30 Ağustos 2014 Cumartesi

Misak Tunçboyacı yazdı… Hayat İçin Söze Karışmak… (Mahçupyan’a Dair)

“Kötülüklerin çoğu hiçbir zaman iyilik ve kötülük hakkında kafa yormamış insanların işidir. – Hannah Arendt”

 

Görünen köye kılavuz istenen, halen bunun talep edilebildiği derdin tasanın değil anlaşılmak, değil irdelenmek topyekûn tarumar edilmesine yol arşınlatılıp, sebep aranan halen bunda ısrar edilen bir ülkedeyiz. Kendimizden uzaklaştıkça, dertlerden kaçabileceğimiz yanılgısına rehin edilmiş bir haldeyiz, böylesi bir ahvaldeyiz. Kelimenin tam karşılığı; sarsılmamız gerekirken kanıksamanın dehlizlerinde yol almaya devam ediyoruz bir arada. Ahval bilmiyoruz, kaçıncı keredir sıfırlanıp dönüştürülürken politik uzamın tahlilini kendi haline terk ediyoruz. Hayatı göremediğimiz gibi ona kast edenleri de ifşa edip de bir türlü hesap sormuyoruz göremiyoruz.

 

Ne dünü anlatabildik tam anlamıyla ne de bugün olanların her neye dönüştüğünü kestirmeden gösterebildik birlikte, bir arada. Ne fıtrat diye bildirilip durulanın, vahamet olduğunu bizatihi kafayı kuma gömmek olduğunu nakledebildik, ne de erke yedeklenmenin o yüz yıllık acıları çözülebilecek sihri taşımadığını idrak ettirebildik, anlatabildik. Akademi enikonu sarsıntılarda boğulurken ehvenin gündelik siyasanın ve reel politiğin kör kuyusuna atıldığını ve bunların da hiçbir sonuca ulaştırmadığını özetleyebildik yekten bir defada. Ölüm gösterilip sıtmalara razı gelmenin bir ortaklaşma olmadığını tam aksine daha fenalara dönüştüğünü anlatamadık hiçbir zaman anlaşılamadık.

 

Hatipler, anlatıcılar, aktaranlar, yazarlar her dem yüksek perdeden coşa dururken bu menzilde, kırmızıçizgilerin hayatlarımızın böleni olduğunu tam anlatamadık. Bildiğimizi kendimize saklamamız salık verilirken sözün neden mühim olduğunu bildiremedik vakitlice. Şimdi bir heyula kopuyor bu sathı mahalde hizalar yeniden çekiliyor. Hudutlar devşiriliyor bir kez daha. Erkin yanında duranlar ile onun karşısında konumlananlar arasında en olmadık hale teşne, en bildik rezilliklerle hemhal sorunların daha da büyümesini, serpilmesini amaç edinen bir heyulanın göbeğinde yaşamaya çalışıyoruz.

 

Söz naçarlaştırılırken, dertler ötelenirken basit gibi görünen sorunların çöküntüsü altında kala kalıyoruz bugün bir kez daha. Devlet erkânının söze girdiği her sahnede kendini göstere gelen, hiddet sarmalının, eli kalem tutup, sözüm ona öncül olmayı, herkes için en hayırlısını bildirecek olarak kendini tanımlayan bir akademisyen yazarın hezeyanları bu sarmalın, bu gayya kuyusu halin eşiğinde yeni dönemeç ve kırılmaları beraberinde getirmektedir bugün bir kez daha. Bir yazarın kelime dünyasından bunca pespaye bir o kadar itham ve yafta ihtiva eden yazıların dökülmesinden bahsediyoruz.

 

Birbiri peşi sıra, birbirini takip eden yazılar dâhilinde bu ülkede erkânın ettiği fenalıkların izinden yürüyüp had bildiren bir isme getirmek ve yazdıklarına değinmek istiyoruz elimizden geldiğince. Ne ki söz bir türlü kolay kurulamıyor. Her şey görünürken bile nasıl etmeli, nasıl anlatmalı hiçbir türlü, hiçbir surette kolay olmuyor, oldurulmuyor. Birbirini takip eden yazıları ile Etyen Mahçupyan geçtiğimiz son birkaç haftadır Yahudilerden başlayarak, kendi toplumu olan Ermenilere kadar hemen her azınlık mensubu için ve özellikle iktidara muhalif olup bununla bir biçimde o yitik ve zayii eylenip, viran kılınan “ortak uzamı” geri kazanmaya çabalayan kesimlere söz ile ağır yaftalara girişiyor.

 

Dikenli sözleriyle can kırıklarını üzerimize boca ediyor. Geçmişi deşmekle günü birbirine karıştırarak, dünün anlatılamayanlarını bugün iktidara güvence olarak algılayan hemen her durumda her itirazı menfi olarak değerlendiren bir kalemin satırlarından yansıyana nefrete odaklanmak istiyoruz. Bir avuç olarak tanımlanan, hep böyle bilinen insanların sözünü bir kez daha yerle bir edebilmek için kendiliğinden başöğretmen unvanına haiz olarak akıllar fikirler, içeriye o yazılar ile beraber naklediliyor. Hangi birisinden başlamalı derken, hepsi bir bütün olarak bugün şartları, gereklilikleri olarak erkânın dilinden dökülenlerin birer onaması olarak sırayla zikredilip kayıt altına alınıyor.

 

Mahçupyan entelektüel birikimini hiç yormadan sözünü de dolaştırmadan hudut bildirmek için nefrete tutunmakta bir beis görmüyor. Sözünü eylerken Yahudilerin yıllar yılıdır süre giden ayrıştırmaların benzerlerine karşı korunaksızlığı ve sessizliğini bir biçimde genellendirerek, onları bugünün İsrail Devleti’nin savaş suçlarına da ortak ediyor. Hakaret uzamında, muktedirin diline pelesenk ettiği kodlarla beraber hepsini bir torbaya koymaktan çekinmiyor makalesinde. Sözcü Gazetesi okuyup!, R.T. Erdoğan’a ve bu ülkeye olan dolaylı hınçlarını almaya devam ettiklerini ve ayrımcılığı asla unutmadıklarını bildirmeye gayret ediyor.

 

Her şey bu kadar kolay ve kestirmeden sanki öylece, bunca basitçe atfedilebilirmiş gibi Yahudilerden ve azınlık olan tüm kesimlerden yerliliğe direndikleri için hesap sormaktan geri kalmıyor. Hiçbir surette bu toprağa ait görülmek istenmeyen, dahası soy kodu uygulamasından tutunuz, oturdukları mahallerden, yoğun olarak yerleştikleri meskenlere ve semtlere kadar her şeyin takipçisi olunan bir ülkede bunlar ortadayken, bir hıncın varlığını itham ederek somutlaştırmaya çalışıyor. Her durumda dünün İttihatçı düzeninin eylediklerinin hesabını soracaktır diye bize yine o aksin devamında yol almakta hiçbir beis görmeyen bu iktidarı Siyasal İslam figürüne teslimiyeti bildiriyor.

 

Söz bir noktada kesilip bırakılırken, yazıdan üç hafta sonra yayınlanan ikincisinde de bu bağlantı çabaları, her şeyi birbirinin içerisinde kurup yeniden tanımlandırma gayretine düşerek aklın fikrin yerini hiddetin bunca sıradanlaştırıldığı bir uzamla ortaklaşmayı ileri sürer Mahçupyan. Etyen Mahçupyan’ın bu notun yazılmasına da vesile olan son makalesi “Palyaçonun Cehennemi” geçtiğimiz Salı günü yayınlanır. Buradaki, birbirini takip eden söz erimi içerisinde hizalama gayreti bildik devlet aklının sıra neferliğinde hiçbir şeyden gocunmaksızın nefret edimini öne sürerek, illa ki onu kullanarak zaten yanlışlar ile ilerleyen bir bıçak sırtı hali yeniden günceller yazar.

 

Dağarcığından eleştirilerini boşluksuz sıralarken, dile getirdiklerinde azınlık olan nüfusa yönelik ithamları tekrar etmekten de hiçbir biçimde kaçınmaz. “Azınlıkların kendi zihinlerinde ve küçük dünyalarında Müslümanları aşağıladığı gerçeğiyle yüzleşmek işlerine gelmedi. Onun yerine benim ‘hain’ olduğumu, kendi cemaatime ihanet ettiğimi öne sürdüler. Gerçeklerin ‘ötekilere’ söylenmemesi gerekiyordu. Gerçekler ‘öteki’ ile olan mücadelede kullanılacak mühimmattan başka bir şey değildi… Gerçeği kendi kimliğinin ve siyasi davasının aracı kılmanın pespayeliğini kavramaktan ise uzaktılar.”

 

İtham buralardan şekillendirilirken hemen arkasından da sözüne karşı söz eyleyenler için o aşina olunan yaftaları kullanarak, hakir görme yolunu tercih eder Mahçupyan. Parazitler, Palyaçolar makale boyunca bir o yandan bir bu yandan itham için yine yeniden kullanılır, hem de bolca:

 

“Bizim’ gerçek olarak görmek istediğimizi engelleyen her şeyin mahkûm edilmesine yönelik ortak hezeyanın bir seferberlik coşkusuyla taşınması. Parazitlerin çok seçme şansı yok çünkü fazlasıyla derinlere giden bu yozlaşmayı kişilik kılmış durumdalar. Onlar kavganın ve heyecanın artmasını, şapkaların havaya fırlatılmasını, herkesin birbirine sarılıp dans edeceği fırsatların çoğalmasını, emdikleri ile bütünleşmeyi arzuluyorlar. Şarlatanlar ise içi geçmiş ideolojik hikmetlerini yazıp sakladıkları küçük kâğıtları ceplerinde aramakla meşguller.”  Oysa hiçbir surette o tanımlandırmaya çalıştığı gibi bir hinlik peşinde ilerlemeyen, kendi sözünü, kendi dilini ve derdini bu hiçbir şeyin konuşulamadığı ülkede ilk belki de en kuvvetli bir biçimde savuna gelen insanların eleştirilerine yanıtı bilinçli hakaretleri önemseyerek, onları yazının merkezinde kurgulayarak paylaşır. Fikir önderliği ünvanını, devletin boyunduruğuna teslim etmekten imtina etmeyen, her şeyin düzeleceğini yeter ki sesiniz! fazla çıkmasın, sizler de az biraz empati kurun diye bir akıl okuması bildiğimiz meydan okumaya dönüşür, tıpkı Affedersiniz’deki Recep Tayyip Erdoğan beyanındaki gibi.

