31 Aralık 2013 Salı
2008'in En İzlenesi Filmleri
30 Aralık 2013 Pazartesi
Sanna Annukka tasarımları ve diğer şeyler
28 Aralık 2013 Cumartesi
Sabrın Sırrı
27 Aralık 2013 Cuma
La fontenden masallar / Ruhi Uzunhasanoğlu
Kaç gündür la fontenden masallar dinliyoruz… Efendim bu operasyon dış güçlerle birlikte çeteci cemaatin işidir. Anladık.O kısmı anladık kardeşim. Beraber yürüdüğünüz,yürüttüğünüz cemaat denilen canavar şimdi sizi “ham” yapmaya çalışıyor. Bunu yazan,söyleyen,dillendiren insanlara yine beraber “Zulüm ” yapmadınız mı ? Nedim Şener,Ahmet Şık ve bir çokları “Dokunan yanar” dediklerinde duymadınız bile. Başbakanın “Kitap bazen bombadan daha tehlikelidir” dediğini dün gibi hatırlıyoruz. O insanları cemaati anlatan kitaplardan dolayı, sabaha karşı çoluk çocuklarının gözleri önünde gözaltına almadınız mı ? Hapishanelere atmadınız mı ? Gerçekleri yazanlara daha dün hep beraber “Terörist” demediniz mi ? Şimdi bize neyin masalını anlatıyorsunuz. … Dış güçleri.karanlık odakları,faiz lobisini , uluslararası sermayeyi ,çıkar ilişkilerini bize ne anlatıyorsunuz. Bunlarla içli dışlı olan,memleketin bütün kaynaklarını “babalar ” gibi satan ve bunu da müthiş başarılı işler diye pazarlayan,övünen siz değil misiniz ? Yalandan Amerikaya posta koymayın.Yemeyiz. Paralel devlet diyorsunuz ya , Amerika , Devletin bütün belgelerini iki nüsha tutuyor elinde.Haberiniz yok muydu ? İktidara onların onayını alarak gelmediniz mi ? … Bakın,soruşturma kendilerine doğru yönelince ne oldu ? Hukuk’un üstünlüğü masalı da bitti. Cumhuriyet tarihinde görülmeyen bir ” Devlet krizi” yaşanıyor. Savcılar soruşturma başlatmak için polis bulamaz halde. Madem masumsunuz bırakın mahkemeler işini yapsın. Öyle diyordunuz yıllardır.Hayırdır ? Bakın her adımınızda biraz daha batıyorsunuz. Hep söylüyoruz.Hukuk ve adalet herkese lazım. Cehenneme giden yolun taşlarını döşüyorsunuz .Bu defa kendinize. … Uzatmayalım.. Çok basit bir soru soruyoruz ; Hırsızlık yapılmış.Hırsızlık.Kutu kutu paralar var ortada. Bu nedir ? Kimin parasıdır ?Nereden gelmiştir ? Önce bu soruya yanıt verin.Lafı dolandırmayın. “Cambaza bak” numarasına karnımız tok. Çok alıştınız tabii.Bir yaygara,bir şamata unuturlar nasılsa. Sahi Deniz Feneri ne oldu ? (Bak unutmuyoruz.) Çok şükür aklı ve vicdanı özgür fazlaca insan var bu ülkede. Siz ancak din illüzyonu ile kandırdığınız yandaşları oyalarsınız belki bir süre daha. Ama bir süre daha.
Her masalın bir sonu var usta.
26 Aralık 2013 Perşembe
Yeni yılda izlemeyi planladığım 50 film
Kopyalamanın Gücü ve Zaman Kaldıracı
Bugün sizinle, oldukça hızlı büyüyen, uzmanlar tarafından övgüyle bahsedilen, farklı farklı kesimler tarafından benimsenen Network Marketing iş modelini diğer sektörlerden farklı ve güçlü yapan iki özelliğini inceleyeceğiz; Kopyalama ve Zaman Kaldıracı..
