumayı planlıyorum, geri kalanlar da önümüzdeki yaza kısmet. Peki ya sonra? Belki 2015 yazında da Yüzüklerin Efendisi Okuma Şenliği yaparım, kim bilir.
Diyeceğim o ki, daha önce okuduğunuz ve sevdiğiniz kitaplara, özellikle de sürükleyici serilere, bir süre sonra tekrar geri döndüğünüzde farklı ama yine pek hoş bir şeyle karşılaşıyorsunuz, öneririm.
25 Ağustos 2013 Pazar
Hipnoz Gösterisi
Kaynak: Kişisel Gelişim
22 Ağustos 2013 Perşembe
Sevdiğim İşi Nasıl Bulacağım?
Kıyamet Kitabı - Connie Willis
Erkek arkadaşım yazdı bu kitap yazısını, bir nevi konuk yazar. Bence benden çok daha iyi bir iş çıkarmış, umarım siz de beğenirsiniz. Ben en kısa zamanda okumayı düşünüyorum birazdan bahsi geçecek olan kitabı, epey meraklandım. Eğer siz de beğenirseniz bu kitap yazısını, yorum bırakmayı unutmayın ki ben de daha fazla yazı talep edebileyim ondan (:
Ve işte o yazı:
Hepinize 2050 Oxford'undan selamlar. Elbette bu selamı alabiliyorsanız ve ben bir şekilde bunun farkına varabilirsem zaman geçişini olanaklı kılan ağa dair bildiğimiz tüm teorileri gözden geçirmemiz gerekecek ama konumuz bu değil. Konumuz Connie Willis'in bu önemli yılı, sizlere nasıl ilettiği. Nasıl derken, hem ne şekilde resmettiğini hem de nasıl becerebildiğini kastediyorum ve özellikle ikincisini nasıl başardı bilemiyorum, çünkü ağdan geçmişi etkileyecek şeylerin geçmesi olanaksız! Neyse, konudan sapıyoruz.
Kıyamet Kitabı aslında şu an gelecekteki bizi, sizden esinlenen bir konuma koyuyor. 14. yüzyıl Avrupasında neler olup bittiğini kestirmek bir hayli zor çünkü tarihsel dokümanların bir kısmı eksik ya da kayıp, geri kalanlar ise var bile olmamışlar; o dönemin insanları medeniyetin çok da fazla yaşayabileceğine inanmamışlar olsa gerek. Fakat mühim nokta şu, yıl 2050 de olsa değişmeyen bir şey var, o da geçmişe her zaman bugünün lenslerinden bakıyor olmamız. Kıyamet Kitabı ise sizi biraz daha zor bir konumda bırakacak, bugünün lenslerinden bir gelecek inşa edip, o gelecekten bir anda sizi yaklaşık 700 yıl kadar geriye tekmeleyecek! 2050'ye göreli olarak daha yakın olmanız ise pek bir artı sağlamıyor size, nitekim burada neler olup bittiğine dair hiçbir fikriniz yok; en azından kitabı okuyana kadar. Biz burada tarihin farklı çağlarını deneyimleyebilmek adına bir zaman makinesi inşa ettik, bu sayede ise geçmiş ile olan bağımızı salt bilgi düzleminden çıkartıp, tecrübe haline sokabilir hale geldik. Connie ise bir şekilde Kivrin'in 1348'e olan yolculuğunu, -tam da veba zamanı!- tamamen kaydetmeyi başarmış; o dönemin atmosferini adeta kelimelerle sayfaların üstünde resmetmiş ve size bizim gördüklerimizi görme imkanını sağlamış.