 

Tıpkı Hocalı Kırımı için Beyoğlu’nda gerçekleştirilen anma mitinginde bir zamanların, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in avaz avaz döküldüğü, protestocuların ellerdeki pankartlarda Hepiniz Piçsiniz lafı ile ortalıklarda dolaşılan bir ülkede, söz etmenin, sözü savunmanın ancak erke yedeklenerek söz konusu edilebileceği yinelenir. O hakaretler münferittir yahut da tam anlaşılamamıştır buraya kadar bile tamamdır, bizatihi herkesi kapsamamaktadır bunlar da tamadır pekâlâ. Bizatihi en yakınındaki arkadaşı Hrant Dink’i aramızdan alan körlüğün, nefretin ve adlarını teker teker ezbere bildiğimiz o karanlığı düzenleyenlerin, bu kırımı açıkça dillerinden dökenlerin izlerini örtbas etmeye nail olanların, sırf buna çabalayanların yancılığı nasıl okunmalıdır ki?

 

Hiç mi gocunmamakta hiç mi yarasından sızlamamaktadır Sayın Mahçupyan diye sual artık elzemdir. Boşa doluya genellendirmeler ile kulp takarken, herkesi aşağılarken en başta Hrant Dink’in davasını harcar Sayın Mahçupyan en başta buna göz yummaktadır. Sayın Mahçupyan’in fikriyatının, keskin cümlelerinin değil hayatı bu kadar iktidar gibi gaddarca biçimlendirmesi sorundur haddizatında. Yanıtı hep hakaret olacak bir mesel sonu hep ona çıkacak bir kurgudur izinden yürümeye devam ettiği herkese tavsiye ettiği!. Bugünün ülkesinde yenilik olarak tanımlananın dünün ezberlerine sımsıkı sarılan, onu önemseyen kendi ya da benzeşi olmayan, öyle düşünmeyen kısacası “müspet vatandaşlık” tanımlarına uymayan herkese bir had bildirmek iken halen bunun önemsenmesidir sorun. Halen bununla çıkarımlar yapılabilmesidir mesele.

 

Sırça köşkünden yazılarını düzmeye devam ederken Mahçupyan ve benzeri olan isimler Sevag Şahin Balıkçı’nın ailesi Adaleti bekliyor haddizatında pek kimseler işitmese de. Herkes artık her Allahın günü bir başka yaftayla sınamaya alışmışken bu devletlû eliyle yanı başımızdaki Maritsa Küçük Cinayeti’nin akibeti de bir hasta Ermeni’ye bağlanmaya, onunla örtbas edilmeye devam ediliyor hala ve itinayla. Mülkler yağmalanmaya devam edilirken, bir yandan da burada kalma inadını gösterenlere beyaz soykırım olarak adlandırılan ardıl hamleler biteviye yinelenir kimselerden çıt çıkmazken. Müesses nizam böylesinden mürekkep bir o kadar daha fenasını eyleyerek ilerlerken, Mahçupyan tüm bunları sineye çekilebilir saymaktadır.

 

Etyen Mahçupyan yazılarıyla bir şeyleri aklama telaşındayken, o bahsetmeye yanaşmadığı demokrasinin bu ileri düzeninde hiçbir surette adaleti tecelli ettirmemektedir. Tıpkı halen her an iç içe yaşaya durduğumuz, en büyük ağrımızın yüzüncü yılına sadece bir kala halen güncellenmekteyken endişe ve korkular, en ufak bir somut adım atılmamışken yarayı iyi etmek için Mahçupyan’ın dili onları da sıradanlaştırmamızı salık vermekten kaçınmaz. Bir taziye mesajının arkasından her ne olduğu bu memleketin ötekilerinin yüzlerine bildirilirken “canlı” yayınlarda bunun sorgusunun ötelenmesinin yolları arşınlanıyor.

 

Doksan dokuz yıldır ülkede kafamıza vura vura bir şeyler dikte edilirken, soykırım, tehcir, 20 kura askerlik, varlık vergisi uygulaması,  6 ve 7 eylül, mübadele süreçleri ve bir dolusu eksilmeye, buralardan kopmaya neden olmuş hep onu başa getirmişken halen sorgusuzluk reçete ediliyor. Halen sıra neferliğinden şaşmama için cümleler kuruluyor, Mahçupyan tarafından. Söz iktidar tarafından rehin edilirken boşluk bırakılmamacasına, o arada derede kalan nefes alınacak boşluklara beton dökülmesine elinde çimento koşmaya devam ediyor Sayın Mahçupyan hiçbir surette mahcup olmadan.

 

Yüzüncü yıl enikonu eşiğimizden içeriye, bunca dibimize gelmişken sözü temize çekebilmek şansımız azaltılıyor. Konuşamasak artık kaybedeceğiz. Konuşamasak ilelebet bir eksiği gediği olmadan yazılarında değindiği Türkiyeliliğin bir uzamı olan ‘mozaik’ olarak atfedilen ülkeden(ülkemizden) kopuşun sonu gelmeyecek. Bizler sıradan olanlar, birkaç cümleyle hayata karışmak isteyenler için her şey sıfırlanacak hiçbir söz hiçbir kelam eyleyemeden, kendimizi anlatamadan son yazısı belirecek. Bizler bu güncellikte yaşarken fıtratımız gereği dayak yemelere de haddimizin bildirilmesine de şiddetin hemen her türlüsüne alışığız. Biliyoruz aşinayız. Bu ahvalin yetmiş üç milletinden birileri olarak tanıyoruz onu hep farkındayız.

 

İliğimize kadar işletilmiş olan ötekisi tavrının ister sinkaflı, ister Mahçupyan gibi yaldızlı ve bolca süslü cümlelerden yüzümüze çarpılmasını görüyoruz ve tanığıyız.  Bunun içindir ki bir tokat indiğinde yüzümüze, öbür yanını çeviriyoruz. Yüzümüzü çevirmekten asla erinmiyoruz ama yüz çevirmektense artık sözü birleştirmek, sözümüzü işittirmek için bu menzilde olduğumuzu yinelemek istiyoruz. Halen bu ülkedeyiz. Bir biçimde bu sıfatlarımıza, simalarımıza, düşüncelerimize, kimliklerimize çalınan o karalarla yüzleşebilmek, suratımızda patlayan şamardan sonra beş parmağın izini, hep birlikte tedavi edebilmek için, iyileşebilmek için buradayız.

 

Onun için ses etmekteyiz yazmaya çalışmakta ve söze, insanlara karışmaktayız. Bizatihi Sayın Mahçupyan tüm çabalayan ya da emek verenleri; palyaçoluk, parazitlik ya da başka bir şey olarak değerlendirse de, çatlağını inatla arayan su gibi yolumuzu aramaya devam ediyoruz!. Hrant Dink’in anlattıklarından, ortaya dökülenlerin izlerinden yol arıyoruz epeydir. Bir arada eyleyebilmek için birlikte. Buradan ses ediyoruz, işitir misiniz? Bir dolu tehditle, bu devletin lisanıyla hayatlarımıza müdahale etmeye çalışan, onu yönlendirmeye gayret eden Mahçupyan’a sözümüzdür. Buradayız ses ediyoruz.

 

Misak TUNÇBOYACI – İstan’2014

 

Etyen MAHÇUPYAN’ın Yazıları

Azınlıkların En Hakiki Sorusu

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/azinliklarin-en-hakiki-sorusu/haber-329074

Azınlıkların En Hakiki Sınavı

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/azinliklarin-en-hakiki-sinavi/haber-333712

Palyaçonun Cehennemi

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/palyaconun-cehennemi/haber-334126

Bir Ermeni Olarak…

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/etyen-mahcupyan/bir-ermeni-olarak-e2-80-a6/haber-334649

 

Makaleler…

Azınlıkların Değil, Mahçupyan’ın “En Hakiki Sorusu” – Foti BENLİSOY – FB’ Blog

http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/93778567704/az-nl-klar-n-degil-mahcupyan-n-en-hakiki-sorusu

Türkiyeli Yahudilerden Etyen Mahçupyan’a Tepki – Agos

http://www.agos.com.tr/turkiyeli-yahudilerden-etyen-mahcupyana-tepki-7850.html

Yazılanlar Bir Türk Yahudi’si İçin Ne Anlama Geliyor? Bu Yazı Tüm Geniş Toplumdan Dostlarımız İçin – Mois GABAY – Şalom

http://salom.com.tr/newsdetails.asp?id=92027

Etyen Mahçupyan’ın ‘En Hakiki Sınavı’nda Ne Yapmalı? – Dikran ZENGİNKUZUCU – Demokrat Haber

http://www.demokrathaber.net/etyen-mahcupyanin-en-hakiki-sinavinda-ne-yapmali-makale,7826.html

Palyaçolar, Parazitler; Ermeniler, Yahudiler… – Yetvart DANZİKYAN – Agos

http://www.agos.com.tr/makale.php?seo=palyacolar-parazitler-ermeniler-yahudiler&detay=938

Palyaço Ermeniler – Hayko BAĞDAT – Taraf

http://www.taraf.com.tr/yazilar/hayko-bagdat/palyaco-ermeniler/30665/

Dalkavuğun Cenneti – Hektor VARTANYAN – Harfvolver

http://www.harfvolver.com/2014/08/27/dalkavugun-cenneti/

Bir “Hidayet” Olarak Etyen Mahçupyan – Hektor VARTANYAN – Harfvolver

http://www.harfvolver.com/2014/08/05/bir-hidayet-olarak-etyen-mahcupyan/

Ne Mutlu ‘Palyaçoyum’ Diyebilene! – Raffi A. HERMONN – T24

http://t24.com.tr/yazarlar/raffi-a-hermonn/ne-mutlu-palyacoyum-diyebilene,10034

Mahçupyan Millet Oldu Biz Ermeni Kaldık – Gökhan KARA – Medya Faresi

http://medyafaresi.com/yazar/Gokhan-Kaya–Mahcupyan-Millet-oldu-biz-Ermeni-kaldik_374706.html

Sorumluluk – Ceren KENAR – Türkiye

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/ceren-kenar/582040.aspx

 

 

21 Ağustos 2014 Perşembe

Dr.Mustafa Peköz / IRAK’TA ÇOKLU POLİTİK DENKLEM : ABD-İRAN, PKK-GÜNEY KÜRDİSTAN

IŞİD üzerinde yaptığım bir çok değerlendirmede, “IŞİD gerçekleştirdiği vahşice eylemlere rağmen Irak içinde dahi politik bir güç olarak dengeleri belirlemede bir rolü olmayacaktır.” Bu bakımdan  Irak ve Suriye’de askeri, politik ve toplumsal bir kaos yaratan IŞİD’in eylemleriyle daha çok küresel ve bölgesel güçlerin çıkarlarına hizmet ettiği de artık belirginleşmiş bulunuyor.

