31 Aralık 2013 Salı

2008'in En İzlenesi Filmleri

Bugünden geçmişe doğru giden film listeleri hazırlayacağımı söylemiştim ve ilk sırada 2008 vardı. Ve işte karşınızda o liste. Listedeki filmlerden bazılarını izledim, bazılarını ise hala izlemeyi planlamaktayım. Filmler arasında eleştirmenler tarafından çok çok beğenilenler de var, epey hayal kırıklığına uğratan da. Br dilmin benim hazırladığım listeye girmesinin en temel sebebi benim kişisel meraklarım elbette (: Umarım siz de kendi zevkinize göre filmleri seçip izlersiniz bu listeden.

Mamma Mia!In BrugesDoubtThe ReaderVicky Cristina BarcelonaWall-eThe Curious Case of Benjamin ButtonThe Dark KnightSlumdog BillionaireIron ManRachel Getting MarriedLet the Right One InThe Karamazov BrothersWinter in WartimeHappy-Go-LuckyThe DuchessThe Boy in the Striped PajamasSeven PoundsThe Chronicles of Narnia: Prince CaspianStep Brothers

30 Aralık 2013 Pazartesi

Sanna Annukka tasarımları ve diğer şeyler

Pazartesi günü, hiçbir işim olmamasını fırsat bilerek sırt çantamı alıp, içine Harry Potter serisinin son kitabını, fotoğraf makinemi, not defterimi, kalem kutumu,, telefon ve cüzdanımı atıp, attım kendimi sokağa. Hava kapalıydı, dedim içimden en fazla soğuk olur, kalın giyinirsem çok da üşümeden dolanırım etrafta. Esas hedefim, evime pek yakın olan London Bridge'e gidip fotoğraf çekmekti, daha önce gözüme kestirdiğim minik kafelerden birinde de kahve içerken Harry Potter okumak. Peki ne oldu? Minik bir fırtına çıktı. Önce rüzgar, sonra yağmur, sonra ikisi beraber. Klasik Londra havası ve onun küçük şakaları. Şemsiye de yoktu yanımda, ama inat ettim. Islanmak pahasına yürüdüm, o kafeye de gidip kitabımı okudum. Neden bu kadar uzattım lafı hiçbir fikrim yok. Neyse, sonra erkek arkadaşım geldi yanıma. Bazen aklımıza minik hikaye fikirleri geliyor, bu sefer dedik ki, konuştuklarımız havada kalmasın, bir yere not alalım bunları. Hop hemen bir Waterstones mağazasına girip yukarıda gördüğünüz defteri aldık. Böylece Sanna Annukka tasarımlarıyla yolum kesişmiş oldu.Geometrik desenler, renkler herkes gibi benim de aklımı başımdan alıyor. Finlandiyalı bir anne, İngiliz bir babanın çocuğu olarak tasarımlarında İskandinav etkilerini görmek çok da zor değil sanırım. Kendisi hakkında yaptığım ufak çaplı araştırmadan da Finlandiya'da geçen çocukluk yılları çıkıyor zaten. Sanna Annukka'nın desenleri bir çok yerde kullanılıyor, özellikle Fin tekstil markası Marimekko için yaptığı çalışmalar epey ünlüymüş. Vogue, Topshop ve Apple da Annukka tasarımlarını kullananlar arasında!Web sitesi şurada, ama ben pek çözemedim sanırım sitenin işleyişini bu yüzden Google görselleri yardımıma koştu. Siz de tasarımcının adını Google'a, Pinterest'e yazarsanız bir sürü güzel şey göreceksiniz. Ben en çok tahta kuşları sevdim sanırım. Şu sitede de son çalışmalarını, alttaki minik gri oklar sayesinde görebilirsiniz. Ve şurada da kendisiyle yapılmış bir söyleşi var, İngilizce. Böyle işte, bazen böyle tesadüfen şahaneli tasarımcılara denk gelince çok mutlu oluyorum. Bu fotoğrafı Instagram'da paylaşınca kalem kutusu merak edildi. Clairefontaine ürünü, basit ve son derece kullanışlı. Erkek arkadaşımda da siyahı var hatta. Cetvel bildiğimiz tahta cetvel, onu da Waterstones'dan almıştım. Minik ayıyı artık birçok insan tanıyor. Ayı ve dolma kalem ise Paperchase ürünleri.

28 Aralık 2013 Cumartesi

Sabrın Sırrı

Sabrın sırrı sevdiğiniz ve size inanan insanlarda gizlidir. Başarısızlığın ilk işareti insanların vazgeçtiği ve amaçlarını ‘imkansız’ olarak yaftaladığı anda gelir. Bu desteğe ihtiyaç duyduğumuz andır.Başarısızlığa uğramadan ve sevenlerinizin desteğini almadan gerçek başarıya ulaşmanız mümkün değildir. Duygusal kaynaklarınız tükendiğinde hayatınız boyunca kurduğunuz ilişkiler size destek olacaktır. Alacağınız destek, yıllar boyunca verdiklerinizi yansıtır.Duygusal destek karşılıklılık ilkesi ile hareket eder. Dağları yerinden oynatacak etkiyi yaratmak için en önemli stratejiniz uzun ömürlü ilişkiler kurmak olmalıdır.

27 Aralık 2013 Cuma

La fontenden masallar / Ruhi Uzunhasanoğlu

Kaç gündür la fontenden masallar dinliyoruz… Efendim bu operasyon dış güçlerle birlikte çeteci cemaatin işidir. Anladık.O kısmı anladık kardeşim. Beraber yürüdüğünüz,yürüttüğünüz cemaat denilen canavar şimdi sizi “ham” yapmaya çalışıyor. Bunu yazan,söyleyen,dillendiren  insanlara yine beraber “Zulüm ” yapmadınız mı ? Nedim Şener,Ahmet Şık ve bir çokları “Dokunan yanar” dediklerinde duymadınız bile. Başbakanın “Kitap bazen bombadan daha tehlikelidir” dediğini dün gibi hatırlıyoruz. O insanları cemaati anlatan kitaplardan dolayı, sabaha karşı çoluk çocuklarının gözleri önünde gözaltına almadınız mı ? Hapishanelere atmadınız mı ? Gerçekleri yazanlara daha dün hep beraber “Terörist” demediniz mi ? Şimdi bize neyin masalını anlatıyorsunuz. … Dış güçleri.karanlık odakları,faiz lobisini , uluslararası sermayeyi ,çıkar ilişkilerini bize ne anlatıyorsunuz. Bunlarla içli dışlı olan,memleketin bütün kaynaklarını “babalar ” gibi satan ve bunu da müthiş başarılı işler diye pazarlayan,övünen siz değil misiniz ? Yalandan Amerikaya posta koymayın.Yemeyiz. Paralel devlet diyorsunuz ya , Amerika , Devletin bütün belgelerini iki nüsha tutuyor elinde.Haberiniz yok muydu ? İktidara onların onayını alarak gelmediniz mi ? … Bakın,soruşturma kendilerine  doğru yönelince ne oldu ? Hukuk’un üstünlüğü masalı da bitti. Cumhuriyet tarihinde görülmeyen bir ” Devlet krizi” yaşanıyor. Savcılar soruşturma başlatmak için polis bulamaz halde. Madem masumsunuz bırakın mahkemeler işini yapsın. Öyle diyordunuz  yıllardır.Hayırdır ? Bakın her adımınızda biraz daha batıyorsunuz. Hep söylüyoruz.Hukuk ve adalet herkese lazım. Cehenneme giden yolun  taşlarını döşüyorsunuz .Bu defa kendinize. … Uzatmayalım.. Çok basit bir soru soruyoruz ; Hırsızlık yapılmış.Hırsızlık.Kutu kutu paralar var ortada. Bu nedir ? Kimin parasıdır ?Nereden gelmiştir ? Önce bu soruya yanıt verin.Lafı dolandırmayın. “Cambaza bak” numarasına karnımız tok. Çok alıştınız tabii.Bir yaygara,bir şamata unuturlar nasılsa. Sahi Deniz Feneri ne oldu ? (Bak unutmuyoruz.) Çok şükür aklı ve vicdanı özgür fazlaca insan var bu ülkede. Siz ancak  din illüzyonu ile kandırdığınız yandaşları oyalarsınız belki bir süre daha. Ama bir süre daha.