Kendisine müteşekkir olmanız gereken şeyler bununla da sınırlı kalmıyor. Kivrin'in anlattıklarına göre bir kaç kulübe ve kilise dışında bomboş bir yeşillik olan Manchester arazisine biz milyonlarca insanı nasıl sığdırmayı başardıysak, Connie Willis de bu zamandaki salgını, Gilchrist'in içine düştüğü buhranı ve insanoğlunun "öteki" ile olan imtihanını da o kitabın içine sığdırmayı başarmış. Öteki diyorum, çünkü hastalıkların Tanrı'nın cezaları olduğu düşünülen, dahası mikrop kelimesinin icat dahi edilmediği bir vakitte insanlara hijyeni anlatmakla, günümüzün değerleri arasında incelemeye değer bir ilişki var. Günümüzün derken ise, sizinkini kastediyorum, demiştim ya bu vakitte neler olup bittiğine dair hiçbir fikriniz yok ve size her şeyi de anlatacak değilim; çünkü uçan arabama binip kendime yeni bir çift göz almalıyım, bunlar buğulanıyor iyiden iyiye. Şaka.
Son olarak, zamana ve içinde yaşadığımız mekanlara dair bildiklerinizi ve bildiklerimizi iyiden iyiye karıştırma potansiyeline sahip bu kitabı okumanızı rica ediyorum. Eğer olur da bu mesaj ağı aşıp bir şekilde size ulaşırsa, burada bir hayli ilginç değişiklikler olacağı neredeyse kesin ve bunlara tanıklık etmeyi düşünmek bile heyecan verici. Tıpkı sizin Kıyamet Kitabı'nda karşılaşacağınız şeyler gibi.
Dengeli ve Mutlu Yaşamak! (VİDEO)
İş hayatımız sosyal hayatımızı ne kadar etkiliyor? Gerçekten hayatımızdaki maddi ve manevi unsurlar arasında bir denge kurabiliyor muyuz? Konuşmacı bir çoğumuz hayatın tadını almamıza engel olan bu dengesiz yaşam tarzına değiniyor. Önemli bilgi ve öneriler olan bu konuşmayı mutlaka izleyin.
Kaynak: Network Marketing
Mars'ta Bir Antropolog- Oliver Sacks
Bahçedeki palmiyenin dibinde okudum bu kitabı, minik yuvarlaklar palmiyenin yenemeyen meyvelerinin kurumuş halleri
Geçen ay ani bir şekilde psikolojiye merak sarmıştım, blogun takipçileri belki hatırlarlar, sonra geldiği gibi de gitmiş gibiydi. Bu hafta o merak nöroloji ile birleşip bambaşka bir hal aldı. Ne garip meraklar, zaten hemencecik sıkılıyorsun demeyin, ben epey eğleniyorum. Ama evet haklısınız, geldikleri gibi hızlıca gidiveriyorlar. Ben de hazır buradalarken merakın itkisiyle konuya dair bir şeyler okuyorum.
Oliver Sacks son keşfim, hayranı oldum, gerçekten, Goodreads’de de mesela hayranı oldum. 1933 doğumlu Sacks Amerika’da yaşayan bir İngiliz nörolog. Türkiye’de kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, belki başka yayınevinden de çıkmıştır ama ben görmedim. Aslında 1-2 sene önce Karısını Şapka Sanan Adam’ı görmüştüm kitapçıda, ne acayip kitap ismi demiştim, sonra unutup gittim. Prag seyahati için de minik çantama sığacak ince bir kitap arıyordum (evet, bazen kitap seçimlerim böyle saçma belirleyiciler üzerinden şekilleniyor), bunun üzerine Oaxaca Günlükleri'ni aldım. Bir solukta bitirdiğim bu gezi günlüğünün daha ilk sayfalarında bir Sacks hayranı olmuştum bile. (Oaxaca Günlükleri yazısı da pek yakında blogda) 1995 yılında yayınlanmasından sonra Mars’ta Bir Antropolog, epeyce ünlenmiş, pek beğenilmiş yurt dışında. Goodreads puanı da iyi, 4,16/5. Peki nelerden bahsediliyor bu ilginç isimli kitapta? 