27 Ekim 2014 Pazartesi

Ya Herkes Onları Haklı Bulsaydı? (VİDEO)

Herkesin baktığı yerden bakarsan sadece aynı şeyi görürsün..
Herkesin yürüdüğü yoldan yürürsen sadece aynı yere çıkarsın..

Farklı Düşün!

Kaynak: Network Marketing

25 Ekim 2014 Cumartesi

Akın Olgun, Politik iflas ve barış

Yönetememe krizi derinleşiyor ve kriz derinleştikçe, yönetenler var olan boşluğa, kontraları saha tatbikatı yaptırarak dolduruyorlar. Kobane protestoları, sahaya sürülen devlet kontralarının nasıl hızla müdahil olduklarını gösterdi hepimize. İktidar, kontraların faaliyetlerini “mal ve zarar” hesabı üzerinden yürüttüğü propaganda ile gizlemeye çalıştı. Diğer yandan ise “güvenlik reformu” denen CİN paketle kendisini dokunulamaz yasalar içine almak için, gözü kararmış şekilde hiç durmadan koşturuyorlar.

“Derin devletle, darbelerle hesaplaşılıyor” gibi siyasi süslemelerle yapılan operasyonların bir yüzleşmeye dönüşmemesi, devletin kendi kendini aklamaktan öteye geçmeyen bir siyasi tavır geliştirdiği gerçeğini önümüze serdi. “Hesaplaşıyoruz” dedikleri her şey, muhaliflerini yok etmeye dönük bir cadı avına dönüştürüldü. Kozlarını paylaşanlar, daha sonra kozlarını ortaklaştırarak yeni bir siyaset geliştirdiler. Bu ortaklık iktidarın ayakta kalması, derin yapıların ise aklanması olarak şekillendi.

Güç ve çürüme birbirini güçlendirerek ve nihayetinde “kaybetme” korkusunu büyüterek, bütün sistemi teslim aldı. Pasta kavgası, tüm pislikleri gün yüzüne çıkardı ve gün yüzüne çıkan her pislik, iç çatışmanın ne kadar derinlere indiğini açığa vurdu.

Barış “süreci” ise, iktidar tarafından sadece kendi siyasi alanını genişletme, Kürt politikasını uyuşturma taktiği ile ele alınıp nerdeyse içinden çıkılmaz bir hale getirildi. İktidarda kalmanın bir aracı olarak görülen “süreç” elbette ki bir yerde patlayacaktı. Patlamanın adı Kobane oldu.

Kobane, iktidarın iç ve dış politikadaki iflasının sonucuydu.

Tek adam siyaseti, antidemokratik uygulamalar, yaşam alanlarının kalıplar içine sokulması, İslami yaşam biçiminin yasalar eliyle dayatılması, dış politika hezayanları, ekonomik daralma, cari açık, yolsuzluk, baskı, şiddet ve en önemlisi hızla Batı’dan uzaklaşarak aranan yeni eksenler, yönetememe krizini büyüttü. Bağıra bağıra gelen sorunlara, uyarılara, telkinlere “had bildirme” seansları ile cevap vererek aşağıya gönderilen “güçlü adam” imajına tutunanlar, şimdi her an tepetaklak olabileceklerine dair, Batı’nın verdiği mesafeli mesajlarla kapana kısılmış çırpınıyorlar. Alternatiflerinin olmadığı rahatlığına tutunanlar, bunun bir önemi olmadığını hiç anlamadılar. Oysa her konjonktür, kendi alternatifini mutlaka oluşturur. Mısır, bunun en yakın örneklerinden bir tanesidir. Batı’nın bölgdeki çıkarları söz konusu olduğunda, hiç kimse vazgeçilmez değildir.

Dışarıda yalnızlaştıkça, içeride baskı yasalarına ve derin devletin kodlarına sarılarak iktidarını korumaya çalışanlar, daha fazla batıyorlar. Suriye, Gezi ve Kobane ile beraber kontraları sahaya sürenler, bir süre sonra koruma altına aldıkları bu gücün siyasetteki etkisini daha fazla hissedecekler. Suriye ve Kobane için eğittikleri yaratıklar, gizli, pis işleri için beslenip, imtiyazlı derin güç haline getirilenler, eninde sonunda kendilerine dönecek ve bunu da en çok “çözüm” denen sürecin gidişatında hepimiz hissedeceğiz. Bu yapılara yaslanarak, “ulusal” uzlaşma yolu ile koruma altına girdiğini sananlar ise, şartlar değiştikçe afallayacak.