IŞİD’in Irak ve Suriye’de  stratejik bir güç olmak ve burada belli bir sistem kurmak için bulunmuyor, böyle olabilmesi için bölgede en azında  sünni halklar tarafından benimsenmesi gereken toplumsal bir hareket olarak var olması gerekiyor, İŞİD tersine, değişik ülkelerden gelen militanların oluşturduğu bir kaos hareketidir. Bu nedenle kalıcı olmayacak ve ‘yeni’ alternatif bir İslamcı düzen yaratamayacaktır.

IŞİD’in Musul’u çok kolay bir şekilde ele geçirerek Kürdistan coğrafyasına yönelik saldırılara girişmesi, bölgesel ilişkilerin yeniden dizayn edilmesi için hazırlanan çok yönlü planın bir parçasıdır. Nasıl ki, Saddam’ın özel olarak eğitilmiş ve her türlü silaha gücüne sahip olan Cumhuriyet Muhafızları, Bağdat’da hiç bir direniş sergilemeden ABD askerlerine teslim etmişlerse, aynı şekilde Maliki ordusunun tek bir silah sıkmadan Musul’u IŞİD’e bırakması aynı planın yeni bir versiyonudur Saddam’ın Cumhuriyet Muhafızlarının kolayca teslim olması, ABD’ın Irak düzenini oldukça kolaylaştırdı. Aynı şekilde Musul’da Irak Ordusunun en seçkin birliklerinin tek bir kurşun sıkmadan çekilmiş olmaları, ABD’nin yeni bir operasyonudur. Bazı Peşmerge komutanlarının Şengal’den  ve Musul’a bağlı bazı Kürt kasabalarından IŞİD’e karşı direnmeden çekilmeleri de ABD’nin Kürtleri yeniden dizayın etmesi için uygulamaya konulan bir planın bir başka yönünü oluşturuyor.

Irak bilgesel ilişkileri dengelemede önemli bir işlev görüyor. Bu bakımdan Irak’ın iç politik denklemi yeniden dizyan edilmeden, ABD’nin özellikle bölgede uygulamak istediği yeni stratejinin bir etkisi olmayacaktır. ABD bu süreci hızlandırmak, askeri ve politik baskı gücünü hissettirebilmek için IŞİD’i bu süreçin önemli bir aktörü olarak kullandı. Irak’ta ortaya çıkan politik durum, Ortadoğu’nun gelecekteki stratejik ilişkilerini belirlemede önemli veriler ortaya çıkarmış bulunuyor. Bir başka tanımlamayla IŞİD’in saldırıları sıradan olmayıp, bölgesel denklemin yeniden berilenmesinde bir araç olarak kullanılıyor.

IŞİD Saldırıları Bağdat’da İktidar Değişikliğini Getirdi

8 yıllık Maliki iktidarı, Irak’ın hassas dengeler üzerinde kurulmuş  sistemini bir bakıma bozdu. Şii merkezli geliştirilen politikaların bütünüyle egemen kılınarak, Sunni Araplar ile Kürtler iktidar ilişkilerinde önemli oranda tesfiye edildiler. Özellikle Bağdat iktidar  merkezinde Sünnileri hızla etkisizleştiren ve Kürdistan’ın varlığını hiç bir şekilde kabullenmeyen Maliki iktidarı, Irak Anayasanını 54. Maddesini yaşama geçirmedi, petrol gelirlerinden Kürtlere vermesi gereken % 17’lık payı bloke etti.  Böylelikle Irak’ta Şii, Sünni ve Kürt bölgesi olmak üzere fiilen üç ayrı bölge oluştu.  ABD’nin ‘tek’ Irak politikası, bölgede oluşturmayı planladığı, dahası fiilen uygulamaya koyduğu  Şii stratejisi bakımıdan son derece önemlidir.

IŞİD’ın Musul operasyonu, aynı zamanda Obama yönetiminin uyarılarını dikkate almayan Maliki’ye yönelik bir operasyondur. Musul’da Irak ordusunun direnmesini engelleyen ve tek kurşun sıkmadan teslim eden stratejinin arkasında ABD’nin Bağdat iktidarını değiştirmek  planı vardı. Bağdat’da iktidar değişimi fiilen uygulanmaya konuldu. Talabani’nin hastalığı nedeniyle görevini yapamamış olması, Sünni cumhurbaşkanı yardımcısı Haşimi’nin kaçmak zorunda kalması nedeniyle Maliki fiilin hem başbakanlık hem de cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü. Böylelikle iktidarını çok daha güçlendirmeye yöneldi. Musul operasyonu ise dengeleri yeniden değiştirdi, cumhurbaşkanlığına getirilen Kürt kökenli Fuad Mahsum, hükümeti kurma görevini Şii kökenli Meclis Başkan Yardımcısı Haydar El Abadi’ye verdi. Kürtler, Sünniler, Şiirlerin farklı politik kanatları ve  Irak ordusunun komuta kademesi, bu süreci desteklediklerini açıkladılar. Özellikle generallerin yapmış olduğu açıklama Maliki ile olan bağlarını kestikleri anlamına geliyor. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice, yeni başbakan adayını desteklediğine dair yaptığı açıklamasında, ” Irak’ı yeni bir yola oturtacak ve halkını Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün oluşturduğu tehdide karşı koymada birleştireceğini umduğumuz cesaret verici gelişmeler. ABD, Irak ve Irak halkıyla güçlü bir ortaklığa olan bağlılığını sürdürmektedir.” Aynı şekilde İran  da  Maliki’den desteğini çektiğini ve kurulacak olan yeni hükümete destek vereceğini belirtmesi ABD tarafından memuniyetle karşılandı. Bu süreci bir darbe olarak gören Maliki, iktidarda olma şansının olmadığını gördü ve  başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı ve yeni hükümeti destekleyeceğini açıkladı.

IŞİD’in Musul saldırısı, ABD’nin Bağdat yönetimini yeniden dizayn edilmesinde çok önemli bir rol oynadı. ABD, Bağdat’ta  iktidar dengelerini yeniden düzenlemeden Irak’ta politik istikrarın sağlamayacağını biliyor. Ayrıca Suriye’den sonra istikrarsız bir Irak’ın ortaya çıkması, bütün Ortadoğu’da kaosun süreklilenmesi anlamına gelecektir.

IŞİD,  ABD-İran İttifakını Stratejileştirdi

“Irak Merkezli İran-ABD İttifakının Gelişmesi” adlı makelemde “Irak’ta ortaya çıkan politik kaos, ABD ve İran’ı birbirine tahmin edilenden çok daha fazla yakınlaştırdı… ABD’nin İran stratejisini değiştirmesi, Ortadoğu’da Molla rejimiyle kuracak yeni ittifak bütün dengelerin yeniden oluşturulması anlamına gelecektir.”  Bağdat’da Maliki iktidarının değiştirilmesi,  ABD-İran ittifakının en önemli halkasıdır. İran’ın onayı olmaksızın Maliki’nin iktidardan uzaklaştırılması söz konusu olamazadı. Irak üzerinde yapılan pazarlıkları ve bölge ülkelerine biçilen roller dikkate alındığında İran’ın merkez ülke olarak ön plana çıktığı görülüyor.  İran’ın Ortadoğu ve Orta Asya’nın belki de en önemli jeo-stratejik ülkesi olması, yeni güç ve ittifak ilişkilerini belirleyecektir.  IŞİD’e karşı İran devrim muhafızlarının Irak’ta bulunması ABD onayını gerektirir, tersten Maliki’nin iktidardan uzaklaştırılarak daha uzlaşıcı olan ve uzun yıllar ABD’de kalan El Abadi’ye başbakanlık görevi verilmesi İran onayını gerektirir. ABD’nin Irak ve Suriye merkezli planında İran öncelikli olarak ön plana çıkıyor. İran olmaksızın bu iki ülkede etkili olması son derece zor. Bu nedenle ABD, Ortadoğu ilişkilerinin merkezine aşamalı olarak İran’ı koyup ortak bir strateji belirlerken aynı zamanda Türkiye gibi ülkeler denklemin dışına düşüyor. Türkiye, IŞİD elinde bulunan rehineler hiç bir adım atamazken, ABD, Irak merkezli sorunları İran ile birlikte çözmeye yönelmiş durumdadır.

IŞİD’in Güney Kürdistan’a Saldırısı ve ABD’nin Arka Plan Oyunu

IŞİD’in saldırılarının merkezine Güney Kürdistanı ve Rojevayı oturtması bir tesadüf olmayıp, esasen orta vadede Kürtlerin bölgesel ilişkilerde bir güç olmasını engellemeye çalışan güçlerin bir planıdır. ABD, IŞİD güçlerinin Güney Kürdistan topraklarına girerek çok açık bir şekilde katliam yapmalarını izledi. Özellikle Şengal’da Ezidelere yönelik yapılan soykırım niteliğindeki saldırılar ABD tarafından sessizce izlendi.