Zenginliğe Giden Yol; Kopyalama..
Öncelikle kopyalamanın gücünden bahsetmek istiyorum.. Network Marketing sektöründeki kişilerin kopyalama diye adlandırdığı bu kavrama “katlama” da diyebiliriz. Kopyalamanın/katlamanın gücünü sıkça verilen şu örnekle anlatabiliriz; varsayalım ki, size iki seçenek sunuyorum, şuan vereceğim 1 milyon lirayı mı istersiniz, yoksa kendini 30 gün boyunca katlayan 1 lirayı mı? İlk bakışta 1 milyon, 1 liradan -kendini katlayan ifadesi bulunsa da- küçük gözüküyor. Hâlbuki kendini katlayan 1 lira, 20. günde 1 milyonu geçiyor. Bu katlama faktörünü kendiniz 3 veya 2 ile katlama hesaplaması yaparak da gözlemleyebilirsiniz. Mesela, 1 lira 20 günde 1 milyon oluyor ama büyük rakamlar son 3-4 günde oluşmaya başlıyor. Ve 30. günde ne oluyor biliyor musunuz? 1 milyarı geçiyor. Kısacası katlama faktöründe mükemmel bir güç vardır. İş dünyası için düşünürsek, katlama faktörünü aktif kullanmak bir ağ ile mümkündür. Katlama faktörünün bariz bir şekilde gözlemlendiği alanlara franchise(bayilik) sistemleri(Burger King, Starbucks vb.) ve kullanıcı bazlı internet projeleri(Facebook, Twitter vb.) örnek verilebilir.
Katlama faktörünün en mükemmel işlediği ve gözlemlendiği yer hiç şüphesiz Network Marketing iş modelidir. Katlama faktörü Network Marketing sektörü içerisinde genelde kopyalama olarak adlandırılır. Network Marketing işinde kopyalama mantalitesi basittir; işi öğrenirsin, ekibine dâhil ettiğin kişilere de öğretirsin ve öğretmeyi öğretirsin. Azim ve sabırla çalışarak bir süre sonra kopyalanarak/katlanarak büyüyen bir ağ oluşturabilirsin.
Özgürlüğün Diğer Adı; Zaman Kaldıracı..
Gelelim zaman kaldıracına, kopyalama ile ilişkili farklı bir kavramdır. Zaman kaldıracını “İş gücünüzün dışında kalan iş gücü/gelir kaynağı oluşturmak” diye tanımlayabiliriz. Bir nevi “para için çalışmak yerine zaman için çalışmak” da denilebilir. Yani siz şuan öyle şeyler yapacaksınız ki, ilerleyen zamanda sizin iş gücünüzün dışında size ait bir iş gücü (gelir kaynağı) oluşacak. Zaman kaldıracına uygun proje veya sektör örnekleri verebilirdim fakat zaman kaldıracını çalıştırmak daha çok işin kendisine değil, sizin planlamanıza bağlıdır. Örneğin, bir şirket kurdunuz ve gerekli çalışmalarla zaman içerisinde iyi bir noktaya getirdiniz. Şirketinizdeki çalışan sayısı 100 olsun, her kişinin günde 8 saat çalıştığını varsayarsak sizin şahsi iş gücünüzün haricinde kalan iş gücünüz günlük 800(8x100) saattir. Buradaki püf nokta şudur; Kurduğunuz sistem siz olmadan işliyorsa zaman kaldıracını aktif ve gerektiği şekilde kullanmışsınızdır. Sistemin –uzun vadede- iş gücünüze bağımlı kalmaması çok önemlidir.
Katlama faktöründe olduğu gibi zaman kaldıracının da en iyi kullanıldığı iş modeli Network Marketingdir. Fakat çok önemli bir nokta var; Network Marketing işinde ekibinizdeki insanlar sizin zaman kaldıracınızı oluşturduğu gibi, kendilerinin de zaman kaldıracını oluştururlar. Bu da Network Marketingi eşsiz yapan bir durumdur. İnsanlar burada bir veya birkaç kişi için çalışmaz, herkes birbirine güç verir, birbiri için çalışır.
