19 Kasım 2013 Salı

Londra'da Hafta Sonu, #6 - Green Park

Yakın zamana bir ödev teslimim var. Ama ben ne yapıyorum, elbette son gün gelene kadar kendimi ödev hariç her şeyle oyalıyorum. Sabahtan beri bin tane şeker yedim, havalara baktım, gelip geçen insanları izledim bir de blog yazısı yazmışım çok mu? Bir süredir güzel güzel yerler geziyorum. Hepsini de paylaşıyorum Twitter'dan, Instagram'dan, oradan buradan. Çok iddialı bir laf olacak ama çok samimiyim, 23 yıllık hayatımda gördüğüm en güzel ilk 5 yere girer sanırım Green Park. Bu Cumartesi klasik İngiliz havası kıvamındaydı, sabah şahane güzel bir güneşle uyandım. E hadi Hyde Park'a gidelim dedim. Ama bu sefer biraz akıllı davranıp beremi, eldivenimi de alıp çıktım sokağa. Jubilee Line üzerindeki Green Park istasyonunda erkek arkadaşımla buluştum. Ve pat! Park karşımdaydı. Ben biraz yürürüz, metro istasyonun dibinde de değildir herhalde diye düşünürken, bu ülkede 3 dakikada bir metro istsasyonu olduğunu unutmuştum. E tabi hava da kapamıştı o sıralarda, artık söylemeye gerek bile duymuyorum. İngiltere'de güneşin günlük ömrü 3 saat. Her neyse, başladık yürümeye. önce Green Park'ı gezeriz sonra da Hyde Park'a gideriz dedik. Tabii Green Park'ın da epey büyük ve şahane güzellikte olduğunu bilmiyorduk.Park, bildiğimiz park. Ağaçlar devasa, orada burada sıcak içecek ve waffle satan kulübeler var. Çimler yeşil, üstü silme kahverengi yaprak. Yürü yürü bitmiyor. Bitiyor aslında ama pek de bitmesini istemiyorsunuz. Turistik de bir yer. Çıkışı Buckingham Sarayı'na açılıyor. Kalabalığı tahmin edersiniz. Biz herhalde 1-2 saat dolandık parkta. Sonrasında hem hava karardı (hava 4-5 gibi kararıyor), hem de Hyde Park için pek enerjimiz kalmadı.Green Park Batı Londra'da. 19 hektarlık bir arazi üstünde. Hyde Park ve St. James Parkları arasında. Parkta sadece çok yaşlı ağaçlar bir de nergisler var. Nergisleri biz göremedik. Söylenene göre, çok çok eskilerde parkın şimdi bulunduğu alan vefat eden cüzzamlı kişilerin gömüldüğü yermiş. 18. yüzyıla kadar da Londra'nın epey dışında, pek de tekin olmayan kimselerin uğrak yeriymiş. 19. yüzyılda havai fişek gösterilerinin yer aldığı bir mekan olmuş.  (Bu bilgiler Wiki'den) Batı Londra'ya daha önce hiç gitmemiştim ancak gelir seviyesi epey yüksek kesimin burada yaşadığını duymuştum. Gördüm, öyleymiş. Yüzlerce mağazanın bulunduğu geniş caddeler var. Park haricinde ben pek sevmedim bu bölgeyi, mağazalar arasında bomboş dolaşmak sıkıcı geldi. Ama Noel zamanı tahminen pek ışıltılı olacaktır. O zaman bir daha gidebilirim. Bir de neredeyse tüm konsoloslukların bulunduğu bir yer var, yerin adını tam hatırlamıyorum. Bu sokaklarda da çok güzel minik bahçeler var. Ama özel mülk olduğundan girilemiyor. Cumartesi günü park, bahçe dolaşarak geçti anlayacağınız. Sonrasında da İtalyan restoranına gittik. Nasıl acıkmışsam bir dev pizzayı yedim. O günden geriye de bu fotoğraflar kaldı. Blog fotoğraflarında fotoşop var mı diye mail geliyor bazen, yok. Bilmiyorum zaten öyle afilli şeyleri. Konstrast ayarlarını yapıyorum sadece, onun için de bir program kullanmıyorum. Beğeniyorsanız, oley.Bu arada, bu aralar Instagramı'ı epey aktif kullanıyorum ve gittiğim her yerin fotoğrafını çekiyorum. Bir de bol bol şekerleme fotoğrafı çekiyorum nedense. Kullanıcı adım: okuyankedi