7 hastanın hikayesi anlatılıyor, hepsi de nörolojik rahatsızlıklardan muzdaripler. Detaylardan biraz sonra bahsedeceğim ama bana bu kitap gerçekten çok önemli bir şey öğretti. Şöyle ki, nörolojik rahatsızlıklar akla hemen hastanın eksikliklerini, yapamadıkların ve tahminen hayatlarının sonun kadar yapamayacakları şeyleri akla getirir, doğrudur da. Eğer otistik bir yakınınız varsa tahminen çok uzun süre (belki de hiçbir zaman) sizinle göz kontağı kurmayacaktır, ona sarılmanıza izin vermeyecektir, size sevgisini hiçbir zaman göstermeyecektir; tüm bunları bizim bildiğimiz yollardan yapamayacaktır. Peki sevgimizi sadece söyleyerek, sarılarak mı gösteririz? Elbette hayır. Doğuştan görme engelli ya da sonradan bu duyusunu yitiren biri evet, nüfusun çoğunluğu gibi göremeyecektir çevresini, renkleri sadece lekeler olarak görecektir, belki de daha karanlık olacaktır görüşü. Yine aynı soru, bizim bildiğimiz ve alıştığımızın dışında görme formları yok mudur? Elbette vardır. Ama nedense bu 'rahatsızlıklar' aklımıza hemen yapılabilenler ve yapılamayanlar listelerini getirir, öyle yapmasak keşke. Yakın çevremde nörolojik bir rahatsızlık geçirmiş, geçirmekte olan biri yok. 1000 kişiden birinde görülen, yani son derece yaygın olan otizmli bir tanıdığım ise geçen sene oldu. Arkadaşlarımdan birinin kardeşine otistik tanısı kondu. Onun anlattıkları üzerinden otizm’i ne kadar az bildiğimi fark ettim. Arkadaşımın pek yakışıklı minik kardeşi de birçok otistik gibi konuşmuyor, pek sevdiği ablasına bile kendini öptürmüyor, ama bir o kadar da yaramaz ve her çocuk gibi yerinde duramıyor. Her çocuk gibi onun da sadece kendini dahil ettiği bir dünyası var. Tüm bu anlattıklarımla beraber, Sacks bana şunu düşündürdü, zaten o da birçok kez dile getiriyor bunu kitap boyunca; eğer bir kişinin nörolojik rahatsızlığı varsa, diyelim ki göremiyor, bu durum o kişinin kendine ait bir dünya yaratmasına engel midir? Bizim bildiğimiz, içinde yaşadığımıza alternatif dünyalar olamaz mı, görmek için göz yerine parmak uçlarının kullanıldığı, sevginin sarılarak değil de başka başka şekillerde gösterilebildiği? Elbette olabilir, oluyor da. Sacks kitabıyla bunu bir kez daha kanıtlıyor.Sacks kitabında 7 hastanın hikayesini anlatıyor. ‘Hasta’ kelimesi ise bildiğimiz hasta tanımıyla örtüşmüyor, ancak daha iyi bir alternatif olmadığından (en azından benim kelime haznemde) ben de bu terimi kullanmaya devam edeceğim. Kimler peki bu hastalar, geçirdiği bir kaza sonrasında renkkörü olan ressam Bay I., beynindeki bir tümör sebebiyle fiziksel görünüşü ve en önemlisi karakteri tamamen değişen Greg, Tourette sendromlu cerrah Dr. Bennett, 30 yıldan sonra tekrar görmeye başlayan Virgil, hafızasındaki çocukluk köyünden başka bir şey çiz(e)meyen ressam Franco, süper yetenekli çocuk ressam Stephen, ve pek ünlü Temple Grandin.