Özetle, Network Marketing, Kopyalama ve Zaman Kaldıracı kavramlarından dolayı özgürlük ve zenginlik fırsatı sunan en iddialı iş modelidir. Bu iş modelinin ilerleyen yıllarda çok daha parlak yerlere geleceği, girişimcilerin gözdesi olacağı şüphe götürmez bir gerçektir.
Son olarak şunu hatırlamakta da fayda var; “Network Marketing, insanları zengin ve özgür yapmaz; zengin ve özgür olmak için gerekli ortamı ve fırsatı sunar.”
Kaynak: Network Marketing
24 Aralık 2013 Salı
Derin Yara / Akın Olgun
Bazı yaralar iyileşmez. Ruhunuza bir ömür boyu yerleştirilmiş, yaralardır onlar. Ne zaman kanayacağını, ne zaman sizi acıtacağını bilemezsiniz. Bir an, bir sessizlik, bir görüntü, bir ses, bir çığlık. En çok da duydugunuz çığlıklar…“Diri diri yaktılar” diyen kadın sesi. Her yılın, 19 Aralığında içinize bırakılmış tüm acıları ayağa kaldırıp, derin bir boşluğa bırakır. (Artık tutunduğunuz her kadının, biraz yanmış olduğu duygusu kaplar içinizi.) Düşersiniz hiç durmadan, alabora olursunuz, insansızlığın dalgalarında. Tek tek geçer, gözünüzün önünden yüzleri. Bedeni kavrulmuş, kömür olmuş, ezilmiş, iğdiş edilmiş dost, arkadaş, yoldaş yüzleri. Tanıyamazsızsınız hiç birini. Öyle ezilmiş, öyle parçalanmıştır ki, “Kimdi acaba o?” dersiniz ama; bilirsiniz içimizden, içinizden biriydi onlar.
“Teslim olun ” diyordu, karanlığın arkasından bir ses. “Teslim olun, söz veriyoruz başınıza hiç bir şey gelmeyecek.” Her şeyi yaptıktan sonra hiç bir şey yapmayacaklarının sözünü veren o kalın metalik ses.Dışarıda ise çırpınan ailelerin çaresiz yüzleri. Cezaevinin içine asker taşıyan cemselerin önüne kendini atarak, “Önce bizi ezin” diyen, anneler ve homurtusuyla yürüyen o demir yığını aracın egzos dumanı. Devletin, insan öğüten dişlerinin arasından sızan kan, barut ,beton parçaları ve enkazın tozları arasında sırtta taşınan devrim bedenleri.
Diri diri yakılan kadınların, kömürleşmiş vücutları, geride kalanların ise erimiş tenleri. Yüzlerinden ve bedenlerinden bir naylon gibi eriyerek akan o ten.“İçlerine şeytan girmişleri, şeytandan kurtarma operasyonu” diyen, Ecevit’in tikine asılı kalan korkunç buluşun acımasız operasyon izleri. Ve izler yalan söylemez. Bakabiliyorsanız eğer, her yerde onlar.
Bir şair, bir yazar, cuntalar görmüş, cezaevine konulmuş ” kontgerilla var” diyerek, adı dağlara taşlara yazılmış bir adamcık. Ezilenin ezilene sunduğu, zulüm ne kadar da ağır. Titreye titreye ölmek düştü, ona da.