Televizyonda Başarının Sırları

Psikoloji Bilimi ile Televizyon Dünyasındaki BenzerliklerTwitter’dan veya Facebook’tan beni takip edenler, neden reytinglerle bu kadar ilgilendiğimi soruyorlar. İki nedeni var, birincisi; insanların neyi izlediğini, neden izlediğini takip ediyorum ve bu işim olarak günceli takip etmemi sağlıyor. Bu sayede edindiğim bilgileri daha sonra işimde, seminerlerimde kullanıyorum. İkincisi; televizyon programı hazırlığında olduğum için, bu işin ‘neden’ ve ‘nasıl’larını bilmem gerekiyor.Daha önce Cine5 kanalında kendi programımı yaparak televizyon dünyasına adım atmıştım. Çekimden montaja her türlü işle bizzat ilgilenmek zorunda kaldığım için ...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Kedisiz hayat neden çok bayat?

"Ev, kedinizin olduğu yerdir."

Londra’ya geliş hikayemi binbeşyüzaltıncı kere tekrar etmeme gerek yok sanırım. Geldim, ve 'tüm' kedilerim (iki tane) geride kaldı. Yaşlı kedim ailemde, genç kedim de erkek arkadaşımın ailesinde. Nasıl özlüyorum bilemezsiniz. Belki de bilebilirsiniz. Kedisiz hayata hiç alışkın değilim. Kedisiz hayat çok bayat! Tam 90ların klişe sloganları gibi oldu. Her neyse, bu bayat ve yavan tadın sebeplerini açıklayayım:

Kedi(leri)nizi özlüyorsunuz. Her şeyini. En çok da oyunları. Benim için en güzel çalışma molası, ben çalışırken bir köşede uyuyakalan kedimi uyandırıp önce burnunu ısırmak sonra da gıdıklamak olmuştur. İşte artık bu yok. Molalarım sıkıcı pencereden dışarı bakmalardan, Candy Crush oynamalardan ibaret.Kış geceleri soğuk ve acımasız. Yıllar geçiyor ve yaşlanıyoruz, her gün biraz daha üşüyoruz. Kış gecelerinin vazgeçilmezi bir adet kedi, tercihen bol tüylü. Şöyle siz uykuya hazırlanırken battaniyenizin altına girecek, ayaklarınıza sokulacak ve sabaha kadar kum çuvalı gibi hareket etmeden fosur fosur uyuyacak.Bazı kediler her daim aç. Böyle kediler de en çok yemek vakitlerinde özleniyor. Benim minik kedim Ayı’nın açlık genlerine işlemiş gibidir. Londra’ya geldim geleli ne zaman güzel bir şeyler yesem, ah şimdi burada olsaydı da lokmaları boğazıma dizene kadar gözlerini ayırmadan bana baksaydı diyorum.Hayatta minik heyecanlar şart. Yaramaz bir kediniz varsa her gün yeni yeni maceralar demek. 10 dakikadır sesi mi çıkmıyor, kesinlikle dolaplardan birinin (kimbilir hangisinin) en ücra köşesinde saklanıyor; aniden şirinlik mi yapmaya başladı, kesin arka odalarda bir işler çevirdi...Tırmık izleri aslında yaşanmışlıktır ve biraz da korkunç görünümlü eller ve kollar demektir. Birkaç aydır ellerim pürüzsüz, lekesiz ve pamuk gibi. Çünkü gece ben uyurken onları kemiren, masa başında yazı yazarken bunu oyun sanıp ellerime saldıran kimsem yok.Kedileri şahane zaman tüketicilerdir. Bir tek kendileri değil, tüyleri de yeterlidir bunun için. Diyelim ki kışları kadifeden vazgeçemeyenlerdensiniz. Ve yine diyelim ki o gün bordo kadife pantalonunuzu giymişsiniz ve olur ya, herkes sanki o gün sizi bir yerlerde bekletmeye sözleşmiş. Beklerken ne yapılır? Pantalondan kedinizin tüyleri tek tek toplanır. Var mı bundan eğlenceli aktivite. Şaka. Kitap da okuyabilirsiniz aslında.Uyuyan kedi, pencereden bakınan kedi, boş boş oturup tahminen içinden “bana neden bakıyor ki şimdi bu böyle?” diyen kedi izlemeyi severim. En çok uyuyan kedinin kıvrım kıvrım kıvrılan patilerini mıncırmayı severim. Uyuyan kediyle uğraşmayı sevdiğim kadar, uyuyan insanı da türlü türlü numaralarla uykusundan kaldırmayı da bilirim.Tek çocuk olmanın acı gerçeklerinden biri de evde, sokakta canınız sıkıldığında uğraşacağınız birinin olmamasıdır. Kedilerim bu görevi uzun süredir layığıyla yerine getirmekteler. Kendi halinde oturan kediyi hop diye kucağa almalar, burnuna üflemeler, çok çok öpmeler, kendi kuyruğunu ısırttırmalar en sevdiklerimdendir. Bir süredir hayatım bomboş beyaz kağıtlar gibi.Eğri oturalım, doğru konuşalım. Buraya, bloga, "kedilerimle konuşuyorum ben" yazacak kadar cesur değilim. Konuşmuyorum zaten. Öyle uzun muhabbetler yapmıyorum da hani arada sırada, “nasılsın, naber, kuyruklar nasıl, sen yine şişmanladın ya, oh göbeğe bak” gibisinden şeyler söylüyorum. Sözlü sataşmalarda bulunuyorum. Bunları yapamıyorum bir süredir, çok canım sıkılıyor.En en çok uzun uzun gıdıkları, kulak arkalarını, göbekleri sevmeyi özlüyorum. Belki onlar da beni özlüyorlardır diye avutuyorum kendimi.