Her masalın bir sonu var usta.

26 Aralık 2013 Perşembe

Yeni yılda izlemeyi planladığım 50 film

Film evreni, sinema hala bana epey uzak. Her sene daha iyi bir izleyici olmak adına kararlar alıyorum ama sonuçta pek değişiklik olmuyor. Neden böyle hiç bilmiyorum. Seviyorum da aslında film izlemeyi. Vakit ayıramıyorum sanırım. Hani olan vaktimi de şahane faydalı değerlendirmiyorum. Her neyse, ben yine bir umut yeni yılda izlemek için koskoca bir liste hazırladım. Biraz değişik bir liste.Öncelikle, toplamda 50 film olmasını istedim. Son 5 yılın (2009-2013) tek tek en iyi film listelerine baktım. Kendi zevkime göre her yıldan onar tane seçtim. Farklı türleri dahil etmeye çalıştım. Ben sonuçtan epey memnunum.Kim bilir, belki yine çok başarılı olamam film izleme konusunda ama listenin sizin işinize yaraması ihtimaller arasında. Olur da içlerinden izlediğiniz varsa yorum bırabilirseniz filme dair, pek sevinirim.Yeni yılda hep mutlu sonla bitmeli, bol gülmeli, üstteki şekerler tadında filmler izlemeniz dileğiyle.2013The HobbitStar Trek into DarknessDespicable Me 2The Great GatsbyOz: The Great and PowerfulGravityThe Best OfferStokerSide EffectsThe Conjuring

2012

FrankenweenieTiny FurnitureMoonrise KingdomSilver Linings PlaybookAmourThe Cabin in the WoodsPrometheusLes MiserablesThe Perks of Being a WallflowerRuby Sparks

2011

We Need to Talk About KevinCafe de FloreIn DarknessThe Adventures of Tintin: The Secret of the UnicornMelancholiaHugoHannaJane EyreSherlock Holmes: A Game of ShadowsFootnote

2010

Black SwanHow to Train Your DragonThe King's SpeechToy Story 3Winter's BoneThe Kids are All RightDespicable MeThe Social NetworkTangledEasy A

2009

UpAvatarWhere the Wild Things Are500 Days of SummerAway We GoPetit NicolasThe Imaginarium of Doctor ParnassusMary and MaxA Serious ManWhip It

Kopyalamanın Gücü ve Zaman Kaldıracı

Bugün sizinle, oldukça hızlı büyüyen, uzmanlar tarafından övgüyle bahsedilen, farklı farklı kesimler tarafından benimsenen Network Marketing iş modelini diğer sektörlerden farklı ve güçlü yapan iki özelliğini inceleyeceğiz; Kopyalama ve Zaman Kaldıracı..

Zenginliğe Giden Yol; Kopyalama..

network marketing kopyalama, katlamanın gücüÖncelikle kopyalamanın gücünden bahsetmek istiyorum.. Network Marketing sektöründeki kişilerin kopyalama diye adlandırdığı bu kavrama “katlama” da diyebiliriz. Kopyalamanın/katlamanın gücünü sıkça verilen şu örnekle anlatabiliriz; varsayalım ki, size iki seçenek sunuyorum, şuan vereceğim 1 milyon lirayı mı istersiniz, yoksa kendini 30 gün boyunca katlayan 1 lirayı mı? İlk bakışta 1 milyon, 1 liradan -kendini katlayan ifadesi bulunsa da- küçük gözüküyor. Hâlbuki kendini katlayan 1 lira, 20. günde 1 milyonu geçiyor. Bu katlama faktörünü kendiniz 3 veya 2 ile katlama hesaplaması yaparak da gözlemleyebilirsiniz. Mesela, 1 lira 20 günde 1 milyon oluyor ama büyük rakamlar son 3-4 günde oluşmaya başlıyor. Ve 30. günde ne oluyor biliyor musunuz? 1 milyarı geçiyor. Kısacası katlama faktöründe mükemmel bir güç vardır. İş dünyası için düşünürsek, katlama faktörünü aktif kullanmak bir ağ ile mümkündür. Katlama faktörünün bariz bir şekilde gözlemlendiği alanlara franchise(bayilik) sistemleri(Burger King, Starbucks vb.) ve kullanıcı bazlı internet projeleri(Facebook, Twitter vb.) örnek verilebilir.

Katlama faktörünün en mükemmel işlediği ve gözlemlendiği yer hiç şüphesiz Network Marketing iş modelidir. Katlama faktörü Network Marketing sektörü içerisinde genelde kopyalama olarak adlandırılır. Network Marketing işinde kopyalama mantalitesi basittir; işi öğrenirsin, ekibine dâhil ettiğin kişilere de öğretirsin ve öğretmeyi öğretirsin. Azim ve sabırla çalışarak bir süre sonra kopyalanarak/katlanarak büyüyen bir ağ oluşturabilirsin.

Özgürlüğün Diğer Adı; Zaman Kaldıracı..

zaman kaldıracıGelelim zaman kaldıracına, kopyalama ile ilişkili farklı bir kavramdır. Zaman kaldıracını “İş gücünüzün dışında kalan iş gücü/gelir kaynağı oluşturmak” diye tanımlayabiliriz. Bir nevi “para için çalışmak yerine zaman için çalışmak” da denilebilir. Yani siz şuan öyle şeyler yapacaksınız ki, ilerleyen zamanda sizin iş gücünüzün dışında size ait bir iş gücü (gelir kaynağı) oluşacak. Zaman kaldıracına uygun proje veya sektör örnekleri verebilirdim fakat zaman kaldıracını çalıştırmak daha çok işin kendisine değil, sizin planlamanıza bağlıdır. Örneğin, bir şirket kurdunuz ve gerekli çalışmalarla zaman içerisinde iyi bir noktaya getirdiniz. Şirketinizdeki çalışan sayısı 100 olsun, her kişinin günde 8 saat çalıştığını varsayarsak sizin şahsi iş gücünüzün haricinde kalan iş gücünüz günlük 800(8x100) saattir. Buradaki püf nokta şudur; Kurduğunuz sistem siz olmadan işliyorsa zaman kaldıracını aktif ve gerektiği şekilde kullanmışsınızdır. Sistemin –uzun vadede- iş gücünüze bağımlı kalmaması çok önemlidir.

Katlama faktöründe olduğu gibi zaman kaldıracının da en iyi kullanıldığı iş modeli Network Marketingdir. Fakat çok önemli bir nokta var; Network Marketing işinde ekibinizdeki insanlar sizin zaman kaldıracınızı oluşturduğu gibi, kendilerinin de zaman kaldıracını oluştururlar. Bu da Network Marketingi eşsiz yapan bir durumdur. İnsanlar burada bir veya birkaç kişi için çalışmaz, herkes birbirine güç verir, birbiri için çalışır.