ABD, Güney Kürdistan’ın Bağdat merkezinden bağımsız hareket etmesini kabul etmiyor, Güney Kürdistan hükümetinin kendi ulusal çıkarlarını savunacak bir kısım ‘bağımsız’ adımlar atmasına karşı çıkıyor. Mesut Barzani’nin Kerkük’ün bir Kürdistan şehiri olduğunu sıklıkla vurgulaması ve gerektiğinde bağımsızlık için oylamaya gidileceğini belirtmesi, Türkiye ile  yakın ilişkilere yönelmesi, Kürdistan petrollerini uluslararası alana pazarlamaya başlaması, ABD tarafından kesinlikle kabul görmüyor.

ABD, IŞİD’in Güney Kürdistan topraklarında katlimalara girişmesini izlemesine rağmen hiçbir müdühale de bulunmadı ve dolaylı olarak destekledi. Özellikle Şengal’de Peşmerge komutanlarının hiç bir direniş göstermeden çekilmesi, ABD’nin bir planı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. ABD böyellikle, istediği zaman Güney Kürdistan’da politik istikrarsızlığı geliştirebileceğini,  toplumsal bir kaos yaratabileceğini mesajını verdi. IŞİD’in özellikle Kürdistan bölgesinde saldırılarına  karşı direnmek için ABD’nin gücüne ihtiyaç olduğuna özel bir vurgu yapan Obama’nın dışişleri uzmanları, Mesut Barzani yönetimini çok açık olarak tehdit ediyorlar. Bri başka ifadeyle IŞİD operasyonu aynı zamanda, Günel Kürdistan’ın dizayn edilmesi ve yeniden kontrol altına alınmasıdır.

ABD’nin bütün bu tarz tehditlerine rağmen başta Kerkük olmak üzere Musul çevresinde olup  Kürdistan toprakları arasında sayılan ‘tartışmalı bölgeler’den kesinlikle çekilmemeli ve Kürdistan’a dahil edildiğini çok açık olarak deklara etmelidir. Ayrıca Mesut Barzani,  “Bu felaket, hepimizin gururuna dokunan bir gelişmedir. O yetkililer, gerekirse canlarını feda ederek Şengal’i bırakmamalıydılar. Bana verdikleri söz gereği orada kalıp, kahramanca savaşan Peşmerge gibi Şengal’i savunmalıydılar. Allah’ın izniyle düşmanın amacına ulaşmasına müsaade etmeyeceğiz.”  Önemli olan bu düşmanın kim olduğunu anlayabilmektir.

Musul’u tek bir kurşun sıkmadan IŞİD’E teslim etmesini sağlayan güç kimse, aynı şekilde Şengal’da direnmeden çekilen ve Ezidileri çok açık bir katliamla karşı karşıya bırakan güç aynıdır. Yani hem Bağdat’ı, hem de Hewler’i yeniden dizayn edip kontrol etmek isteyen gücün kendisidir. Bu tehlikenin farkında olan Barzani,  IŞİD’e karşı mücadeleyi Kürtlerin askeri ve politik ittifakından geçtiğini  gördü ve ABD’den yardım beklemek yerine  HPG ve YPG ile ortaklaşa savunma güçü oluşturarak, IŞİD’de durdurdu ve Kürdistan topraklarında çıkartmaya başladı.  Bu  bakımdan ABD’nin IŞİD’e yönelik yaptığı iki küçük operasyonla, Kürtlere yardım ettiği imasında bulunması tamamen bir uydurma ve gerçek dışıdır.  IŞİD’in saldırılarını, ilerlemesini durduran ve gerileten güç ABD değil, Peşmerge-YPG ve HPG’den oluşan ‘Kürdistan Savunma Güçleri’dir.

Kürtlerin oluşturduğu birleşik askeri gücün IŞİD karşısında kazanmaya başlamaları, hem Kürtler arasında askeri ve politik  alanda stratejik bir ittifakın kurulmasını sağlayacaktır, hem de Irak denkleminin Kürtlersiz çözülemeyeceğini ortaya koyacaktır. “IŞİD’in Kobani Saldırısı Ne Anlama Geliyor” isimli makalemde“Kürdistan’ın değişik bölgelerindeki farklı politik güçler arasında stratejik ittifaklar kurulmadığı sürece, Kürtlerin bugünkü kazanımlarının kalıcı olmayacağı da bilinmelidir.” IŞİD karşısında zorunlu oluşan birlik, Stratejik İttifaka dönüşme eğilimini ortaya koyuyor. Frupsal çıkarlar Kürtlerin genel çıkarlarının önüne çıkartılmadığı sürece çok daha üst düzeyde kazanımlar elde edilecektir.

Irak ve Suriye’nin Koas Ortamında Yükselen PKK

IŞİD’in Güney Kürdistan’a ve Rojeva’ya yönelik saldırıları taktiksel olmayıp stratejiktir.  Bölgedeki statükocu güçlerin çıkarlarına paralel olarak yapılan bu saldırıların merkezinde Kürtlerin Ortadoğu’da stratejik bir güç olmalarını engellemektir. Bu bakımdan IŞİD’in hedefi sadece Rojeva olmadığı son saldırılarda görüldüğü gibi Bütün Kürdistan ve burada yaşayan halklar olduğu çok açıktır. Şengal saldırı, Ezidi Kürtler şahsında bütün Kürtlere yönelik olduğunu IŞİD’in yaptığı açıklamalarda görmek mümkündür.

Rojeva’nın başından beri Radikal İslamcçı Hareketlerin hedefinde olması, esasen PKK’ye yönelik izlenen stratejik bir saldırıın somutlaşmış bir halkasıdır.Ankara’nın, Tahran’ın, Bağdat’ın ve hatta Şam’ın bu saldırıları doğrudan ve dolaylı destekledikleri biliniyor. Çünkü PKK sözkonusu bu devletlerde toplumsal bir hareket ve politik bir aktör olarak bütün ilişkileri belirleyen bir güç haline gelmiş bulunuyor.

Bugün YPG VE HPG gerillalarının IŞİD saldırıları karşısında aktif bir görev üstlenmeleri ve önemli başarılar elde etmeleri sadece Irak ve Güey Kürdistan içindeki politik dengeleri değil, esasen Ortadoğu’nun güç ilişkilerini belirlemede ciddiye alınacak bir konuma gelmiş bulunuyorlar. Devletsiz bir politik hareketin bu düzeyde etkili olması, bölgesel ilişkilerde yeni bir durumu ifade ediyor. Bu bakımdan PKK, toplumsal ve politik bir güç olarak bölgesel ilişkileri belirlemede herkesin dikkate alması gereken bir hareket olduğunu göre, bunun politik yansımaları nasıl olacaktır.

Birincisi, ABD’nin yapmadığını YPG ve HPG askeri güçleri yaptı ve İŞİD’i durdurdurmayı ve belli bölgelerde etkisizleştirmeyi başardı. PKK askeri güçleri, ABD dahil bütün bölgesel güçler tarafından fiilen tanınır duruma geldi.

İkincisi, ABD ve Bölgesel güçler, PKK’nin politik durumunu hesaba katmaksızın istediği gibi hareket edemeyeceklerini gördüler ve bu nedenle Kürt Hareketiyle doğrudan politik ilişki kurmak zorunda kalacaklardır.

Üçüncüsü,  YPG Askeri güçlerinin IŞİD karşısında ortaya koydukları başarı, Rojeva’nın mevcut toplumsal ve politik pozisyonu artık uluslararası güçler tarafından da kabul edilmesi anlamına geliyor. Bu bakımdan bir yıl önceye oranla Suriye denkleminde, ‘Rojeva Özerk Yönetimi’ olmaksızın kimse somut bir adım atamaz.

Dördüncüsü, Gerilla güçlerinin IŞİD saldırıları karşısında, Güney’de özellikle Musul çevresinde, Şengal ve Maxmur’da elde ettikleri başarılar ve tersine Peşmerge’nin belirgin bir zaafiyet içinde olması, Kürtler arasında güç dengelerini PKK lehine dönüştürdü. PKK ile hiç bir resmi ittifaka yanaşmayan Barzani ve Güney Yönetimi, IŞİD karşısında  ‘Kürdistan Savunma Güçlerini’ oluşturması ve PKK gerillalarının aktif bir sorumlulk almaları, Barzani’nin PKK algısını ve özellikle Rojeva politikasını bütünüyle değiştirmesi anlamına gelecektir.

Beşincisi, IŞİD’e destek veren bölgesel güçlerin gizli hedeflerinde Rojeva/Batı ve Güney olmak üzere  iki Kürdistan bölgesinin bütünüyle kaosa sürüklemek olduğu bütünüyle görüldü. Güney Kürdistan Yönetiminin bundan dersler çıkartarak, başta PKK VE PYD olmük üzere Kürdistan’daki bütün politik güçlerle ittifakı esas almalı ve hiç bir koşul öne sürmeden ‘Kürdistan Ulusal Kongresi’ni toplamak için gerekli somut adımları atmalıdır.

Altıncısı, Ortadoğu denkleminde aktif bir güç haline gelen, toplumbal ve politik düzenin oluşumunda artık bir sorumluluk alma düzeyine gelen Kürt Hareketinin ‘terörist görülmesinin hiç bir mantığının ve politik değerinin kalmadığı ortaya çıktı. Böyle bir hareketin liderinin de cezaevinde tutulmasının politik ilişkiler bakımından da artık anlamsız kaldığı ve bir toplumsal güçün lideri olarak özgürleştirilmesi gerektiği de ortada. PKK. Irak ve Suriye merkezli ele geçirdiği politik fırsatları   iyi değerlendirirse Öcalan’ın Özgürlüğü çok yakındır. Bunu devlet ile yaptığı anlamsız görüşmelerden değil, Ortadoğu güç ilişkilerinde ortaya koyacağı porfemansala kazanacaktır.

Irak ve Suriye merkezli politik kaosun nereye doğru evrileceğini ne gibi sonuçların ortaya çıkaracağını kestirmek zor. Mevcut gelişmelerin ortaya koyduğu tablo, Türkiye gibi bazı güçlerin mevcut denklemin dışına düşerek fiilen tasfiye olurken, İran ve PKK gibi güçler ise yeni oluştan denklemin aktif oyuncuları olarak ön plana çıkıyor. Bu bakımdan Türkiyle’de bazı yazarların yaptığı gibi  IŞİD ile PKK arasında bir kıyaslama yapmak son derece yanlış ve tehlikelidir. İkisini de yükselen bir güç olarak göstermek, birbirine benzetmek stratejik bir hata olacaktır. IŞİD, hiç bir şekilde politik ve toplumsal bir hareket olmayın dönemsel olarak ortaya çıkan ve işlevini tamamladıktan sonra tasfiye edilecek yapay bir güçtür. PKK ise tersine bölgede güç dengelerini belirleyebilecek politik ve toplumsal bir hareket olup, stratejiktir.