Asker avlusunda betona yığılmış, yaralı bedenlerin üzerinde yürüyerek, sek sek oynayan esmer asker ağırlığı. Acı değil, asıl çekilen, onuru kırılmış olmanın ağır düşüşü. Gazla, mermiyle, sopayla, tekmeyle, panzerlerle, ne idüğü belirsiz gazlarla, Skorsky helikopterler, binlerce asker ve özel harekatçı tüm dünyanın gözü önünde eşitsiz bir “çatışma”nın zafer ilanını yapıyordu, o büyük yalan ve geride tarihin en bilindik izi yani; ezilenlerin pıhtılaşmış kanı duruyordu. Üstünde postal izleri, üzerlerinde ulusal manşetler, üzerlerinde büyük puntolarla “hayata döndürüldüler” sırıtışları. Devlet adamlığı hep tebrik ister ya, tebriklerle sarılıp, öpüşüp, koklaşıp kutladılar, zalim eserlerini. Oysa tarih uyumuyor, kaydediyordu tüm yaşananları.
(Bugünlerde üç beş tank yürüdü diye, mazlum sığınağı örüp, içine sermaye dolduranlar, o gün alkış krizine yakalanmış “yakın bu cadıları” histerisiyle tebrik kuyruğuna dizilmişlerdi. Hatırlamayı ve birilerinin hatırlatmasını sevmiyorlar onlar ama; hep hatırlatacağız)
İçeride gerçeklik duygusunun izleri silinmiş, hayal ile gerçeklik arasında an’lar kalmıştı. “Devlet içerinin gücünü abartmış” diyerek, dövüşmeye “hazır”lanmış bir direnişin iç sorumluluğu hiç konuşulmadı ve konuşulmayacak belki bir on yıl daha. Çünkü konuşmak, üzerine kurulmuş koca bir dünyanın altında kalma riski taşır. Oysa bu risktir, gelecegi sağlama alacak olan. Yanılsamalar, dokunulmaz bir kutsaliyet içine sokuldukça gerçek ama; sadece gerçek gecikecek belki o kadar.
Her iktidar, alfabenin harfleri ile açtığı cezaevlerini kokteylli basın tanıtımı yaparak başlıyordu işe. “İnsan için” diyorlardı. Tutsakların insan olduğunu hatırlayıveriyorlardı, her cezaevi açılışında. Meyve sularını ve hazırlanmış kanepeleri midesine indiren basın ise ertesi gün bu cezaevlerini öve öve bitiremiyor, koğuşlara, hücrelerin içindeki masalara konan yapay naylon çiçeklerin resimlerini dayayıp, “haber” geçiyordu. Cezaevi övmenin görgüsüz bir ayılık oldugunu kanıksayarak hem de. O naylon çiçekler gibi yapaydı, duyguları çünkü…
F-Tipi cezaevleri işte böyle sunuldu, kamuoyuna. Ring araçları operasyondan kalanları zincirleyip, bu canavarın ağzına taşıdı, hiç durmadan. Kapıda resmi ve siviller, ellerinde ameliyat eldivenleriyle tutuyorlardı, coplarını. Tutsakların bileklerine geçirilmiş, zincirlerden tutup, hızla canavarın içine doğru taşıyorlardı. Bir anda, yok oluyordu giden. Canavar, hiç doymuyordu. İçeride, korkunç bir işkence, insan etini parçalıyordu.
Aylar, mevsimler, yıllar devrildi. Balya balya tabutlar çıktı, F- Tiplerinden. Açlığın, kuş tüyü kadar hafiflettigi bedenler. Yüzlerce hafızasız tutsak, yoksul ailelerine teslim edildi. Yüzlerce insan, bu travmayla hayatın kenarına itildi.
Kalan sağlar bizim olmadı, olamadı.
21 Aralık 2013 Cumartesi
Bu hafta Instagram
Burada sevdiğim peyniri bulmakta epey zorlandım. Sonunda çocuklar için epey süslü paketlerde satılan bu yuvarlakları buldum. Kaşar ve krem peyniri arası bir tadı var. Paketleri tadından daha leziz bana kalırsa.