Özetle, Network Marketing, Kopyalama ve Zaman Kaldıracı kavramlarından dolayı özgürlük ve zenginlik fırsatı sunan en iddialı iş modelidir. Bu iş modelinin ilerleyen yıllarda çok daha parlak yerlere geleceği, girişimcilerin gözdesi olacağı şüphe götürmez bir gerçektir.

Son olarak şunu hatırlamakta da fayda var; “Network Marketing, insanları zengin ve özgür yapmaz; zengin ve özgür olmak için gerekli ortamı ve fırsatı sunar.

Kaynak: Network Marketing

24 Aralık 2013 Salı

Derin Yara / Akın Olgun

Bazı yaralar iyileşmez. Ruhunuza bir ömür boyu yerleştirilmiş, yaralardır onlar. Ne zaman kanayacağını, ne zaman sizi acıtacağını bilemezsiniz. Bir an, bir sessizlik, bir görüntü, bir ses, bir çığlık. En çok da duydugunuz çığlıklar…“Diri diri yaktılar” diyen kadın sesi. Her yılın, 19 Aralığında içinize bırakılmış tüm acıları ayağa kaldırıp, derin bir boşluğa bırakır. (Artık tutunduğunuz her kadının, biraz yanmış olduğu duygusu kaplar içinizi.) Düşersiniz hiç durmadan, alabora olursunuz, insansızlığın dalgalarında. Tek tek geçer, gözünüzün önünden yüzleri. Bedeni kavrulmuş, kömür olmuş, ezilmiş, iğdiş edilmiş dost, arkadaş, yoldaş yüzleri. Tanıyamazsızsınız hiç birini. Öyle ezilmiş, öyle parçalanmıştır ki, “Kimdi acaba o?” dersiniz ama; bilirsiniz içimizden, içinizden biriydi onlar.

“Teslim olun ” diyordu, karanlığın arkasından bir ses. “Teslim olun, söz veriyoruz başınıza hiç bir şey gelmeyecek.” Her şeyi yaptıktan sonra hiç bir şey yapmayacaklarının sözünü veren o kalın metalik ses.Dışarıda ise çırpınan ailelerin çaresiz yüzleri. Cezaevinin içine asker taşıyan cemselerin önüne kendini atarak, “Önce bizi ezin” diyen, anneler ve homurtusuyla yürüyen o demir yığını aracın egzos dumanı. Devletin, insan öğüten dişlerinin arasından sızan kan, barut ,beton parçaları ve enkazın tozları arasında sırtta taşınan devrim bedenleri.

Diri diri yakılan kadınların, kömürleşmiş vücutları, geride kalanların ise erimiş tenleri. Yüzlerinden ve bedenlerinden bir naylon gibi eriyerek akan o ten.“İçlerine şeytan girmişleri, şeytandan kurtarma operasyonu” diyen, Ecevit’in tikine asılı kalan korkunç buluşun acımasız operasyon izleri. Ve izler yalan söylemez. Bakabiliyorsanız eğer, her yerde onlar.

Bir şair, bir yazar, cuntalar görmüş, cezaevine konulmuş ” kontgerilla var” diyerek, adı dağlara taşlara yazılmış bir adamcık. Ezilenin ezilene sunduğu, zulüm ne kadar da ağır. Titreye titreye ölmek düştü, ona da.

Asker avlusunda betona yığılmış, yaralı bedenlerin üzerinde yürüyerek, sek sek oynayan esmer asker ağırlığı. Acı değil, asıl çekilen, onuru kırılmış olmanın ağır düşüşü. Gazla, mermiyle, sopayla, tekmeyle, panzerlerle, ne idüğü belirsiz gazlarla, Skorsky helikopterler, binlerce asker ve özel harekatçı tüm dünyanın gözü önünde eşitsiz bir “çatışma”nın zafer ilanını yapıyordu, o büyük yalan ve geride tarihin en bilindik izi yani; ezilenlerin pıhtılaşmış kanı duruyordu. Üstünde postal izleri, üzerlerinde ulusal manşetler, üzerlerinde büyük puntolarla “hayata döndürüldüler” sırıtışları. Devlet adamlığı hep tebrik ister ya, tebriklerle sarılıp, öpüşüp, koklaşıp kutladılar, zalim eserlerini. Oysa tarih uyumuyor, kaydediyordu tüm yaşananları.

(Bugünlerde üç beş tank yürüdü diye, mazlum sığınağı örüp, içine sermaye dolduranlar, o gün alkış krizine yakalanmış “yakın bu cadıları” histerisiyle tebrik kuyruğuna dizilmişlerdi. Hatırlamayı ve birilerinin hatırlatmasını sevmiyorlar onlar ama; hep hatırlatacağız)

İçeride gerçeklik duygusunun izleri silinmiş, hayal ile gerçeklik arasında an’lar kalmıştı. “Devlet içerinin gücünü abartmış” diyerek, dövüşmeye “hazır”lanmış bir direnişin iç sorumluluğu hiç konuşulmadı ve konuşulmayacak belki bir on yıl daha. Çünkü konuşmak, üzerine kurulmuş koca bir dünyanın altında kalma riski taşır. Oysa bu risktir, gelecegi sağlama alacak olan. Yanılsamalar, dokunulmaz bir kutsaliyet içine sokuldukça gerçek ama; sadece gerçek gecikecek belki o kadar.

Her iktidar, alfabenin harfleri ile açtığı cezaevlerini kokteylli basın tanıtımı yaparak başlıyordu işe. “İnsan için” diyorlardı. Tutsakların insan olduğunu hatırlayıveriyorlardı, her cezaevi açılışında. Meyve sularını ve hazırlanmış kanepeleri midesine indiren basın ise ertesi gün bu cezaevlerini öve öve bitiremiyor, koğuşlara, hücrelerin içindeki masalara konan yapay naylon çiçeklerin resimlerini dayayıp, “haber” geçiyordu. Cezaevi övmenin görgüsüz bir ayılık oldugunu kanıksayarak hem de. O naylon çiçekler gibi yapaydı, duyguları çünkü…

F-Tipi cezaevleri işte böyle sunuldu, kamuoyuna. Ring araçları operasyondan kalanları zincirleyip, bu canavarın ağzına taşıdı, hiç durmadan. Kapıda resmi ve siviller, ellerinde ameliyat eldivenleriyle tutuyorlardı, coplarını. Tutsakların bileklerine geçirilmiş, zincirlerden tutup, hızla canavarın içine doğru taşıyorlardı. Bir anda, yok oluyordu giden. Canavar, hiç doymuyordu. İçeride, korkunç bir işkence, insan etini parçalıyordu.

Aylar, mevsimler, yıllar devrildi. Balya balya tabutlar çıktı, F- Tiplerinden. Açlığın, kuş tüyü kadar hafiflettigi bedenler. Yüzlerce hafızasız tutsak, yoksul ailelerine teslim edildi. Yüzlerce insan, bu travmayla hayatın kenarına itildi.

Kalan sağlar bizim olmadı, olamadı.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Bu hafta Instagram

Bundan sonra Instagram'da paylaştığım fotoğrafları bloga da koymaya karar verdim. Belki hoşunuza gider bol Londralı kareler (:

Burada sevdiğim peyniri bulmakta epey zorlandım. Sonunda çocuklar için epey süslü paketlerde satılan bu yuvarlakları buldum. Kaşar ve krem peyniri arası bir tadı var. Paketleri tadından daha leziz bana kalırsa.