Ortadoğu’da volkan patlaması gibi devam edecektir. Kimin nerde nasıl bir pozisyon alacağı güç ilişkileri belirleyecektir.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Misak Tunçboyacı / Yok, Olmamak İçin Direnmek… Şengal

Hayat özetlene özetlene, handiyse sürekli olarak eksiltmelerle beraber, yüz kırk veyahut da daha az olan karakter ile ifade edilebilen bir mefhuma dönüştürülüyor. Hap gibi konsantre, gel gelelim içeriği daima eksik gedik konulan bir tanımlama gayretine düşülüyor. Tanımlar, atıflar bir gerçekliğe değil tam aksi istikametteki yalanlardan mürekkep olan bir forma dönüştürülüyor. Azaldıkça, eksildikçe sözün tözü ve esamisi okunmayan bir martavala sıkıştırılıyor. Her im bir martaval biliniyor. Nasıl olsa sorgulayan yok bahsine sımsıkı tutuldukça, inanıldıkça dünden daha az, dünden daha sığ bir kelime kervana düzülüyor. Yola çıkan meramın anlam sahanlığının enginliği ya da anlam ölçeğinin derinliği değil yüz kırk karaktere uyup uymadığı önceleniyor. Her şey işin kitabına uydurulurken, def edilenin kapı dışına itilenin aslında bahsedilmesi gerekenler olduğu bir kere daha pas geçiliyor.

 

Azaltma ve azalmalar bir süreklilik haline dönüştürülüyor bugün tamı tamına şimdilerde, şu vakit. Kesintisiz bir tırpanlama sözün değil duyumsanması, umursanmaması için elden gelen yarına hiç bırakılmıyor. Oysa her azalış yok oluşu hızlandırıyor bir süreklilik dâhilinde. Biteviye eksiltmeler cümlenin, dolayısıyla hayatın yarım yamalak kılındığını ifade ediyor hep görmek isteyene. Derinden sessiz sedasız taarruz ediliyor aralıksız. Kelimeler azaltıldıkça hayatın anlamı daha bir rutinde hep tekrar olunanlara mahpus ediliyor bilinçli olarak. Rutine hapsedilen illa ki mahkûm edilen sözün niteliği bir ihtimal de dile getirilenlerin aslında iyileştiriciliği oluyor. Behemehal erk seslenişinden çıkan o tereddütler, kırmızıçizgiler, hudutlar ve sıradana bildirilen hadler yaşamı zapt ediyor. Azaldıkça harfler mana unutuluyor. Azaldıkça kelimeler azap artıyor.

 

Azaldıkça söz keskin bir kötülük hâsıl oluyor her yere ve her şekilde. Azalan harfler değil sadece insan bahsinin ulaştığı sınırın çiğnenebilirliği ve unutulabilirliği belleniyor. O yoldan ilerlenmesi tavsiye olunuyor. Unuttukça ancak ayakta kalabilirsiniz diye buyruluyor. Görmeden, duymadan ve bilmeden yaşayabileceğimiz sözlerle aksettiriliyor, yarım yamalak değil otuz iki kısım tekmili birden bir arada. Sınırladıkça, vahametin güncelliği de kapsamı da daha derinden sarsmaya, kendi bildiğini eylemeye devam ediyor. Müşterek yıkılırken, onun yolunda geri dönüşsüz ilerletilirken kalıcılaştırılan şey sessiz bir mutabakat olarak bildiriliyor. Her şeye kayıtsız ve şartsız bir biat olarak resmediliyor aralıksız. Azalan harfler manaları alıp götürüyor.

 

Acıyı, derdi sizli bizli kılıyor, her şey değerlendirme şablonlarına sıkıştırılıyor. Şablon bir kez tutmaya görsün -o kalıplaşan bahis her günü apayrı bir cehenneme dönüştürüyor. Dönüştürülen yer cehennemin bir tasvirinden ziyade bizatihi kendisi ediliyor. Yaşadığımız güncelliği, ucu bana, cana dokunmuyor nasıl olsa yanılgısı öylesine seri bir biçimde yaygın kanıya dönüştürülüyor ki kıyamet koparken, lazım gelen farkındalılık öteleniyor. Önemli ve mesele edilmesi gereken çabalanımlar daha en başından derdest ediliyor, saf dışına öteleniyor bayağı bir gayretkeşlikle beraber. Azalan sözler, muhteviyata yapılan dolaylı veya doğrudan hamlelerin bütünlüğünde bu birbirlerini kovalayıp ta duran hamleler süreğinde asıl lazım olanların mahvına sebep oluyor. Ol bahiste mahvediş artık yalansız ve dolansız bir ayrışmazımız edilip hepimize pay ediliyor.

 

Acılar, sindirilebilir, dertler kanıksanabilir belletiliyor. Her şey layığıyla azaltılmışken eksiltilmişken sözlerin ardında aranması gereken hakikat de linç ediliyor böylelikle bu cehennemî ortamda. Ucun değmesi bahsi bir yana artık delip geçiyor behemehal. İstediğin kadar gözünü kapat, aklını mahrum et duvarlarını kuvvetlendir işitme ve görme ve duyma veyahut da öylece kala kalarak bekle sonuç olan yıkım kati surette değişmiyor, hiçbir zaman pay edilen başkalaşmıyor asla. Her defasında inanılan ‘bu defa da kurtulduk’ tavrı kendi kendine çürüyor bir kez daha. Sözün lime lime edildiği, geriye kalan umudun resmen çapraz ateşe tutulduğu varsa yoksa “devletlû” dilinin altında saklı duran baklaların birer ikişer gerçeğe evirildiği bir sahneleme hâsıl oluyor payımıza. Ortaya çıkan delip geçen pek fark edilmese de söz ile eyleniyor.

 

Her yerde ve her şekilde reva görülüp katara eklenen hamleler geleceğimizi çalmaya devam ediyor hemen hiç farkına varılmaksızın. Bir, iki, üç değil çok daha fazla hamlede bir biçimde şekillendirilen, sonuç olarak ulaşılmak istenen tamamen ve eksiksiz yıkım olmaya devam ediyor. Acıtmayan bahsi geçersiz bir türetmenin kendisi oluyor. Hem acıyor, hem kanıyor ve hiçbir surette tükenmiyor devletlûnun hıncı ol bahiste. Gösterile gelen çaba bunun nihayetlenmesini değil de, kalıcılığını işaretlemeye yeter de artar hale geliyor. Mübalağasız ötekisi olarak bildirilene karşı uygulamaların ötesi ya da berisi umursanmıyor o menzilde. Düzlem apaçık, çukurken her bir şey sütlimana çıkartılıyor. Nasıl olsa size dokunmayacak diye bildirilen şeyler daha söz yinelenirken yeni yıkımların teminatına, ön duyurusuna dönüşüyor.

 

Her hamle bütüncül teferruattan arındırılmış olan özdeki yıkımı kalıcılaştırıyor. Bir zaman aralığından değil hemen her fırsatta, her an güncelleniyor. Akıl fikir noksanlaştırılırken düşmanlık bahsine yeni kademeler, sınayış gayretleri ekleniyor biteviye hiç durmaksızın. Yerle yeksan edilen, bunca naçarlaştırılan akılken, daha nobran, daha sert, daha derinden yaralar ortaya çıkartmaya çalışa duran hamleler cismanileştiriliyor. Varım varız var olacağız sözünün kıymet-i harbiyesi geçersizleştirilmeye çalışılıyor her hamlenin ardında. Her hamle yeni bir yaraya dönüşüyor bu sathı mahalde, bu coğrafyada, bu menzilin önünde arkasında, dört bir yanında eksiltmelerin özü ve amacı bu yaraları kanıksatabilmek için verilen iktidarın oyunlarına sahne oluyor hemen her gün. Yakalan her fırsatta devletlûnun ettiği, sonuca ulaştırmaya çalıştığı bu yıkımlar güncesinde, zincirleme, patavatsızca sona bir adım daha yaklaşmak oluyor.

 

Dertler boyu epeydir aşmışken daha bütün bunlar başlangıç kabilinden bildirimler ile ucundan kıyısından yara vermeler, kalıcı hasarlara dönüştürülüyor menzili göz önünde bulundurduğunuzda. Sürekli olarak tekrar edilen, diskur bellenen, yordama yardımcı bellenen şeyler aslında tek bir hamlede nasıl da korunaksız bırakıldığımızı göstere geliyor bugünlerde. Bir ihtimalden, bir söz dizimindeki herhangi bir ayrıntıdan değil basbayağı, kesintisiz bir biçimde yalnızlaştırıldığımızın devletin gözetiminde her şeyin yerle bir edilmesinin yolunun arşınlandığı bir güncelliğin içindeyiz. Heyula kopmaya devam ederken asıl sorunlar yükselmeye, uç dokunmaya, yara çoğaltılmaya devam etmektedir halen, bu şartlar altında bile aralıksız göz göre göre. Misafir olunan kelimeler çağrışımlar ne edebiyat, ne feylezofik bir çıkarsama durumun keskinliği için anılması gerekenlerdir bugünün ülkesinde, bu coğrafyada.

 

Sınırımızın tam da dibinde kıyamet koparken, bizim buraların sessizliğindendir bahisleri bunca önemli kılmaya devam eden. Bir ülkenin, bir sınırın, bir alanın değil sadece başlı başına insanlığın katlinin tescillendiği, kayıt altında göstere göstere şekillendirildiği bir vahamete sahne olan bir yakarışa karşı denk gelenlerdir derdimiz anlatmaya gayret ettiğimiz. Binlerce yıllık yaşamın sürdüğü bir yerde onun sekteye uğratılması gayretkeşliğinin bu seferinde de Vahhabi mezhebinden olduklarını duyurmakta bir beis görmeyen aslen çok uluslu bir şebeke olan Irak Şam İslam devleti nam yapımın Şengal’de yaptığı soykırımdır kırık dökük bunca satıra vesile sebep. Hayatı üzerinde tahakküm kurulabilir bir mesele olarak bellenmesinden bu yana süre giden hınç ile linçin ortaklığında IŞİD nam şebekenin bu sefer de Musul’un bir nahiyesindeki Ezidileri hedefine koymasıdır bu kırık dökük satırlara sığınmamıza yol açan, sebep olan.