Şeftalili ürünlere her zaman zaafım oldu. Bu duş kremi ise bugüne kadar en başarılı bulduğum şeftali kokusu taklidi sanırım. Hani epey eskiden şeftalili Spice Girls lolipopları vardı, içinden çıkartma çıkardı. İşte o kokunun aynısı.
Neredeyse iki gün aralıksız mektup yazdım. Yılbaşı tebrikleri de eklenince neredeyse bir tükenmez kalemi yarıladım. Yoruldum ama sonuçtan memnunum.
Bu aralar yine çok fazla çay ve kahve içiyorum. Geçen sene kahveye koyduğum şekeri pat diye sıfırladığımdan beri içim rahat bir şekilde içiyorum ama içmemeliyim. Bu konuda kendimden şikayetçiyim. Sanırım tek 'kötü' alışkanlığım kahve ve bazen çay.
Bu hafta güzel gezdik tatili fırsat bilip. Havada bir değişiklik yok, gri ve soğuk. Karşınızda ünlü London Eye. Binemedik hala, önünden geçip duruyoruz sadece.
Londra'nın en sevdiğim parklarından biri. St.James Park. Diğer parklara nazaran daha dağınık, daha az planlı. Bu nedenle çok daha doğal. İçinde bir de minik göletler ve yüzlerce sincap var. Ördekler de var hatta. Hava kapalı olmasına rağmen çok güzel dolaştık, keşke yanımızda yiyecek bir şeyler olsaydı da sincapları besleseydik dedik, evet o kadar evcilleşmişler (:
Koca kuyruğuyla tombul bir sincap yine bir şeyler kemiriyor.
Nadir güneşli günlerden birinde uzun yürüyüş sırasında kendimizi şehrin en turistik yerlerinden birinde, St.Paul's de bulduk. Çok heybetli bir bina, bak bak bitmiyor. Güneş tam da burada biraz kemiklerimizi ısıttı.
Waterstones'da bulduğum Matildalı şey. Kitap ayracı ya da duvar süsü, ne olduğundan emin değilim ama ben pek sevdim. Bir şey Matildalı olur da sevilmez mi?
İngiltere'nin en eski, en ünlü şekerci dükkanlarından biri Hardy's. Bir arkadaşımıza yollamak için çikolata aldık buradan. Dükkanın içindeki renkler, kokular her şey o kadar şahane ki, anlatmak epey zor. En kısa zamanda bir daha gitmeyi planlıyorum.
Ve evet, tekrar okuyorum Harry Potter'ın son kitabını. Yanında da sade kahve. Bu kapak tasarımını görmemiştim, ben çok çok beğendim. Bu da bitince ne olacak bilmiyorum, bana acilen yeni seri bulmak lazım. Bu aralar Harry Potterlı, Yüzüklerin Efendisili günlerimi çok özlüyorum. Belki Taht Oyunları'na tekrar başlarım.
Ve Big Ben!
Cumartesi sabahı kahvaltısı. O kadar karanlıktı ki hava sabah olduğuna inanmak zor. Bu kitabı da okuyorum bir yandan, birilerini beklerken okumak için almıştım bir anda, sevdim. Büyük aile kahvaltılarını çok özlediğimi fark ettim.
Ve yine London Eye. Bu sefer daha yakından. London Eye fotoğraflarını çok seviyorum galiba (:
18 Aralık 2013 Çarşamba
KÜRESELLEŞEN TÜRK-İSLAMCI NURCULAR: GÜLEN CEMAATİ / Dr. Mustafa PEKÖZ
Ancak Eğer küresel sermaye’nin onayını ve desteğini arkasına alırsa Cemaat, AKP ile iç iktidar mücadelesinden çok daha kapsamlı bir çatışmaya hazırlanacaktır. Gülen’in kasetlerinden bunu görmek mümkün. Elindeki yargı, polis ve medya gücünü kullanarak hamlelere başlayabilir.