Şeftalili ürünlere her zaman zaafım oldu. Bu duş kremi ise bugüne kadar en başarılı bulduğum şeftali kokusu taklidi sanırım. Hani epey eskiden şeftalili Spice Girls lolipopları vardı, içinden çıkartma çıkardı. İşte o kokunun aynısı.

Neredeyse iki gün aralıksız mektup yazdım. Yılbaşı tebrikleri de eklenince neredeyse bir tükenmez kalemi yarıladım. Yoruldum ama sonuçtan memnunum.

Bu aralar yine çok fazla çay ve kahve içiyorum. Geçen sene kahveye koyduğum şekeri pat diye sıfırladığımdan beri içim rahat bir şekilde içiyorum ama içmemeliyim. Bu konuda kendimden şikayetçiyim. Sanırım tek 'kötü' alışkanlığım kahve ve bazen çay.

Bu hafta güzel gezdik tatili fırsat bilip. Havada bir değişiklik yok, gri ve soğuk. Karşınızda ünlü London Eye. Binemedik hala, önünden geçip duruyoruz sadece. 

Londra'nın en sevdiğim parklarından biri. St.James Park. Diğer parklara nazaran daha dağınık, daha az planlı. Bu nedenle çok daha doğal. İçinde bir de minik göletler ve yüzlerce sincap var. Ördekler de var hatta. Hava kapalı olmasına rağmen çok güzel dolaştık, keşke yanımızda yiyecek bir şeyler olsaydı da sincapları besleseydik dedik, evet o kadar evcilleşmişler (:

Koca kuyruğuyla tombul bir sincap yine bir şeyler kemiriyor.

Nadir güneşli günlerden birinde uzun yürüyüş sırasında kendimizi şehrin en turistik yerlerinden birinde, St.Paul's de bulduk. Çok heybetli bir bina, bak bak bitmiyor. Güneş tam da burada biraz kemiklerimizi ısıttı.

Waterstones'da bulduğum Matildalı şey. Kitap ayracı ya da duvar süsü, ne olduğundan emin değilim ama ben pek sevdim. Bir şey Matildalı olur da sevilmez mi?

İngiltere'nin en eski, en ünlü şekerci dükkanlarından biri Hardy's. Bir arkadaşımıza yollamak için çikolata aldık buradan. Dükkanın içindeki renkler, kokular her şey o kadar şahane ki, anlatmak epey zor. En kısa zamanda bir daha gitmeyi planlıyorum.

Ve evet, tekrar okuyorum Harry Potter'ın son kitabını. Yanında da sade kahve. Bu kapak tasarımını görmemiştim, ben çok çok beğendim. Bu da bitince ne olacak bilmiyorum, bana acilen yeni seri bulmak lazım. Bu aralar Harry Potterlı, Yüzüklerin Efendisili günlerimi çok özlüyorum. Belki Taht Oyunları'na tekrar başlarım.

Ve Big Ben!

Cumartesi sabahı kahvaltısı. O kadar karanlıktı ki hava sabah olduğuna inanmak zor. Bu kitabı da okuyorum bir yandan, birilerini beklerken okumak için almıştım bir anda, sevdim. Büyük aile kahvaltılarını çok özlediğimi fark ettim.

Ve yine London Eye. Bu sefer daha yakından. London Eye fotoğraflarını çok seviyorum galiba (:

18 Aralık 2013 Çarşamba

KÜRESELLEŞEN TÜRK-İSLAMCI NURCULAR: GÜLEN CEMAATİ / Dr. Mustafa PEKÖZ

Gülen cemaati sadece Türkiye’nin iç politikasında tartışma gündemine girmiş bulunmuyor, aynı zamanda uluslar arası alanda da tartışılan ve dikkatle izlenen bir harekettir. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek politikalarda etkin olmaya başlayan Gülen Hareketinin belirleyeceği stratejisi aynı zamanda bölgesel denklemin Türkiye yönünü belirlemede önemli bir faktör olacaktır. Saidi Nursi geleneğini takip ettiğini söyleyen, ancak küresel düzeyde, ekonomik ve politik bağlara sahip olan, buna uygun bir örgütleme modeli yaratan Gülen Hareketinin ayrıt edici özellikleri anlamak giderek önem kazanıyor.  Said Nursi’nin fikirlerinin takipçisi olduğunu iddia eden ve görüşlerini kendisine özgü bir tarzda yorumlayan Gülen, entelektüel düzeyde gelişen İslamcı düşüncenin toplumun geneline yayarak etkin kılınması için önemli bir çaba içerisine girdi. Böylece, birincisi, İslamcılığın toplumsal bir örgütlenme modeli olarak ‘özel ve kamusal’ gibi her iki alanda yaşam bulması için Nursi’nin de özel olarak benimsediği ‘İslami aydınlanma’ projesini uygulamaya büyük bir önem verdi. İkincisi, Gülen, Nursi döneminin tarihsel ve sosyal koşullarının nispeten değiştiğini bu nedenle Risale-i Nur Külliyatı’nın (RNK) yeniden yorumlanması gerektiğini belirtir. Üçüncüsü, kamusal alanın İslamlaştırılması için devletin merkezine yakın durmayı tercih eder ve örgütlenmesini buna göre belirler. Toplumun kendi öz değerlerine sadık kalınarak ekonomik, sosyal ve teknik değişim ve ilerleme olarak anlaşılan ‘modernlik’ Gülen’e göre kamusal alanda yenilenmiş bir İslami bilinç öngörür.[1] Dördüncüsü, Nursi’de belirgin olmayan ‘İslam’ın millileştirilmesi’ görüşü, Gülen tarafından ‘millilik’ olarak resmileştirilir. Böylece cemaat örgütlenmesini salt ‘ümmetçilik’ olarak değil, ‘ulus-ümmetçilik’ biçiminde yani ‘Türk-İslam’ olarak formüle eder. Beşincisi geçmişlerinden farklı olarak İslam’ın küreselleştirilmesine özen gösteren Gülen hareketi, ulusal ve küresel eksenli bir çalışmayı esas almaktadır. Küreselleşmenin getirdiği ideolojik-politik değişime kendisini uyarlayarak, küresel güçlerin politikalarına uyumu esas alır. Altıncısı, İslami cemaat toplulukları bölgesel ve uluslararası güçlerle çok yakın ilişkiler kuramadı ve daha çok içe kapalı bir politika izlemeyi esas aldılar. Gülen ise tersten bölgesel ve uluslararası ilişkilere çok önem vermektedir. Hatta gücünün ana kaynaklarından biri de uluslararası alandaki ilişkileridir. Yedincisi, kendilerini Neo-Nurcu akım olarak tanımlayan Gülen hareketinin öğrencileri, biçimsel ve içerik olarak, Gülen ile özleştirmeye büyük bir özen gösterirler. Kullandıkları sözcükler, davranış biçimleri, hitabet tarzı vs. birbirinin kopyası biçimindedir.Gülen, her döneme uygun geliştirdiği örgütlenme modelini ‘gönüllüler hareketi’ üzerinde yapmaktadır.  Toplumsal örgütlenme modeli olarak ‘dershaneler’ ile seçkin kadrolarının hazırlandığı ‘Işık Evleri’ Gülen’in geleceğin İslamcı ‘altın neslinin’ yetiştirildiği merkezler olarak ön plana çıkar. “Işık evleri, yurtlar, kolejler, , üniversiteler ve sivil toplum örgütleri” Gülen hareketinin temel yapısını oluşturmaktadırlar. Hem ulus-devlet merkezini, hem de Türk-İslam dünyasını yönetmeye aday “İslami düşünceyle yoğrulmuş milli kimlik sahibi” Türk-İslam sentezi perspektifine uygun kadroların yetiştirilmesi Gülen hareketinin öncelikli görevleri arasında bulunmaktadır. Bu bakımdan Gülen hareketinde eğitim çok önemli bir yer tutar. Modern çağa uyumlu, geleceğin ideal yöneticileri olarak lanse ettiği ‘altın nesilleri’ yetiştirmek için gençliği oldukça önemser. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında açtığı okullarla küresel Türk-İslam’ın misyonerlerini yetiştirmeyi hedeflediğini sıklıkla vurgularGülen hareketi, İslam’ı özel alandan çıkarıp kamusal alana egemen kılmak, sistemin merkez gücü haline getirmeyi temel bir strateji olarak benimsedi. İslamcılığı toplumsal dönüşüm projesi olarak kabul ettirmek için küresel entegrasyonu sağlamayı ve mevcut ekonomik-sosyal olanakları da kullanarak egemen bir güç yaratmayı hedefledi. Bunu yaparken, pragmatizmi İslamcılığın çıkarları için kullanmakta tereddüt etmiyor. Uzun yıllara dayanan bu örgütsel ve politik çalışmanın sonucu olarak Gülen cemaati sistemin önemli iktidar güçlerinden biri haline gelmesinde bu bakış açısının önemli bir etkisi var.Gülen hareketinin izlediği politika, hangi biçimde olursa olsun devlete yakın durmayı tercih etti. Dahası devlet içerisine nüfuz ederken, güncel politikanın dışında durma görüntüsü vererek siyasilerle iletişimini hep dolaylı kurmaya özel bir önem verir. Örgütlenme stratejisinin esasını devlet içinde örgütlenerek sistemi bütünlük olarak ele geçirme üzerine kurdu. Kadrolarına zamansız her çıkışın ‘ihanet’ olduğunu söyleyen, onların her istediğini ‘içiniz kan ağlasa da yapın ve böylelikle güven kazanın’ diyen Gülen, devletin iktidar gücünün önemli bir halkasını oluşturuyor ve son günlerde yaşanan çatışmanın bir tarafı olarak ön planı çıkıyor. Hatta hem devlet içinde ele geçirdiği güç merkezleriyle,  hem de “haberleşme ve seyahat vasıtalarının inanılmaz derecede geliştiği ve dolayısıyla dünyanın büyük, global bir köy haline geldiği günümüzde… elektronik, bilhassa dijital elektronik teknoloji, fertlere bile mahremiyet dairesi bırakmadığı”[2] biçimindeki söylemini iktidar olmanın bir şantajı/aracı olarak sıklıkla kullanıyor.Entelektüel bilgi ile pratiğin birleştirilmesine özel bir önem veren Gülen hareketi, kitlesel motivasyonu Türk-İslam sentezi etrafında çevreler. Bu, aynı zamanda ‘Müslümanların kimlik arayışında ortaya çıkan farklılaşmada, ‘Türk-İslam’ kimliğinde ‘Türklüğü’ ön plana çıkartmaktır. Bu yaklaşım, pozitivist-seküler olarak adlandırdıkları Kemalist rejimle buluşma noktalarını oluşturmaktadır. Bu bakımdan sanıldığı gibi Gülen, ideolojik olarak Kemalist hareketle çatışma halinde olmayıp, onunla birçok alanda ideolojik buluşma noktası bulunuyor. Gülen kendisini Nurcu olarak tanımlamakla birlikte Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç gibi milliyetçi-İslamcı kesimlerden çok daha fazla etkilendi.[3] Gülen’in milliyetçilik anlayışına göre “Türkiye’de yaşayan, Osmanlı geçmişini kendi geçmişleri kabul eden ve kendilerini Türk olarak gösteren Türk kabul edilmelidir.” Bununla Kemalistlerden daha farklı olarak Türklük alanını Osmanlıların tarihsel sınırlarına kadar genişletir.[4]   Bu özelliğiyle Gülen cemaati, esasen Türkiye’deki diğer İslamcı cemaatlerden ve hatta Erdoğan’ın temsil ettiği ‘Milli Görüş’ geleneğinden ayrılır. Diğer cemaatlerden ümmetçilik vurgusu, Gülen’de ise Türklük çok daha fazla çok daha ön plana çıkar. Bu nedenle Türk devletinin üzerinde şekillendiği üniter yapıyı tereddütsüz ve koşulsuz destekler. Böylelikle Türk devletini ‘din ile millet arasındaki bağın kurulmasının ve ideal Türk-İslam toplumunun yaratılmasının en önemli araçlarından biri’ olarak görür. Gülen, sürekli vurguladığı asr-ı saadet dönemini çağımıza uygun bir tarzda düzenleyebilecek olan ideal İslam toplumunun ancak Türk-İslam ülküsü tarafından sağlanabileceğini belirtir. Ayrıca Gülen hareketinin ideolojik gıdası haline gelen Türk İslam sentezi,  ‘komünizm ve teröre karşı devletin NATO politikasını’ çok açık olarak destekler.İslam’ı siyasal alanın bir konusu olarak görmediğini vurgulayan Gülen aynı zamanda politikanın gündelik sorunlarını İslam ile bütünleştirme çabasından geri durmaz. ‘İslam demokrasi, demokrasi İslam değildir’ der. Demokrasinin bir ‘teferruat’ olduğunu söyler. Demokrasiyi dünyanın yöneldiği bir sistem olarak görür ama Allah’ın düzeninin yerini asla tutmayacağını belirtir.[5] Gülen’in stratejisinde demokrasi yoktur, devleti Türkleştirmek-İslamlaştırmak vardır. Toplumsal özgürlüklere hiçbir vurgu yapmaz, ama söylemlerinde İslami kurallara dayanan bir hükümetin var olması gerektiğini vurgular. Bu hedefe varmak için diğer cemaatlerden çok farklı araçlar kullanır. Her dönemin dengelerine uyarak kendine alan açar, bunun için Haziran 1980’de ordunun darbe yapması çağrısında bulunur ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesini aktif olarak destekledi. Aranmasına rağmen, camilerde verdiği vaazlarında Kenan Evrene laf söyleyenin ‘dişini sökerim’ sözleri biliniyor. 1999 yılında Ecevit’e aktif destek vererek. Seçimlerde birinci parti olmasında ve hükümet kurmasında aktif bir rol üstlendi, diğer cemaatler 28 Şubat’a karşı tutum alırken, Gülen,  dolaylı destek sundu. Bu her adımı, kendisinin sistem içinde güçlenmesine olarak sağladı ve bugünkü mevcut iktidarı bütünlüklü belirleme noktasına geldi.Gülen’in modernlikten anladığı felsefi ve sosyolojik değil teknik bir durumdur. Amacı da küreselleşen dünyada “modern alanlarda İslam’ı etkin kılarak bireyi hem cemaat içinde üretmek, hem de bireyleri ve toplumu kontrol edecek ‘modern’ örgütsel ağlar inşa etmektir. Bu sebeple hareket bireyin özürlüğü ve yaratıcılığı konusunda son derece muhafazakâr olsa da Müslüman ve modern (örneğin modernliği tüketim anlamında) olmayı olanaklı görüyor mümkün görüyor.[6] Küresel alandaki gelişmeleri, toplumsal bir değişim olarak değil, teknolojik olarak görüp, örgütsel çalışmanın önemli bir aracı haline getirmesidir. Bu bakımdan her türlü teknik gelişmeyi iktidar gücü olmanın bir aracı olarak kullanmakta ve katı bir örgütlenme modelini oluşturmaktadır. Gülen hareketinin,  soldaki entelektüellere ve insan hakları savunucularına yönelik saldırılar ve özellikle siyasal düşüncelerinden dolayı çok yaygın tutuklanmalar karşısında devletin yanında yer alması, kendi politik stratejisiyle tam bir uyumu ifade eder.[7] Özellikle Kürt sorununda oldukça katı bir tutuma sahip olan Gülen, Kürtlerin toplumsal taleplerinin karşılanmasına esasen karşıdır. Her ne kadar ‘ana dilde eğitim verilmeli ki, biz Kürtlerin kendi dilleriyle damarlarına girelim’ demişte olsa, Kürtlerin, stratejik anlamdaki demokratik taleplerine karşı çıkmak bir yana, Kürtlerin ve Alevilerin ‘köküne kibrit’ atmasından yanadır. Politik çıkarlar ve dengeler içerisinde ‘demokratik’ bir sistemden bahseden Gülen, devlet kurumlarındaki örgütlenmesiyle, anti-demokratik mekanizmayı işletmede ve totaliter rejimi güçlendirme önemli bir rol oynuyor.Küreselleşmenin bütün toplumsal ilişkileri zorunlu olarak etkilediğini belirten Gülen, küreselleşen İslam’ın geliştirilmesi düşüncesini de gündeme getirir.  Ekonomik ve sosyal yaşamda meydana  gelebilecek bir değişimin İslam dünyasını da yönlendireceğini belirtmekle birlikte, İslam’ın toplumsal işlevinde reformlara kapalı duruyor. İslam’ın siyaset ve toplum ilişkisini daha çok küresel ilişkilerin yeni modern kavramları ile bütünleştirmeye yönelirken İslam’ın toplumsal değerlerinin özünde bir değişikliğe yönelmez. Örneğin türbanın İslam dünyası içinde bir teferruat olduğunu belirtirken, kadının toplumsal yaşamdaki eşitliğinden hemen hemen hiç bahsetmez.[8] Bu bakımdan küreselleşmenin ekonomik liberal eğilimlerini dikkat çekerken, toplumsal alanda İslamcılıkla çelişen özel bir durum katiyen izin vermez.Gülen hareketi, üzerinde yükseldiği sosyo-ekonomik taban da şekillendiriyor. Yeni ‘İslamcı’ kimlikli bir yönetici sınıfının oluşmasının çok önemli olduğunu vurgulayan Gülen, devletin yönetim ilişkilerinden ekonomik gücün belirleyici olduğunun farkındadır. Bu amaçla küresel sisteme adapte olmuş İslami sermayenin egemen bir sınıf oluşturmasına bütün gücüyle katkı sunmaktadır. Gülen cemaatinin ayrıt edici özelliği, genel olarak İslamcı bir sınıf yaratmaktan çok kendi sınıfını yaratmayı esas almıştır. Böylelikle cemaatin işadamları grubunu yaratarak küresel dünya ekonomisine bağımlı ülke içerisinde ekonomik gücünü oluşturmayı temel bir ilke olarak benimsemiş bulunuyor. Böylelikle farklı sektörlerde çok yaygın ekonomik birlikler kurması ve bunlar arasında sıkı ve merkezi ağlar örgütlemesi, onun stratejik bir güç olmasını sağlayan bir başka önemli faktördür. Bireysel girişimcilikten çok cemaatin kolektif ekonomik sistemi çok daha ön plana çıkıyor. Bütün bunları uygulamaya özen gösteren Gülen hareketinin genel olarak savunduğu düzen, kendisine özgü İslamcı bir karakter taşıyan kapitalist küreselleşmeye uyumlu neoliberal ekonomik sistemdir. Gülen hareketi, liberal piyasa ekonomisini açık olarak savunur, küresel sermaye ile ilişkilerini geliştirir, diğer birçok İslami gruptan farklı olarak ‘Türk milliyetçiliğiyle serbest piyasa ve modern eğitim temalarına birlikte vurgu’ yapar.[9] Uluslararası küresel güçlerle olan ittifak içerisinde, devletle iç içe geçerek Türkiye’nin siyasal iktidarını aşamalı olarak değiştirmeyi ve İslam dünyasını bir vakum gibi saracak bölgesel Türk-İslam eksenli bir güç haline getirmeyi ana hedef olarak seçmiş bulunan Gülen, bun sürecin son halkasını tamamlamak üzere gibidir. Bunun tamamlanıp tamamlanmaması tamamen bölgesel ve uluslar arası güçlerin çıkarları ve stratejik yönelimleri belirleyecektir.