 

Yakın dönemde Suriye’nin Lazkiye’sinde, Rakka’sında, Kessab’ından, Halep’ine kentlerinde Sünni inancına tabi olmayanları kendileri gibi görünmeyen, düşünmeyen her kesimi, Alevisinden, Ermenisine tehditten tehcire, tehcirden kırıma, kırımdan katliama ulaşan bir düzenekte yok etme çabasının son duraklarından olan Şengal Soykırımıdır bize bu satırları yazdıran. İki arada bir derede insanlığı en kesintisiz biçimde tanımlandırabilmek, heybedeki kelimeleri denk getirip de manalı bir kaç cümle kurabilmek zorlaşıyor. Düşünce sıkışıp kala kalıyor, akıl derman arıyor, yol arıyor, meramı anlatabilirim diye düşünüyor. Oysa görünen köy bir kez daha gösteriyor ki “kılavuz” her neyse, nasıl addedilirse, anlamlandırılırsa anlamlandırılsın yazmak hiçbir surette kolay olmuyor, olamıyor.

 

Yakın zamanlar dediğimizin bir hınç ikliminde, sürekli katliamları göstere gelmesinden bu yana olan bitenin tastamam linç olduğu, yok etmelerin sonsuzluğuna varmak gayretinin birbirini takip eden bir süreklilik olduğu karşımıza çıkıyor. Yüz binlerce insanı yerlerinden, yurtlarından eden bir şebeke için bu sınırlar dâhilinde halen “unsur”dan öteye geçebilen bir tanımın resmen yapılamadığı bir mezalim var. Hayat gasp edilirken, Ezidiler için bir gün sonrasının her ne olacağı artık enikonu muamma kılınmışken, yaşadıkları yerler çoktan talan ve imhaya tabi tutulmuşken geriye kalan söz pek de anlamı tam aksettirmiyor. Daha öncesinden daha eskilerden Medz Yeghern, Seyfolardan bildiğimiz, aklımızın bir köşesine mıh gibi işlenmiş olan korkular bir kez daha cismanileşiyor bugün, Ezidilerin suretinde hayata tutunmaya çalışanların çöl ortasındaki suretlerini gördüğümüzde.

 

Agos Gazetesi’nde yayınlanmış Karin Karakaşlı’nın Utanç Tekerrürü makalesindeki cümlesi ile Suriye ile Irak toprakları arasında aşırı sıcağa ve çöl tozuna direnmeye çalışan bu halkı, iliğimden biliyorum. İliğimizden biliyoruz o dermansız konuluşun bir geceyi bir sabaha ulaştıramayacak olmanın çekincesini ve gelecek kaygısını fark ediyoruz. Bilince işlenmiş olan sadece göstere göstere kırımları ve yok etme seremonilerinin bunca kolay eylenebilmesi değil, aynı zamanda o acının hiçbir surette anlaşılamaması olduğunun idrakinin de payı var, akla yer edinmesinden öte her defasında hatırlanmasında. Ezidilerin varlıklarına, salt kimliklerine karşı geliştirilen saldırıların her an güncellenen rakamlarıyla, her gün eklenen ölümleriyle beraber fark ediyoruz bir kez daha; yok olmak ne demektir. Beş yüz civarında insanın katledildiği, bin civarında ne isimlerini, ne cisimlerini asla bilemeyeceğimiz kadının yaşam haklarına mani olarak köle edilmesini bir hafta içerisinde eylene geldiği bir yerde unutabilmek ne mümkün acı kaçarımız olmayanı göstere gelmektedir.

 

Bir halk yok edilmekte her gün daha da yoksunlaştırılmaktadır. Sincar Dağı’na ulaşan insanların önemli bir kısmının tahliye edilmeye gayret edilirken, kaçış çabasına düştükleri yolculukta bu sınırların en doğusuna oradan da Ankara’ya kadar gelebilmiş olan insanlara orada gördükleri zulmün bir başkası reva görülmektedir yine, yeniden. Dicle Haber Ajansı’nın haberine göre ‘Işid’in soykırımından kaçarak Kuzey Kürdistan’a gelen ancak Akp’nin Orta Anadolu’ya sürdüğü Êzidî Kürtlerini, şimdi de beyaz soykırımın kıskacındadırlar. Akp hükümeti ve ona bağlı kuruluşların Ankara’ya sürdüğü Êzidî Narmo ve Aldewrêş ailelerini Işid çetesinin yaptığı gibi Müslüman olmaya zorluyor.’ Sadece tek bir kesit bile aslında ne olmaya devam ettiğini göstere gelmektedir bir kez daha. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı, kimlikler üzerinde yapılan hamlelerin her neye dönüştüğünü bildirmektedir yekten.

 

Geçtiğimiz Haziran ayı içerisinde Qaraqosh nahiyesine saldırılması sonrasında bu göç yolu ve tehcirle bir başlarına kalan Süryaniler, Ninova Ovası’nın tamamına yakınında bulundukları hemen her mahalde, yine Işid’in saldırılarına karşı korumasız bir başlarına zulme terk edilmektedir haddizatında. Halkların ortaklığının, yaşam mücadelelerinin ivedi olmasının hemen hiç önemsenmeden gündemin satır aralarından def edildiği günümüzde kırım onu bunu ya da berikini değil herkesi kapsamaktadır. Musul’un neredeyse tamamında, Kerkük’ün belirli nahiyelerinde ötesi berisi orası burası olmaksızın bir zulüm sürekliliği karşımıza çıkartılmaktadır. Ezcümlesin hayata kast edilmektedir. Devlet sırrı olarak atanan, neredeyse peşi hiç kovalanmayan şiddet şebekesine yardıma koşar adım yetişilen bir ülkede o hayatların kıymet-i harbiyesi anlaşılmamaktadır halen.

 

Devletlûnun hiçbir surette önlem almadığı, dahası güney sınırın nerdeyse tamamında kendini, varlığını ispata girişen orada olduğu kadar da, Ceylanpınar’dan, Reyhanlı’ya her yerde karşımıza çıkan bir gün İstanbul’un arka sokaklarında kendine eleman temin edebilen bir şebekenin utançlarına katkısını ne zaman nihayetlendireceğidir işte mesele. Her şey yoğun bir gündemde, bunca kıyametle beraber şekillendirilirken sessizliğin sonu zulmün bir gün gelip hepimizi bulacağını bildirmeye devam etmektedir. Hayat bir yok etme ritüeline dönüştürülürken, burada seslenip o yaralara merhem olacak duygudaşlık, çağrının ve daha fazlasında kırımlara karşı vicdanı hatırlamanın tam zamanıdır. Bir mesele, bir mana kalacaksa geriye bunca laftan tek bir şeydir: Hayat için seslerini duymak, imdat çağrılarına kayıtsız kalmamak.

 

Bir kırım çetesine rehin hayatın zindan edilmesine mani olabilmek için, yeter artık diyebilmek için, kelama ortak olmak, yazgı diye buyrulana karşı ses etmek lazım gelendir. Bir ülke bir halk topyekûn yıkıma zulmün güncellenmiş olan haline karşı varlık mücadelesinin peşinde, yekten ezcümle. Ne Ezidi ayrı ne Şebbak, ne Süryani ne Alevi ne de Kürd ya da Türkmeni hepsi birlikte bir arada hayatlarına sahip çıkmanın derdinde. Bugün çoktan unutulan, yarın hatırlanmayacak, daha öncesinin handiyse hiç sorgulatılmadığı bir güncellikte yaşadıklarını unutmayarak, geleceğe çıkabilmek için direniyorlar. Duyuyor musunuz? Özet edilip kıssa edilenler, sadece bir kaç karede buradaki cümlelerden çok daha anlamlısını paylaşırken fark ediyor musunuz? Oralardaki “ortam uzamı” kaybetmemek için gösterilen direniş çabalarına buralarda kayıtsız kalınmasının ne kadar da kötücül olduğunu idrak edebiliyor musunuz? Vicdanınız rahatlarda mıdır, afiyette midir, nasılsınız? Görüyor musunuz, umursuyor musunuz? Hey insanlık.

 

Bir Not: Elimizden ne gelir ki diye bir sualiniz varsa…

7 Ağustos 2014 Perşembe

Misak Tunçboyacı yazdı…Yol Nereye?

“…Ve bana öyle geliyor ki düşünmeme hali -gaflet içindeki bir umursamazlık ya da dumura uğramış bir zihin ya da koflaşmış ‘doğrular’ı tasasızca terennüm eden bu hal – zamanımızın en bariz özellikleri arasındadır. O nedenle önerdiğim şey aslında çok basittir: hiçbir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir.” Hannah Arendt – İnsanlık Durumu’ndan…

 

 

Ayrıştırmanın kesintisiz olarak dilden başlayarak vurgularla şekillendirilerek, tavırlarla genişletilerek ve ezber olunan kekremsi tekrarlarla yinelendiği yanlışlardan doğruların arandığı halen bunun sürdürüldüğü bir güncelliği idame ediyoruz. Dönüyoruz, dolaşıyoruz menzilde tek adamın, tekilliklerden mülhem olanın tahayyülünde sırada ne olacak, her ne kaldı ki başa getirilecek bütün bunları düşünürken buluyoruz. İdame ettiğimiz hayat akışında hepimizin yerine sözü tapulayanların, bu tiyatral olmayan piyesten mürekkep kurgudaki hemen her fenalığı nasıl cevval bir biçimde sahiplenip korumaya çalıştığını gözlemliyoruz. Gördüğümüz vakıf olduğumuz duyumsadıklarımızdan kerhen tanık olduklarımız, sehven yazgımız diye dayatılanlardan değil, haddizatında nasıl ölçülüp biçilerek oluşturulduğunu göstere gelen, idrak ettiren karşılaşmalarla ilerliyoruz.