Gokyuzu9@aol.com
[1] OZDALGA Elizabeth, “Worldly Ascenticism in Islamic: Fethullah Gulen’s Inspired Piety and Ac- tivism”, Critique, 2000, sayı: 17, syf:24-28.
[2] GÜLEN, “At the Threshold of a New Millennium”, The Foutntain, No:29, 2000, syf: 24
[3] ERDO⁄AN Latif, Fethullah Efendi: Küçük Dünyam, Ad. yay. İstanbul, 1995, syf: 67
[4] YAVUZ, age, syf:297.
[5] AKMAN Nuriye, “Fethullah Gülen’le Röportaj” Sabah gazetesi, 25-30 Ocak, 1995.
[6]YAVUZ Hakan M., “Neo-Nurcular: Gülen Hareketi”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce/İslamcı- lık, Cilt;6, İstanbul, 2004, syf:296.
[7] YAVUZ, age, syf:301-302.
[8] age, syf:24.
[9] ESPOSİTO John, İslam Tehdit Efsanesi, Ufuk kitapları yay. İstanbul, 2002, syf:167.
Azmin Muhteşem Örneği - [Buz Devri - Scrat :)] (VİDEO)
Sanırım Scrat'ten almamız gereken çok ders var. :)
Kaynak: Network Marketing
Bir Müziğin Hissettirdikleri
17 Aralık 2013 Salı
Gördüklerimiz… Yaşadıklarımız… Kırılganlığımız… / Misak Tunçboyacı
Kırılganlığı başka herhangi bir sonuçtan çok daha iç kıyıcı, çok daha yıkıcı ve tahribatın boyutunu göstere gelen bir edim olarak tanımlamak mümkündür. Yok, yere değil muktedir eliyle handiyse bile isteye, göstere göstere yapılan her tahakküm öznesinde / öncesi ve sonrasında / varlığı artan bir edimdir kırılganlık. Biteviye biçimlendirmelerin nihai ayrışımlardan başka bir sonucu vaat etmediği bu yerde yıkımın kendisidir kırılganlık.
Herkesin ve her şeyin tekillikten ibaret, tek parça yapılandırıldığı, bellendiği, tek tipleştirilmiş, tornadan aynı çıkmış olduğunun avaz avaz duyurulduğu bu yerde, bu zamanda asıl nerelerden darbe aldığımızın vesikasıdır o kırılganlık. Her hamlede bir hezimetin sunulduğu, onca hezimetin hepsinin bir potaya, bir güne dâhil edildiği bir yerde nefes aldığımız anlarda varlığını göstere gelendir kırılganlık.
İradenin Allah’ın her günü sınava dönüştürüldüğü bu ülkede ve demokrasinin en ilerisinde asıl derdin her ne olduğunu bildirendir kırılganlık. Merkezin tamı tamına ortaklığın müşterekin lime lime edilmesinin karşılığıdır kırılganlık. Çokluğun linç edildiği, sözün beş kuruş etmez hallere havale edildiğini gösteren yansılardan, tavırların bile isteye yara açmak, yaraları deşmek ve daha fazla kırmak, dökmek, unufak edip yok etmek üzerinden şekillendirildiğini muştulayandır kırılganlık.
Yaşıyor muyuz bahsinin neden bu kadar sıklıkla karşımıza çıktığını anlamlandırabilmek için de önemli bir edimdir kırılganlık. Her türlü hak mahrumiyeti söz konusu olduğunda onu başkalarına, başka örneklere; öncüllere referans etmeye gereksinim bıraktırmayacak seviye ile yeniden dönüştüren, danışıklı dövüşlerle üzerimize salan bir muktedir algısının enikonu en kuvvetli olduğu en gözünü kararttığı meseledir kırılganlık.