Ancak Eğer küresel sermaye’nin onayını ve desteğini arkasına alırsa Cemaat, AKP ile iç iktidar mücadelesinden çok daha kapsamlı bir çatışmaya hazırlanacaktır. Gülen’in kasetlerinden bunu görmek mümkün. Elindeki yargı, polis ve medya gücünü kullanarak hamlelere başlayabilir.

 

Gokyuzu9@aol.com

[1] OZDALGA Elizabeth, “Worldly Ascenticism in Islamic: Fethullah Gulen’s Inspired Piety and Ac- tivism”, Critique, 2000, sayı: 17, syf:24-28.

[2] GÜLEN, “At the Threshold of a New Millennium”, The Foutntain, No:29, 2000, syf: 24

[3] ERDO⁄AN  Latif, Fethullah Efendi: Küçük Dünyam,  Ad. yay. İstanbul, 1995, syf: 67

[4] YAVUZ, age, syf:297.

[5] AKMAN Nuriye, “Fethullah Gülen’le Röportaj” Sabah gazetesi, 25-30 Ocak, 1995.

[6]YAVUZ Hakan M., “Neo-Nurcular: Gülen Hareketi”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce/İslamcı- lık, Cilt;6, İstanbul, 2004, syf:296.

[7] YAVUZ, age, syf:301-302.

[8]  age, syf:24.

[9] ESPOSİTO John, İslam Tehdit Efsanesi, Ufuk kitapları yay. İstanbul, 2002, syf:167.

Azmin Muhteşem Örneği - [Buz Devri - Scrat :)] (VİDEO)

Sanırım Scrat'ten almamız gereken çok ders var. :)

Kaynak: Network Marketing

Bir Müziğin Hissettirdikleri

(Albinoni’nin Adagio’sunu dinlerken aşağıdaki kelimeler döküldü… ve paylaştım.) Gitme vakti gelmişti.Ama daha pek çok güzel şeyi yaşamamıştık bile.Fakat dünya o kadar da adil değildir. Ya da biz mi korkağız bilemiyorum?Keşke yeni biri ile tanıştığımızda geçmişimizi de taşımasak yanımızda.Her şey o zaman daha güzel olur.Herkes doğasını anlayabilse ve kendini teslim edebilse… ve yapması gerekeni yapsa.Fakat sosyal varlıklarız aynı zamanda. Başkaları ne der?Onaylanma ihtiyacımız atacağımız adımlarda ‘başkalarının düşüncelerini’ çok önemsememizi sağlar.Belki de ...