Hikayeleri anlatmayacağım, hem çok uzun sürer hem de kitabı okumak isteyenlerin tüm eğlencesini kaçırmış olurum. Ancak beni en çok etkileyen altıncı hikaye, yani Stephen’ın hikayesinden bahsetmek istiyorum. Stephen otistik, erken yaşlarda konan bu tanı onu böyle bir kategoriye dahil etse de resim yeteneğine bir engel değil, bir de bu yetenek sıradan bir yetenek de değil. Stephen genelde binaları çiziyor, hafızasında. Devasa bir binayı en ince ayrıntısına kadar çizebilmesi için birkaç saniye bakması yetiyor. Bu yetenek ona hem ünü hem de zaman içinde yeteneğinin sağladığı sosyalleşme sonucunda insanlarla iletişiminde artışı da beraberinde getiriyor. İşin ilginç yanı, 17 yaşındayken, çizim yeteneğine ek olarak bir de bir müzik dehası olduğu ortaya çıkıyor. Ailesinin ilgi ve desteği, aldığı eğitim sayesinde kendi yemeğini yapabiliyor, kızlardan hoşlanıyor, espriler ve şakalar havada uçuşuyor. Bazı otistiklerin bir alanda çok çok yetenekli olduğu biliniyor; bu çizim yeteneği olabilir, işlem yeteneği olabilir ya da daha farklı alanlarda da görülebilir. Bu noktada ilgi ve destek, kişilerin hayatlarının şekillenmesinde önemli rol oynuyor gibi, en azından benim anladığım bu.
Temple Grandin, yani son hikayenin kahramanı belki size de tanıdık gelmiştir, ismi ilk okuduğumda bir yerlerde daha önce hakkında bir şeyler izlediğimi hatırladım çünkü. Grandin, yakın zamanda filmi de çekilmiş olan bir otistik, şu anda doktorasını yapıyor, büyük baş hayvanlar üzerine. Bu konudaki tasarımları epey ünlü, kullanılıyor; yani o hem akademisyen hem de iş kadını. 3 sene önce filmi izlemiştim, size de öneririm. Sacks'ın kitabının adı da Grandin’in hikayesinden çıkıyor zaten.
Sacks’ın da dediği, her insan içinde bulunduğu duruma uygun olarak, özgün bir gelişim gösterir. Bu özgünlük de 'engelli' olarak adlandırdığımız kişilerin eksilerini artıya dönüştürmesine sebep olur. 30 yıldan sonra görmeye başlayan Virgil’in gören biri olarak yaşadığı zorlukları okumak gerçekten çok ilginçti. Ya da 65 yaşında geçirdiği kaza sonucu renkkörü olarak hayatına devam eden ressamın bu koşullar altında sanatına yepyeni bir çehre kazandırması. Benim anladığım, bizim felaket olarak gördüğümüz şeylere insan zihni kısa sürede uyum sağlayabiliyor, yeter ki gerekli olan istek ve motivasyona bir zarar gelmesin.Daha önce hiçbir kitabın bu kadar ani olarak bir şeylere bakışımı değiştirdiğine şahit olmamıştım. Bu açıdan Sacks ve kitabı beni çok çok etkiledi. Nöroloji ilginizi çeksin ya da çekmesin, yazarın anlattıklarına kayıtsız kalmak mümkün değil. Bundan sonra benim 'Herkesin Okuması Gereken Kitaplar' listemde kesinlikle yerini alacak Mars’ta Bir Antropolog.
Hastalıklar hassas konular, bu nedenle kelime seçimlerimi çok dikkatli yapmaya çalıştım, yine de rahatsız edici ve kırıcı bir şeyler söylediysem istemeden, kusura bakmayın.
Dernek Üyesi Olmayan Bir Şirketle Çalışmak Doğru mu? (SORU)
SORU: Ürünlerini ve sistemini çok beğendiğim bir şirket sizin belirttiğiniz derneklerden herhangi birine üye değil, bu şirketle çalışmak doğru mudur?
CEVAP;
Bir şirketin WFDSA'ya bağlı bir derneğin üyesi olmaması onun kötü olduğu anlamını taşımaz. Fakat dernek üyesi olması tercihte artı puan kazandırır, güven vericidir. Bu derneklere üyelik belli bir süreç gerektirdiğini de düşünürsek, zaten yeni şirketlere direk haksızlık etmiş oluruz. Özetle; dernek üyeliklerinin varlığı artı puan olarak görmek fakat olmamasını o şirketi direk kara listeye alacak nitelikte görmemek gerekir.
Okumadıysanız Network Marketing Dernekleri Hakkında Bilgilendirme ve Network Marketing Sektöründe Şirket Seçimi yazılarını okumanızı tavsiye ederim.
Kaynak: Network Marketing