Çoğunluğun beklentilerinin yüzde hesaplarıyla akıllara nakşedilmiş olanla her defasında söylenen yüzde ellilere karşı yüzde elliler ile ifade edildiği bir yerde, ifşaatın sınırlarında olan bitenlerin bunca vurdumduymazlık ile karşılanmasındandır kırılganlık. Her ne oluyorsa oluyor ama muktedirin yoluna engel olarak belledikleri, karşısına yüzdeleri çıkarta geldiği, istatistikî rakamlardan, lobilerden, fobilere arası hiç boş kalmayan yaftalamaların mekânına sahiplik eden bir meseledir kırılganlık.
Döküp, kırdıkça illa bu şiddetle değil sözün en sukut halinde bile kendini gösteren bir menzildir değindiğimiz. Acıyı kanatmaya devam eden, acıları bir politik mesel olarak çekiştirip, sündürüp, pejmürde eden yetmez amma lime lime ettiği her meselede olduğu gibi bundan da mağduriyet kotarmaya girişen bir ülkenin esaslarından birisidir kırılganlık. Onca söze karşılık hepimize bildirilen bir nihai sonuçtur çok daha açık ifadeyle; kırılganlık kalemimizin kırılmasıdır.
Tahakkümün biyopolitik söylevin geçer akçe bellenmesinden bugüne kadar ilerleyen her dönemeçte, her yirmi dört saatlik süreçte yeniden ve yeniden yapılandırılan, kırılan kalemler çoğaldıkça yekten her şeyi küçük kıyametler ile halletmeye hazır ve nazır bir aklın tezahürüdür… Gördüklerimiz… Yaşadıklarımız… Kırılganlığımız.
Henüz her şeyin tamama erdirilmediği bahsinin yükseltildiği her şeyin başlangıcında olduğumuzun ilanının aralıksız duyurulduğu bir yerdeyiz. Şimdi karanlığın modern zamanlardaki en gerçek-en keskin halindeyiz. İkamet ettiğimiz o nokta, bugünün şartlanmışlıklarda dünü kendine örnek aldığı her alanda muktedirin gerçek niyetini anlamlandırmaya yardımcı olacak çıkışlara, çıkarsamalara ev sahibidir.
Soluk almak söz konusu olduğunda o duruma bile menfi ya da müspet diye görüş bildirilebilecek bir yapının ta kendisidir denkleştirmeye çalıştığımız. Dün Gezi’de olanları bir biçimde sindiremeyenlerin bugünün politik ikliminde bütün bu halk kalkışmasından kendine en makbul anları iç etmek için kullana geldiği bir yapımın ta kendisidir. Her şeyi tükettirirken o isyan güncesini de, o güncenin içerisinden hayatlarımıza dahil olan söz etme gayretini de, cesaretini de yerle yeksan edebilmek, biri bitmeden bir başka fena ya da kötüye yol verebilmek için tercih edilenleri dosdoğru göstermektedir.
Kırılganlık yok yere değildir hani her gün aynı cümleleri kuruyormuşuz gibi görünse de her günümüze eylenenleri yan yana, üst üste istiflediğimiz sözleri bir kere daha gözden geçirdiğimizde bu kırılganlığı, bunca ceberutluğun sonucunda olanları fark edebilmek mümkün olacaktır. Nihayetinde bilindik kılacaktır. Her şeyi dönüşüm paravanının arkasında ağır aksak, sessiz sedasız ama mutlak bir biçimde sindirmeye amaç edinen ülkünün her neye yol verdiği böylelikle bir kez daha anlaşılacaktır. Bir kez daha hayatın elimizden çalınmasının farklı eksen ve çıkarsama ile kotarılan halleri tehditleri ve daha fazlası artık bilinesi, duyulası ve anlaşılasıdır.
Yara her yanımızı kapsamaktayken, yaygınlaşırken Berkin Elvan’ın başına getirilenlerin muallâkta konulmasıdır. Yahut ta Ali İsmail Korkmaz davasının akıbetinin şehirden şehre seyyahlığı, her yerde aynı kayıtsızlığın cismanileştirilmesidir. Elbette uyumaktan herhangi bir adalet tecelli edemeyecek hale dönüşmüş hâkimlerin bulunduğu Ethem Sarısülük’ün davasıdır bu mesel aynı zamanda.