17 Aralık 2013 Salı

Gördüklerimiz… Yaşadıklarımız… Kırılganlığımız… / Misak Tunçboyacı

Kırılganlığı başka herhangi bir sonuçtan çok daha iç kıyıcı, çok daha yıkıcı ve tahribatın boyutunu göstere gelen bir edim olarak tanımlamak mümkündür. Yok, yere değil muktedir eliyle handiyse bile isteye, göstere göstere yapılan her tahakküm öznesinde / öncesi ve sonrasında / varlığı artan bir edimdir kırılganlık. Biteviye biçimlendirmelerin nihai ayrışımlardan başka bir sonucu vaat etmediği bu yerde yıkımın kendisidir kırılganlık.

 

Herkesin ve her şeyin tekillikten ibaret, tek parça yapılandırıldığı, bellendiği, tek tipleştirilmiş, tornadan aynı çıkmış olduğunun avaz avaz duyurulduğu bu yerde, bu zamanda asıl nerelerden darbe aldığımızın vesikasıdır o kırılganlık. Her hamlede bir hezimetin sunulduğu, onca hezimetin hepsinin bir potaya, bir güne dâhil edildiği bir yerde nefes aldığımız anlarda varlığını göstere gelendir kırılganlık.

 

İradenin Allah’ın her günü sınava dönüştürüldüğü bu ülkede ve demokrasinin en ilerisinde asıl derdin her ne olduğunu bildirendir kırılganlık. Merkezin tamı tamına ortaklığın müşterekin lime lime edilmesinin karşılığıdır kırılganlık. Çokluğun linç edildiği, sözün beş kuruş etmez hallere havale edildiğini gösteren yansılardan, tavırların bile isteye yara açmak, yaraları deşmek ve daha fazla kırmak, dökmek, unufak edip yok etmek üzerinden şekillendirildiğini muştulayandır kırılganlık.

 

Yaşıyor muyuz bahsinin neden bu kadar sıklıkla karşımıza çıktığını anlamlandırabilmek için de önemli bir edimdir kırılganlık. Her türlü hak mahrumiyeti söz konusu olduğunda onu başkalarına, başka örneklere; öncüllere referans etmeye gereksinim bıraktırmayacak seviye ile yeniden dönüştüren, danışıklı dövüşlerle üzerimize salan bir muktedir algısının enikonu en kuvvetli olduğu en gözünü kararttığı meseledir kırılganlık.

 

Çoğunluğun beklentilerinin yüzde hesaplarıyla akıllara nakşedilmiş olanla her defasında söylenen yüzde ellilere karşı yüzde elliler ile ifade edildiği bir yerde, ifşaatın sınırlarında olan bitenlerin bunca vurdumduymazlık ile karşılanmasındandır kırılganlık. Her ne oluyorsa oluyor ama muktedirin yoluna engel olarak belledikleri, karşısına yüzdeleri çıkarta geldiği, istatistikî rakamlardan, lobilerden, fobilere arası hiç boş kalmayan yaftalamaların mekânına sahiplik eden bir meseledir kırılganlık.

 

Döküp, kırdıkça illa bu şiddetle değil sözün en sukut halinde bile kendini gösteren bir menzildir değindiğimiz. Acıyı kanatmaya devam eden, acıları bir politik mesel olarak çekiştirip, sündürüp, pejmürde eden yetmez amma lime lime ettiği her meselede olduğu gibi bundan da mağduriyet kotarmaya girişen bir ülkenin esaslarından birisidir kırılganlık. Onca söze karşılık hepimize bildirilen bir nihai sonuçtur çok daha açık ifadeyle; kırılganlık kalemimizin kırılmasıdır.

 

Tahakkümün biyopolitik söylevin geçer akçe bellenmesinden bugüne kadar ilerleyen her dönemeçte, her yirmi dört saatlik süreçte yeniden ve yeniden yapılandırılan, kırılan kalemler çoğaldıkça yekten her şeyi küçük kıyametler ile halletmeye hazır ve nazır bir aklın tezahürüdür… Gördüklerimiz… Yaşadıklarımız… Kırılganlığımız.

 

Henüz her şeyin tamama erdirilmediği bahsinin yükseltildiği her şeyin başlangıcında olduğumuzun ilanının aralıksız duyurulduğu bir yerdeyiz. Şimdi karanlığın modern zamanlardaki en gerçek-en keskin halindeyiz. İkamet ettiğimiz o nokta, bugünün şartlanmışlıklarda dünü kendine örnek aldığı her alanda muktedirin gerçek niyetini anlamlandırmaya yardımcı olacak çıkışlara, çıkarsamalara ev sahibidir.

 

Soluk almak söz konusu olduğunda o duruma bile menfi ya da müspet diye görüş bildirilebilecek bir yapının ta kendisidir denkleştirmeye çalıştığımız. Dün Gezi’de olanları bir biçimde sindiremeyenlerin bugünün politik ikliminde bütün bu halk kalkışmasından kendine en makbul anları iç etmek için kullana geldiği bir yapımın ta kendisidir. Her şeyi tükettirirken o isyan güncesini de, o güncenin içerisinden hayatlarımıza dahil olan söz etme gayretini de, cesaretini de yerle yeksan edebilmek, biri bitmeden bir başka fena ya da kötüye yol verebilmek için tercih edilenleri dosdoğru göstermektedir.

 

Kırılganlık yok yere değildir hani her gün aynı cümleleri kuruyormuşuz gibi görünse de her günümüze eylenenleri yan yana, üst üste istiflediğimiz sözleri bir kere daha gözden geçirdiğimizde bu kırılganlığı, bunca ceberutluğun sonucunda olanları fark edebilmek mümkün olacaktır. Nihayetinde bilindik kılacaktır. Her şeyi dönüşüm paravanının arkasında ağır aksak, sessiz sedasız ama mutlak bir biçimde sindirmeye amaç edinen ülkünün her neye yol verdiği böylelikle bir kez daha anlaşılacaktır. Bir kez daha hayatın elimizden çalınmasının farklı eksen ve çıkarsama ile kotarılan halleri tehditleri ve daha fazlası artık bilinesi, duyulası ve anlaşılasıdır.

 

Yara her yanımızı kapsamaktayken, yaygınlaşırken Berkin Elvan’ın başına getirilenlerin muallâkta konulmasıdır. Yahut ta Ali İsmail Korkmaz davasının akıbetinin şehirden şehre seyyahlığı, her yerde aynı kayıtsızlığın cismanileştirilmesidir. Elbette uyumaktan herhangi bir adalet tecelli edemeyecek hale dönüşmüş hâkimlerin bulunduğu Ethem Sarısülük’ün davasıdır bu mesel aynı zamanda.

 

Kilitli kapıların ardında davası gerçekleştirilen Mehmet Ayvalıtaş’ın kıyamıdır düşünülmesi gereken. İnadına damdan düştü denilerek karartılmaya en başından bu yana devam edilen Ahmet Atakan’ın katledilmesinin ardında olanların karanlığıdır sorgulanması gereken. Hala ve inatla Lice’de katledilen Medeni Yıldırım’ın Kalekol nam barışırken bile savaşmaya devam edeceğini deklare eden bir devlet aklına kurban edildiğini hatırlatmaktır vesselam.