 

Her detay başka bir fenalığın başlangıcı, her başlangıçsa yeni bir yıkımın temellendiricisi haline dönüştürülüyor. Kesintisizleştirilen ayrıştırma çabası halen sürdürülmeye devam edilen büyük güç mitinin, güçlü lider profilinin dolayımlarında bu yıkımlar sıradanlaştırılıyor el birliğiyle. Gündelik olarak zikredilenler, bugün geçip gitmiştir bahsinde aksettirilenler hepimizin hayatının ortalık yeri, tam da merkezini işgal etmeye devam ediyor biteviye. Kurgu gibi görünen tedbirlerin, bir yerlerde okunup, anlatılıp, dile getirilip unutuşa terk edilenlerin, öyle bildirilenlerin nasıl da hayatlarımızı kapsadığı meydana çıkıyor. Erkan-ı devletlû için sınırlar yıkılmak, daha büyük ve kesintisiz olan zorbalığı kanıksatmak için yeniden düzenleniyor behemehal. Birlikte yapılanlar, sunulanlar ortak uzamı yok etmek için sık ve aralıksız tekrarlanıyor.

 

Küçük kıyametler buradan el bulunarak, bu ümitle beraber şekillendiriliyor. Her sokağın, işitilmeyen görülmez bilinmez zannedilen her yerin, meskenin azabı böylelikle çoğaltılıyor. Her küçük kıyamet bir başkasını tetikleyerek ‘demokrasi bahsinin’ üzerini sorgulanamaz kılacak bir yara olarak cismaniliğini koruyor. İyi niyetli bir okuma şu raddede söz konusu bile değil, bildiğiniz adını ve sanını düzgün koymamız gereken bir azrail mümessilliği şekillendiriliyor biteviye. Koşullandırılmış olan aklın eyledikleri bir gün bir şeye başka bir gün bir mevkiine, bir görünüme ve bir algıya diğer bir gün hepsinden el bulan, bunları bütünleştiren bir meseleye böylelikle tam, eksiksiz bir küçük kıyamete dönüştürülüyor. Küçük kıyametler bir süreklilik içerisinde, hayatımızın rutinlerinden birisi olarak peyderpey bir biçimde denk getiriliyor.

 

Toplumu delirtmek bir yan unsur olmaktan çıkıp, yalın söylersek esas amaca eviriliyor. Ciddiyetle kotarılan bu bilinçle gayya kuyusu halindeki bu ülkeden çıkış olmadığını kanıksatılmaya çalışılıyor. İşlenen her cümlede kaçarın olmadığı bu kurtlar sofrasında yem edileceğimiz gerçekliği yüzümüze bildiriliyor. Kerhen değil, sahici olan yıkım bütün bu tedbirli hamlelerle beraber, birlikte bütünlüklü bir menzil oluşturuyor. Dün güncellenirken, bugün bütün o kalıtlaştırılıp keskinleştirilmiş olan tahayyülün arta kalanlarıyla daha zor, daha vahim daha ağır sınavların kucağına itiliyoruz hepimiz. İnsaniyet bahsini heder eden çoktandır unutan bir aklın, deneyimletmeye tabi olduğu, ısrarla sürdürdüğü ateşini sürekli kolaçan ettiği yıkım güncesi oluyor. Memleketi kurtarma tiratları, büyük, güçlü ülke sözleri samimiyet söylemleri alttan alta hükümranlık ağızları ve daha fazlasıyla şekillendiriliyor.

Biliyorsunuz bunlar bahsinin modası, -affedersiniz Rum, Ermeni laflarının miadı, lobiciler, kan emiciler, vandallar sözlerinin kullanım şartları geçtikten sonra paralel ile başlayan bu fiştekleme yaftalama merakı kimliklerinizi açık seçik söyleyin siz Alevisiniz’e demirleniyor. Birilerine had bildirilecekse bunu da en iyi usta yapmakta bildirmektedir kolaycılığında, dışarıya yapılan van minütler buranın kâbusu olarak sıradan, müesses nizam içerisinden seslendirilmeye her gün devam ediliyor. Durmak yok yola devam şayiası böylesine bir çırpıda geçilip durulan, unutulup ne var konjonktürsel gereklilik olarak zaman bunu gerektirmişti denilebilecek kadar kolay olmayacak sözlerin dillendirilmesini sağlama alıyor. Her yere akıl verilen bir ülkeden o ülkeyi yönetenlerin anladığı demokrasi bahsinin nefret ettirmek, daha fazla insanları birbirine düşürmek, kırdırmak, onuru ayaklar altına almak olduğu yineleniyor.

 

Bir seyirlik göstermelik bir kurgusal değil yalın ve çıplak gerçek vahametin derinliğini gösteriyor. Vahamet yok bahsini dillendirirken hizipçiliği, etnik ayrıştırmayı, devletin o sorgulanamaz bildirilen müesses nizamının tekçiliğini imal etmeyi sürdürüyor, büyük usta. Maya hep eksik gedik tutturulmaya çalışılan aşı daimi yalan yanlış ve sürekli acıdan mürekkep bir ülkeyi daha derin bir azap çukuru haline taşımak adına yineleniyor. Reçetelenen hep o oluyor. Delirtmek edimi, söylemden çıkartılıp bir gerçeğe doğru, adım adım ilerletiliyor. Sorunsallar dağ gibi yükselmeye devam ederken, dört yanımızdan sınırımızın içinden ya da dışından “barış” namına hiçbir şey bırakılmazken, bırakılmamışken kadınların kahkahalarına zihin yoran bir akıl peyda olunuyor bir yandan.

 

Bülent Arınç Bey’in gündeminin önceliği Gazze ya da Kobane veyahut da bugün olduğu gibi Şengal değil, sansasyonel olmayı artık aşmış olan basbayağı bir -saçmalama düzeyindeki- kadına tahakküm oluyor. Oysa büyük ustalarının tabiri ile kimsenin hayat tarzına karışılmayan bir ülkedeyizdir. Demokratik hakların masallarla şekillendirildiği hemen her durumda fikriyat özgürlük bahisleri edilirken sonuçların nasıl tam tersi olduğu muştulanıyor; hala. Genellendirmeler dâhilinden öne sürülen pejmürde sözler, sapla samanı karıştırmalar akım derken bile tüm karayı meydana seriyor. Her şey uluorta eylenen bir mizansenmiş gibiyken tüm bu laçkalık gerçek delirten etmen haline dönüştürülüyor. Delirtmek sözün gelişi bir tanımlandırma yahut da sonuç bahsinden öteye her gün denenen bir mesele dönüştürülüyor bu hudutta.

 

Esra Arsan’ın yorumuyla “Bunlar şöyle” “bunlar böyle” söylemi Kemalist hegemonyanın ötekileştirmesiydi, artık Tayyip Erdoğan’ın oldu. O artık asker. Yorumdan kendini göstere gelmektedir. Delirtmek fiiliyata bir adım daha yakınlaştırılırken kahkahalar arasında, dillendirilen nasıl bir toplumun oluşturulmasına çalışıldığıdır. Kadınların yerine söz eden, kadınların yerine karar alan, onlara yol gösteren, sözüm ona dertlerine ortak olan akıl tıpkı tüm diğer işitilenler gibi kayıtsız, fütursuz bir dönüştürme adına sergilenmektedir. Her şey bunun daimiliği nihayetinde o sonuca yaklaşabilmek adınadır. Ne ki tüm bu çıkarsamalar Kafkaesk bir vurgulama yahut da Bataille’in yazınından çıkma kara yazgı değildir hepsinden öğeler barındıran bunlardan öteye taşınan gerçekliğe kavuşturulan had bildirimi olarak şekillendirilmektedir. Haddizatında birbiri peşi sıra ileriye sürülenler hep bir heyulada rast getirilenler bunların bekası adınadır.

 

Konumlandırılmaya ve kalıcılaştırılmaya çalışılan şeyler, mahvımızın önünün alınması değil tüm bu kıyamet ikliminde her şeyin örtbas edilebilirliği içindir. Örtbas edilenler üst üste geldiğinde tartışılan o vahim şeyler elendiğinde mesele daha anlaşılır olmaktadır. Gaziantep’in, Beyazlar Mahallesi’nde “evi temizlemediği” gerekçesiyle bir kadın, eşi tarafından tabancayla bacağından vurulması gibi şiddet örnekleri o menzilde gerçeğin ta kendisini göstermektedir. Hiddet, şiddet gücünü gücü yettiğine uygulayan akıl, devletten milletine silsile halinde ilerletilmektedir bir kez daha. Hakkaniyetsizlik artık bir diskur olarak aleni ve resmen kalıcılaştırılırken yok etmeye kadar ilerleyen zapt-ı raptın evreleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Topyekûn olan bitenlerse meydandadır işte. Mahvedişi sorgusuz sualsiz kabul ettirme yolunun tercih edildiği bir ülkede gidişatın ondan da gayrisi olmayacağı halen göz önündedir. İnadı imtina etmeyi salt bir anlığına dahi olsa bir kenara koyduğumuzda devletlu aklından uzaklaştığımızda her şey apaçık meydana çıkmaktadır.

 

Ayrıştırma bir noktada belirli bir aralıkta veya düzlemde değil hemen her gün yinelenen bir unsura dönüştürülmektedir. Tüm acılar, yaralar, eksilmeler, yok edişler birlikteyken bir aradayken üstelik. Eksiği gediği bırakılmadan yapılmaya devam edilenler tüm rutin görünen döngü dâhilinde yarınları çalmaya devam etmektedir. Işid’in veya taraftarlarının İstanbul’un Gaziosmanpaşa semtinde icraatlarını sıralayarak başlamak mümkündür o çalınanlar bahsine. Belediyenin kendilerine tahsis ettikleri alanda yaptıkları toplantı sonrasında kendi vurgularıyla tekbirler getirerek, insanlara saldıran bir güruhun varlığına alıştırılmaktır gelecekten çalınan. Demokratikleşme bahsinin linçini sağlama aldıktan sonra, kendisi gibi görmediğine demediğini bırakmayan erkânın izini takip edenlerin, bir yerlerde şu anda bile kırımlarını sürdürenlerin, katliamlar gerçekleştiren faşist bir yapının sokaklarda ellerini kollarını sallayarak gezinebilmesinin haber değeri bile taşımaz bildirilmesidir gelecek bahsinde çalınan, yağmalanan.