Kürt siyasi yapılanması ise tüm bu yaşananların ortasında duruyor. Bir yandan iktidar eliyle geliştirilen antidemokratik, otoriter sistem, diğer yandan barış. Bu ikisi nasıl bir arada duracak? Demokrasisi olmayan bir barış, hangi temel şerit içinde şekillenecek? Kurumlaştırılan bu anti demokratik ve otoriter yasalar barışa nasıl katkı sunacak? İçimizi kaşıyan sorular ve “şimdi sırası değil” otokontrolü arasında tutunmak mümkün gözükmüyor. Sorular, gerçekçi cevaplar arıyor.

Yolun sonu gözükmüyor ve karanlıkta el feneri ile bir çıkış aranıyor ama el feneri kimin elinde bilmiyoruz.

Ama biliyoruz ki, öldürmede berrak, hesap vermeye geldiğinde ceberut olan bir iktidar var karşımızda.

“Barış, demokrasi” havada uçuşuyor ve nasıl oluyorsa biz sokaklarda ölüleri toplamaya devam ediyoruz. Bu “demokrasi” anlayışıyla uzlaşan “çözüm” , bizi nasıl daha korunaklı yurttaşlar yapacak, yapacak mı?

Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmeyi bilmiyoruz biz. Sahi bu nasıl oluyor?

BirGün Gazetesi

 

24 Ekim 2014 Cuma

Ruhi Uzunhasanoğlu / Sürece dair..

Çok değil bundan iki yıl önce “Ben olsam asardım” diye meydanlarda bağıran başbakanımız vardı.Oysa İdam yasalarımızdan çıkalı epeyi olmuştu.Ve en önemlisi asma kesme’nin gündem olmasını gerektirecek bir durum da söz konusu değildi.Nereden çıktı ” Asardım ” ajitasyonu  hiç kimse anlamadı.Acaba iklim sertleşiyor mu diye düşünürken gazetelere örgütle görüşüldüğü haberleri sızmaya başladı.Bunun üzerine hükümetin en yetkili iki insanı ,  biri Başbakan ,  diğeri yardımcısı Bülent Arınç çok kızdılar.İkisi de görüşen “Şerefsizdir” gibi ağır sözlerle  bu haberleri yalanlanladılar.Halbuki daha diplomatik cümleler  kursalar da olabilirdi.

Nereden çıkarıyorsunuz bu haberleri , bunlar  doğru değil , gibi.Çok geçmeden anladık ki , bu şereflerini ortaya koydukları görüşmeler aylardır yapılıyormuş.Önce “Biz değil , devlet görüşüyor ” dediler.İnsanlar sordu doğal olarak ; Siz KİM Devlet KİM  ?Bu soruyu  duymazdan geldiler.Zaten KİM’i aramanın ,  konuşmanın  , sormanın  manası kalmadı.Çünki çok kısa süre sonra Çözüm süreci başladı.

Sonrası  hepimizce malum.

Bozuk olan koster bir hokus pokusla tamir oldu.

İmralı heyetleri gitti-geldi.

Oradan kandile çıkıldı,inildi.

Sırrı Süreyya ” bir ayda 3 bin Km yol yaptım , ben bu yola baş koydum ” dedi.

Politikayı bilen bilir.

Bütünüyle bir saflık , sonsuz  bir güven ,  heryanıyla şeffalık vs olmaz.

Herkes kendi hesabına bir oyun kurar,bozar,uygular,tekrar kurar ve yoluna devam eder.

Bu işte herşey olur ama fazla kurnazlık hiç tevessül edilmeyecek yoldur.

Kendinizi çok akıllı , çok kurnaz sanırsanız belki hızla sonuç alır , kazanır,karşınızdakini alt edersiniz ama bir süre sonra hepsi gelir ayağınıza dolanır.Tüm hesaplarınız boşa çıkar.

Bu sözümüzü kaydedip devam edelim.

Akil adamlar vardı (hala da varlar ya )

Onların durumu bu yol haritasında  çok acıklı.

Aylarca bölge bölge gezdiler , bi ton küfür yediler , oturdular sayfalarca rapor yazdılar.

Bugün anlıyoruz ki o sayfalarca raporların tek satırını okuyan olmamış.

Yeni Başbakan geçen hafta çok sayıda “ben yokum” eksiğiyle topladığı akillere söz vermiş “Raporların akibetini öğreneceğim”

Çok merak ediyorum.

Milliyetçilik ve atarda açık ara önde olan Trabzon’un  uzun sokak delikanlıları  bu sürece nasıl ikna oldular.

Özel olarak” Uzun sokak”takilere soruyorum.Onları anlarsak diğer semtleri,şehirleri anlamamız çok kolay.