 

7 Aralık’ta Gever’de Gerilla mezarlığına yapılan  saldırılara yönelik protesto gösterilerinde Mehmet Reşit İşbilir’in ve Veysel İşbilir’in kolluk kuvvetince katledilmesinin, sanayi işçiliğinden terör örgütü üyesi olarak atfedilmelerine kadar bir dolu hazin olanın birlikteliğidir bir kez daha söylenmesi gereken. Yalanlar imal edilmeye devam edendir! Bir kaç gün sonra Bemal Tokçu’nun da İşbilir’lerin cenaze töreninde katledilmesidir zerre abartısız. Sözüm ona ileri demokrasi güncesinde gerisin geriye 90′lı yıllar yeniden gerçekliğimiz kılınmaktadır.

 

Kırılganlık, bütün bunlardan çok daha fazlasında elbette görünecektir. Birinin sözü diğerinin davasının akıbeti, bir diğerinin kenti veya semti talan edilmekten kaçınılmayacak bir bedel olarak önümüze her dem çıkartılacaktır. Neyin bedelidir sorgusunun daima uzağında tutulacağımız bir heyula. Her günümüz kıyametin başka bir şeceresiyle donatılırken insana kastın, doğaya kıyımın birisi diğerinden farksız hazin tavırların, asap bozucu yargıların ve yaftalamaların arasında ve ortasında kırılganlıktır çoğalan.

 

Her şeyin ve her günün bunca kör, bunca şirazesinden çıkmış olan bir devlet mekanizmasının insafına terk edildiği bir yerde yaşayabilmek amaların ve fakatların koynunda değil, şüphelere tam da istenildiği her dem bahsedildiği gibi ayrışarak değil sözü işiterek, yarayı görerek, önemseyerek mümkün olacaktır. Kırılganlık meseli laf ola beri gele bir mesel değildir. Her canımız yakıldığında, her günümüz karartıldığında, her birimizin kıyısında dolaşmaya devam eden lanetli gölgenin karşısına çıkıp hesap sorabilmenin gerekliliğidir hatırlanmasıdır en elzem olan, gerekliliğimizdir.

 

Aslolan ne kimliklerimiz, ne aidiyetlerimiz, ne şu ne buyumuzdur. Belki de en gerekli olan, öncelikli olan şey sesimizdir içimizden ta içimizden yükselmeye devam eden. Bunca kırılmaya, bunca hakaret, tehdit ve tenkitin ve kıyamın kıyısında sestir hepimize bu kırılganlığı aşabilmeye yardımcı olacak ötesi değil. Meram kısıtlandırılmış meram örselenmeye devam edilen, harap, viran eylemeye devam eden ömrü çalmaya, hayatı yok etmeye ant içenlere inat, inadına bir Pir Sultan Abdal deyişidir;

 

Ulu mahşer günü olur divan kurulur

Suçlu, suçsuz gelir orada dirilir

Piri olmayanlar anda bilinir

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

9 Aralık 2013 Pazartesi

En güzel resimli çocuk kitapları listesi

Bu aralar yine çocuk kitaplarıyla aklımı bozdum. Bu kadar işin içinde kaçış noktam oldu sanırım. Bu nedenle bu listeyi hazırlamam şarttı. Goodreads'de bulduğum şu listeden seçtiğim 20 taneyi listeledim orijinal adları ile. Çoğu benim küçükken çok severek okuduğum kitaplar. Okumadıklarımı da en kısa zamanda okumayı planlıyorum. İnternette arattığınızda mutlaka karşınıza şahane ilustrasyonlarıyla beraber çıkacaklardır. Umarım siz de en az benim kadar seversiniz, döner döner çizimlere bakarsınız.The Polar Express - Chris Van AllsburgAnimalia - Graeme BaseStellaluna - Janell CannonOwl Moon - Jane YolenRapunzel - Paul O. ZelinskySaint George and the Dragon - Margaret HodgesMadeline - Ludwig BemelmansRumpelstiltskin - Jacob GrimmThe Twelve Dancing Princesses - Marianna MayerThe Snow Queen - Hans Christian AndersenLetters from Father Christmas - J.R.R. TolkienA is for Annabelle - Tasha TudorGwinna - Barbara Helen BergerThe Tale of Peter Rabbit - Beatrix PotterThe Secret Lives of Princesses - Philippe LechermeierMiss Spider's Tea Party - David KirkHow the Grinch Stole Christmas - Dr. SeussMelisande - E. NesbitThe Complete Book of the Flower Fairies - Cicely Mary BarkerThe Vary Hungry Caterpillar - Eric Carleimage

4 Aralık 2013 Çarşamba

Okuyan Kedi Tumblr'a geri döndü

Bu blogu oluşturalı 3 seneden fazla oluyor. Belki de 4. Bloga ilk günlerinden itibaren bir de Tumblr sayfası eşlik ediyordu, orada da takipçiler vardı. Bloga koyduğum yazıları oraya da koyuyordum. Geçinip gidiyorduk. Sonra ne oldu bilmiyorum, tahminen bloga verdiğim uzun aralardan birinin dönüşünde Tumblr unutuldu, daha doğrusu ben unuttum. Birkaç gün önce yeniden canlandırmaya karar verdim. Birkaç değişiklik yaparak.

Okuyan Kedi Tumblr sayfasında sadece görseller olacak gibi gibi bundan sonra. Bazen benim çektiklerim, bazen paylaşılanları paylaşmalar şeklinde. Tumblr nihayetinde iyi bir göz şenlendirici ve ilham verici. 

Umarım seversiniz.

okuyankedi.tumblr.com

Aşk Acısının Yararları

Aşk acı verir, çünkü isteseniz de istemeseniz de aşk değişime yol açar. Ve değişim acılı, sancılı bir süreçtir.Çünkü değişim belirsizdir, değişim geçmişi geride bırakmak demektir.Geçmişte yaşadıklarımız çok acı bile olsa en azından o acılarla nasıl başedeceğimize dair bazı yöntemler geliştirmişizdir ama belirsiz, bilinmeyen bir şeye karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştirebiliriz ki?Bu yüzden acımız büyür ve korku ortaya çıkar. Eski yaşantımız rahat da olsa, zor da olsa yeniye gitmek korku vericidir. Yumurtadan çıkan kuş aynı acıyı duyar. ...

2 Aralık 2013 Pazartesi

Nerelerdeyim?

Ne alemdeyim? Aslında bıraktığınız yerdeyim ama işler işler, sonu gelmeyen şeyler... Bu yüzden bloga yeni yazılar ekleyemiyorum. Ama Instagram'da tam gaz fotoğraf paylaşmayı ihmal etmiyorum. Yazacak bin tane de şey birikti. Kısa kısa bahsedeyim bu aralar ne yaptığımdan.Bu aralar hatıra ve biyografi türlerine merak sardım. Boş bulduğum her an daha önce hiç adını duymadığım adam ve kadınların hayatlarını, anılarını okuyorum. Pek keyifli, pek ilginç.Hava inanılmaz soğudu. Soğuktan dudak, el hatta yanak çatlar ama ayak çatlar mı? Ayaklarım soğuktan çatladı. Ama kar yağmadı, henüz.Yılbaşını ve büyük Noel tatilini (okullarda 1 aylık bir tatil var, ara tatile denk geliyor) burada geçireceğim. Bu da demek oluyor ki 1 ay az ders, çok gezmek, bol blog yazısı.Soğuktan olsa gerek, sürekli şekerli şeyler yiyorum. Instagram'da takip edenler durumun ciddiyetinin farkındalar tahminen. Söylemesi ayıp, sabah bir oturuşta 7 tane çikolatalı kurabiye yedim. Ama küçüklerinden. Doğumgünüm haftaya Cuma. Sadece 7 gün kaldı (:Bu kadar.