Kilitli kapıların ardında davası gerçekleştirilen Mehmet Ayvalıtaş’ın kıyamıdır düşünülmesi gereken. İnadına damdan düştü denilerek karartılmaya en başından bu yana devam edilen Ahmet Atakan’ın katledilmesinin ardında olanların karanlığıdır sorgulanması gereken. Hala ve inatla Lice’de katledilen Medeni Yıldırım’ın Kalekol nam barışırken bile savaşmaya devam edeceğini deklare eden bir devlet aklına kurban edildiğini hatırlatmaktır vesselam.
7 Aralık’ta Gever’de Gerilla mezarlığına yapılan saldırılara yönelik protesto gösterilerinde Mehmet Reşit İşbilir’in ve Veysel İşbilir’in kolluk kuvvetince katledilmesinin, sanayi işçiliğinden terör örgütü üyesi olarak atfedilmelerine kadar bir dolu hazin olanın birlikteliğidir bir kez daha söylenmesi gereken. Yalanlar imal edilmeye devam edendir! Bir kaç gün sonra Bemal Tokçu’nun da İşbilir’lerin cenaze töreninde katledilmesidir zerre abartısız. Sözüm ona ileri demokrasi güncesinde gerisin geriye 90′lı yıllar yeniden gerçekliğimiz kılınmaktadır.
Kırılganlık, bütün bunlardan çok daha fazlasında elbette görünecektir. Birinin sözü diğerinin davasının akıbeti, bir diğerinin kenti veya semti talan edilmekten kaçınılmayacak bir bedel olarak önümüze her dem çıkartılacaktır. Neyin bedelidir sorgusunun daima uzağında tutulacağımız bir heyula. Her günümüz kıyametin başka bir şeceresiyle donatılırken insana kastın, doğaya kıyımın birisi diğerinden farksız hazin tavırların, asap bozucu yargıların ve yaftalamaların arasında ve ortasında kırılganlıktır çoğalan.
Her şeyin ve her günün bunca kör, bunca şirazesinden çıkmış olan bir devlet mekanizmasının insafına terk edildiği bir yerde yaşayabilmek amaların ve fakatların koynunda değil, şüphelere tam da istenildiği her dem bahsedildiği gibi ayrışarak değil sözü işiterek, yarayı görerek, önemseyerek mümkün olacaktır. Kırılganlık meseli laf ola beri gele bir mesel değildir. Her canımız yakıldığında, her günümüz karartıldığında, her birimizin kıyısında dolaşmaya devam eden lanetli gölgenin karşısına çıkıp hesap sorabilmenin gerekliliğidir hatırlanmasıdır en elzem olan, gerekliliğimizdir.
Aslolan ne kimliklerimiz, ne aidiyetlerimiz, ne şu ne buyumuzdur. Belki de en gerekli olan, öncelikli olan şey sesimizdir içimizden ta içimizden yükselmeye devam eden. Bunca kırılmaya, bunca hakaret, tehdit ve tenkitin ve kıyamın kıyısında sestir hepimize bu kırılganlığı aşabilmeye yardımcı olacak ötesi değil. Meram kısıtlandırılmış meram örselenmeye devam edilen, harap, viran eylemeye devam eden ömrü çalmaya, hayatı yok etmeye ant içenlere inat, inadına bir Pir Sultan Abdal deyişidir;
Ulu mahşer günü olur divan kurulur
Suçlu, suçsuz gelir orada dirilir
Piri olmayanlar anda bilinir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
9 Aralık 2013 Pazartesi
En güzel resimli çocuk kitapları listesi
4 Aralık 2013 Çarşamba
Okuyan Kedi Tumblr'a geri döndü
okuyankedi.tumblr.com