Türk bayrağı dışındaki her bayrağa  , hak arayan insanlara  bile , hele de sarısı varsa “Kahrolsun Pekaka” diye saldıran bu arkadaşlar yaşadığımız son iki yıla ne diyor mesela ?

“Cani,bebek katili,imralı canavarı” sıfatları vardı hani.

Ne oldu , nasıl oldu da bilinç atlaması yaşadınız.

Nasıl ikna oldunuz.

Dün sokağınızda hapishanelerdeki arkadaşları için imza toplayanları linç ederken , bugün bu kadar nasıl  demokrat oldunuz ?

Yaklaşık iki yıldır barış süreci devam ediyor.

Arada eylemler oluyor , insanlar ölüyor.

Ortalıkta uzmandan geçilmiyor ya..

Hepsi aynı ezberi tekrarlıyor “Efendim İngilterede de görüşmeler sürerken Londrada  bombalar patlıyordu”

Kötüyü neden örnek alıyorsunuz,diyen yok.

Velevki bu bilgi doğru olsun.

Dünya deneylerinden ders almayı bari becerin.Becerin ve bizde kimse ölmesin.Bomba da  patlamasın.

Her ülkenin kendi özgünlükleri vardır.

Önce dünya deneylerini santimle inceleyeceksin.Cebinde birikmiş taşların olacak.

Sonra kendi ülke gerçeğini santimle anlayacaksın.

Bütün bir toplamdan bir yol haritası çizeceksin.

Acele etmeden,telaşsız.

Bir o kadar da hızlı.

Kervan yolda dizilirmiş ya . Böyle kanlı bir sorunda yolda dizilmez kervan.

Deneme yanılma işine hiç girmeyin zaten.

Ve devlet , mutlaka açık davranmalı halkına.

Bu sürecin hikayesi nedir ? Bilsin insanlar.

Yerel seçimler var , idare edelim..

Cumhurbaşkanlığı seçimi var ,  idare edelim.

Başkanlık sistemi acaba olabilir mi ?

Sağımız solumuz sobe , ESED hala gitmedi biraz daha işi uzatalım , nasılsa yüzde elli cıvarında koşullusuz “Millet iradesi” var peşimizde , derseniz.

Hayat sizi affetmez !

Hiç hesapta olmayan bir Kobane çıkar karşınıza.

Kendi topraklarınızdaki Kürtlerle barışıyoruz oyunu oynarken yanı başınızdaki Kürtlere ne yapacağınızı bilemez hale gelirsiniz.

Ne olur ?

İki yıldır nasılsa gidiyor , nasılsa herkes ne dersem yiyor diye yürüttüğünüz süreç ortasından yarılır.

İki yıldır söylediğiniz yalanlar biter.

Bir günde ülke karışır.Onlarca insan ölür,öldürülür.

Barış sürecine destek yüzde 60 yetmez 70 hatta yüzde 80 diyenleri biliyoruz.

Bu sözlerin söylendiği memlekette 3 günde  çok sayıda  LİNÇ olayı   yaşandı.

Büyük çoğunluk  barış sürecini destekliyordu hani.Bu nasıl Barış iklimi.

Diyarbakırda 16 sında bir çocuk öldürüldü.Aması yok !

Bir çocuk taşlarla başı ezilerek öldürüldü.Lanetliyoruz.Nokta.

“Büyük barış projesi ” derken küçük adım’larla aylarca oyalanmanın ne tür sonuçlar yaratacağını görmelisiniz.

İmralı çözümde ısrar  ?  Kandil’den sert açıklama ? Ne anlayalım acaba ?  diye şifre çözeceğiz derken politik körleşme yaşarsınız farkında olmadan.

Kobani sürecinin doğru yönetilemediği açıktır.

Araya ajanlar girdi.Provakatörler sızdı.Filan oldu vs durumu açıklamaya yetmez.

30 yıldır her türlü direnişi örgütlemiş , yönetmiş bir hareket tüm bunların üstesinden gelebilirdi.Gelmeliydi.

Belli ki 6-8 Ekim günleri herkes açısından bir kırılma yarattı.

Hükümete yakın kesimler satır aralarında  , ortaya çıkan öfkeyi anlamamız gerekiyor lafları ediyor.

Evet anlayın.Hemde iyi anlayın.

Üstelik bu öfke sadece Kürt tarafında birikmiş değil.

Barış’ın  ciddi bir iş olduğunu anlayın artık.