 

Dur diyen olmadığından, ‘unsur’ İstanbul’u mesken edinmeye, örgütlenmeye devam ederken bunlar bir teferruat mıdır, her şey bir detay mıdır bahsi önümüze çıkmaktadır. Ol bahisten kırım yapanlar, katletmeyi onayanlar, bir biçimde İslam, din, iman vurgusunu yok etmek adına yineleyip duranların bilinçli saldırısının akıbeti her ne olacaktır. Büyük ülke böyle her şeyin kanıksatıldığı, umursanmadığı bir yer olarak mı şekillendirilendir, nedir nicedir?  Ehlibeyt Âlimler Derneği Genel Başkanı Hasan Kanaatlı’nın Cumhuriyet gazetesinden Sinan Tartanoğlu’na bildirdiği tanıklık konuşulması gereken değil midir? Karanlık yinelenirken “Bir akşam balkonda otururken, sokaktan cüppeli, sakallı, şalvarlı tipler ‘Suriye’de, Irak’ta Alevileri hamd olsun çok güzel gebertiyorlar. Burada da başlatabilsek’ diyerek geçtiler” vurgusunun ötesini berisini sorgulamak ne zaman mümkün olacaktır.

 

Gaziosmanpaşa’yı deney sahası eden, herkesi birbirine düşman belleten devletin elindeki son kozu bu kandan medet uman unsuru, bir gözdağı olarak kalıcılaştırıp yerleşik kılmak mıdır? Mesele, her defasında aynı şeyleri dile getirmekten ibaret değildir lakin giderek pespayeleşen bir zeminde, ülkede başka bir sözcüğe, tanıma yer bırakılmamaktadır, yolun sonu aydınlık görünmüyorken üstelik. Her şey ol nizamından ilerletilmeye devam edilirken asıl dertler kalıcılaştırılmayı başarır. Kesintisiz olan fiiliyattaki ayrıştırma dilden ve kelamdan çıkıp çoktan eyleme geçmiştir iş bu raddede. Bugün dün ‘olan biten’ meseleler halen en onulmaz yaraları kalıcılaştırıyorsa bu sonu hiçbir türlü gelmeyen hamleler bütününden ileri gelmektedir. Bir türlü kabul edilmeyen ortak uzamı hakir görüp bildiğini okumaktan şaşırmayan, müştereki yağmalayan her bir şeyi dönüşüm potasında kutuplaştırıp daha fazla ayrıştıran bir zalimanelik, sözün özü literatürdeki karşılığıyla otokratizm iklimi tüm bu döngüyü yinelemektedir

 

Yinelenmeye devam edilen bütünün paramparça edilmesi adına tüm siyasi ve sosyopolitik hamlelerin kırımın vd. başka bir türlü kabul edilmesi adına olduğu meydana çıkmaktadır. Ekranlar güncelliğin sınırlarının dâhilinde bu hınçla yapılanları, defaatle yinelenen örneklerle dopdoluyken söz naçarlaştırılırken erk tüm bunları tahakkümünü genişletmek için kullana gelmektedir. Bugün, yaşadığımız yer bütün bu hegemonik yapımın tezahürlerini yinelemektedir. Birbirini takip eden demeçler, nutuklar, değiniler, tüm bu belagati kalıcı kılmak adına yinelenmeye devam olunmaktadır. Söylenenler hedef gözetimleri uzamda istikrarlı bir biçimde yok etmelerin önünü açabilmek adına yinelenmektedir. Bugün derdin böylesine kalıcılaştığı demokrasi meselinin handiyse paldır küldür devre dışına itildiği, bunun önemsendiği yinelenen her hamlede bir delinin attığı taşların kuyudan çıkartılmasının sahnelendiği bir ülkeyizdir artık.

 

Kadınların, çocukların, gençlerin, erkeklerin, lgbti’ler ve tüm diğer azınlıkların, çoğunluk karşısında az olanların sesleri az çıkanların, sesi sözü işitilmeyenlerin “unsur” kadar önemsenmeyenlerin hiçbir surette anılmayanların cehennemi bina olunmaktadır. Nefret körlemesine bir hudut bildirici olarak aşina olunan o eskinin yenisi Türkiye’de kalıcılaştırılmaktadır. Hınçla dile getirilen sözler, hedef tahtasına bağlanacak bir başkası için, yinelenmektedir. Neredeyse yaftalanmamış bu dikenlerle kıyıdan köşeden bulaşmamış, ismi anılmamış, fişlenmemiş bir gün tehdit olduğunun ilan edildiğini duymayan kimse kalmamış bir ülke bina olunuyor. Her devrin adamları haricinde geriye kalan herkesi kapsayan bir ülke yükseliyor. Kesintisizleştirilen ayrışım çabası her birimiz için yeni bir fecaati de kapımızdan içeriye sınırlarımıza en nihai olarak bedenlerimize ve benliğimize karşı hızla güncellenmeye devam olunmaktadır hala. Erkan-ı devletlû teşebbüsleriyle, kurulu olan düzenin tüm defosunu muhafaza ederek, baskılamayı soluksuz bir deneyim, yaşamın ta kendisi eylemeye çalışmaktadır hala.

 

Kitap sattığı için örgüt üyesi olarak yargılanan Mülkiye Demir Kılınç’ın Özgür ve Lorin bebekleriyle beraber hapsedilmesinin yolunu açmaya çalışması bir yüzeyidir. Mülkiye’nin unutulmaya yüz tutan devletin hıncından nasibini nasıl alacağı mahpusluk muamma eylenirken bir Mülkiye daha sessiz, sedasız gazete satırlarından hayatımıza dahil edilir. Hürriyet Gazetesi’nde Burcu Purtul Uçar’ın haberinden aktaralım “Lübnan protestosuna katıldı, Gazze ile ilgili basın açıklamalarında yer aldı. Hakkında davalar açıldı. Bu arada evlendi, doğurdu. Ve 8 yıl sonra Yargıtay kararıyla şoke oldu. Hakkındaki 6 yıl 3 ay hapis onanmıştı. 17 Ağustos’ta Zeynep Simay bebeğiyle cezaevine girecek olan Arzu Ceylan Oral çaresiz.”

 

Anayasal hak olarak tanzim edilen her şeyin sınırlarını yekten yıkan, bunu derdest etmekten hiç gocunmayan erkân, adalet mekanizmasında da bu tavrı yinelemektedir. Eyleme katılmanın cezası bir biçimde mahpusluktur, henüz yeni anne olmuş olsanız dahi. Gerçeklik yıkımın ta kendisi eylenirken, bir kadının daha haddinin bildirilmesi için aklı kıt bu devlet nobranlığına, korku ülkesine kurban edilmesi için çabalar devam etmektedir hala ve hala. Tımarhane deyince alınan insanlar için bu ülkenin başka bir tanımı söz konusu olabilir mi sayın okur. Basit gibi görünen mesellerin arkasından kopartılan fırtınalarla ve itinalı senaryolar ile inlerine gireceğiz, dokunan yanar paraleller düzler hepsi birden, her yere mahalle kabadayılığı ile muameleler bu bütünlüklü olan biyopolitik hali özetleyecektir. Yaşadığımız ülkenin acılarının tükenmezliği adına çalışılmasını, bunun inatla sürdürülmesini de göstere gelmektedir hala ve hala.

 

Kalıcılaştırılan saldırılar, hayatın daha da içinden çıkılmaz kılınması adına yinelenmektedir haddizatında. Dünde kaldığı, geride olduğu söylenenlerin tümüyle nefretten, hınçtan, linçten, şiddetten ibaret bir toplum bina ediliyor şimdi. Ve şu anda hemen her şekilde muhafaza altına alınıyor her yerde her eşikte. Simsiyah bir uzam bina ediliyor her gün. Geriye dönüp de bakma şansımız bile bırakılmayacakken her şeye olur verilmesine, düzenin ucundan kıyısından yenilenmesine şahitlik ettiriliyor. Bu düzen harap düzen, harami düzen, katleden yok eden düzen. Bu düzen hakkın hukukun ayaklar altına alındığında birilerinin oh olsun dediği bir düzen hala. Bu düzen hepimizi sinir küpüne dönüştürendir, öyle bir düzen. Herkesi ve her şeyi ve her dert edileni her anlamda yağmalayan bir düzendir. Yok oluş kapımızda ve burnumuzun ucundayken erkan kendi bildiğini okumaya devam ederken sözü savunmak ne zamandır hangi zaman.

 

Gerçekliğin kıyısında bugün orada, burada yapılan fecaatler, küçük kıyametler yarın bir gün sizin de bizim de hepimizin yaşama tutunduğu mahalde kendi başına gelebileceğini bildiren bir düzen, halen farkında değil misiniz? Geleceksiz konulmak bir bahisten çok daha sarsıcı olan gerçekliğe hiçbir engel olmadan ulaşırken düşünmek ne zamandır? Çanlar hepimiz için çalmayı mütemadiyen sürdürürken kâbustan uyanmak ne zamandır, çabalanmak ne zamandır?

 

Resim: ‘No Handcuffs Only A Leash (Modern Democracy)’ Mark Powell https://www.flickr.com/photos/markpowellart/9593375538

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Beden Dilinin Önemi

İletişiminizin kalitesi, hayatınızın kalitesini belirler.Hayat ilişkilerle büyür, ilişkilerin temeli ise iletişimdir.Çoğu zaman anlatmak istediğimiz ile karşımızdaki kişinin anladığı arasında büyük bir fark olur. Bunun sebebi bizim iletişim kurarken nelere dikkat ettiğimiz ile yakından alakalıdır.Mevlana demiş ki; ‘Ne kadar bilirsen bil, bildiklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.’ Doğru ama biz modern çağda bu sözü mecburen şu şekilde değiştirmeliyiz; ‘Ne kadar bilirsen bil, bildiklerin karşındakine anlataildiğin kadardır.’Peki nasıl anlatacağız, bu çok uzun bir konu ama ben size temelden başlayacağım.