Tüm bu sebeplerden ötürü kedisiz hayatı hiç sevmiyorum. Benim aklıma bunlar geldi. Sizin kedili hayatı sevme sebepleriniz neler? Eğer siz de bir süreliğine kedilerinizden uzaksanız, kedisiz hayatın tatsızlığını paylaşır mısınız?

image

11 Kasım 2013 Pazartesi

Josie Shenoy İlustrasyonları

Uzun süredir aklımda bu yazıyı yazmak, kısmet bugüneymiş.Geçen haftalarda bir Cuma akşamı Thames üstündeki köprülerden birinin ayakları altında dolanıyorduk, tam olarak neredeydik hatırlamıyorum, pek de bilmiyorum açıkçası. Sonra minik tahta kulübelerden oluşan bir yer gördük, 10-15 minik dükkan, neredeyse hepsi dükkan sahipleri tarafından hazırlanmış ürünlerini satıyordu. Ben tabi koşarak ilk gördüğüm yere girdim, erkek arkadaşım da peşimden geldi.En çok Londralı sanatçı Josie Shenoy'un çalışmalarının satıldığı dükkanı sevdim. Tahminen başka sanatçıların da eserleri vardı, ben hemen Shenoy tarafından tasarlanmış bir kart kaptım. Paketini bile açmaya kıyamıyorum. Sitesinden tüm çalışmalarına baktım. Saatlerce de bakabilirim. Gerçekten gözlerimi alamıyorum. Böyle güzel işler yapan insanlara çok özeniyorum galiba bir yandan da. Aslında ben de işimi seviyorum ama bu iş bir başka (:Sanatçının sitesine şuradan gidebilirsiniz. Alışveriş seçeneği var ancak sadece büyük boy baskılar satışa sunulmuş sanırım şu an için.Bahsettiğim dükkanların tam yerini de öğrenir öğrenmez söylerim size de. Umarım siz de beğenmişsinizdir.

8 Kasım 2013 Cuma

Aşk Acısından Nasıl Kurtuluruz?

AŞK ACISI ÇEKMEYEN Mİ VAR?Müslüm Gürses bir şarkısında diyor ki;“Hangimiz düşmedik kara sevdaya?Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?Hangimiz bir kuytu köşe başında,Bir vefasız için yol gözlemedik?”Hepimiz mutlaka aşk acısı yaşamışızdır, o karmakarışık duygu fırtınaları ile boğuşup, bazen çaresiz kalmış, şanslıysak kısa zamanda bu acıdan kurtulmuşuzdur. Bu yazıda ilk önce neden aşk acısı çektiğimizden bahsedecek, sonrasında da beynimizin çalışma ilkelerini temel alarak aşk acısından nasıl kurtulabileceğimizin tüyolarını vermeye çalışacağım.Neden aşk acısı çekeriz?Çok basit. Aşk ...

6 Kasım 2013 Çarşamba

I Can Change The World! (VİDEO)

Dünyadaki tüm iyi veya kötü oluşumların, sadece bir kişinin ilk adımı atarak öncülük etmesiyle başladığını unutmayın! Küçük hamleler, büyük oluşumlar doğurabilir, yeter ki inanın..

Kaynak: Network Marketing