Ben derim olur.Nasılsa yüzde elli arkamda,bütün seçimlerin galibi benim,Başbakanda olurum,Cumhurbaşkanı da , yürü ya kulum …bir yere kadar.İnanın bir yere kadar.

Türkiye ZOR ülkedir.

Ve bu ülkeyi yönetmek gerçekten USTA’lık ister.

14 Ekim 2014 Salı

Misak Tunçboyacı… Yara!

Yaralar dökülüp saçılıyor şimdilerde. Zamanın bir iyileştirici olarak savunulmasını tastamam boşa çıkartırcasına birdenbire görünmezlikten görünürlüğün en sert noktasına intikal ediyor o yaralar, sahiplendiğimiz. İntikal ettiği noktada, afişe yükseldiği andan itibaren deneyim sahibi olunmasına rağmen halen acıtmaya devam ediyor hepsi. Önemsenmeyen şeylerin tözünde kan ve gözyaşı daima birbirinin peşini bırakmazken ortaya dökülen yaraların tamamına kayıtsızlık bildiriliyor. Susun bir baskın yönetim anlayışıyla zikrediliyor aralıksız. Erk, muktedir, iktidar kendi diline doladığı şekillendirme gayretkeşliğinde tüm yaraların daha da kalıcılaştırılmasını sağlıyor. Genellendirilen ve toplumun tüm katmanlarında bütünleştirilmiş basbayağı yaralarla yaşam vaadin ta kendisi oluyor.

 

Yaşam bir rutinde hemen tüm acılara kayıtsız şartsız uymaları bildiren bir erkâna teslim ediliyor. Rehin ediliyor işin doğrusu konu ötekisi olarak bildirilenler olduğunda bu tavırdan zerre ayrılmıyor o akıl o düzenek. Yaşam vaatlerden kurtulalı çok uzun zaman oluyor oysaki. Verili bir şey olarak bilinmesinin yolu çok uzun zaman önce aşılmış hep aynı noktalarda kendi ezberinden başkasını duymayan akıla karşı hayat, kendi rotasını bulmak konusunda insanların kendisi yol göstermekteydi. Denk getirilenler, bunu da sineye çekersiniz diye atfedilenler kimisi dünden kimisi yıllar öncesinden kimisi şimdi türetilenle birlikte ve bir arada yıkımı mübalağasız kesin sonuca dönüştürüyor. Yaraların ‘yazgı’ haline dönüştürülmesi bu noktadan sonra devreye konulan hamlelerle beraber geleneksel devlet aklına tekabül ediyor haddizatında.

 

Yorgun düşen beden değil sadece tekinsiz bir inatla ve ısrarla yıkıma götürülen, acıları ortaya çıkartan akılların meydandaki kalıcılığıdır. Fenalıkların altındaki imzalar hemen hiç değişmezken durmak yok yola devam seçeneğidir inatla sürdürülmeye çalışılan. Her şekil ve şemalı göz önüne getirirken yazgı diye dayatılanların var olan yaraları daha derinleştirmeyi amaç edindiği kesindir. Yok etmelerin bu düzeninde hayata hiçbir zaman sıranın gelmeyeceği yinelenmektedir avaz avaz. Yaşamın rastlantısallığı yaralara göğüs gererek, daha büyük, daha derin açılacak olanlara karşı mütemadiyen ses etmeyerek mümkün olacağı muştulanmaktadır. Gizliden açığa alınan tavırların birlikteliği hep bunun içindir. Hamleler, devlet kademesinden tabana indikçe bu zorlu halin yaraları deşen tavrın tıpkı bir ‘virüs’ gibi yaygınlaştığı meydana çıkacaktır.

 

Bir virüs gibi çoğaltılmaya devam eden nefretin aralıksız deneyim haline evriminin sonsuzluğudur. Yollar, günler, zaman mefhumu akıp gitmeye devam ederken kalıcılaştırılanla ona çalışılan, çabalanılan hep daha büyük yaralardır onulmaz bir biçimde. Akıl diye bildirilen, yok etmenin ikliminde daha fazla acı yüklenişidir. Yaranın müsebbibi değişmezken kalanların tamamı değişirken mağdur edilmesine çabalanılanlar hep aynıdır her dem ötekisi denilenlerdir bu menzilde. Akıl diye bildirilen o devşirilen hudutların pekliğidir. Sınırlar çoğaltılırken nefes almak bile mümkün kılınmamaktadır. Yaşadığımız yerin dönüşümü biteviye alınan tedbirlerle şekillendirilirken hep bundan yola çıkılırken vahamet örtbas edilmektedir. Vahim olan, örtbas çabasının sürekliliğidir.

 

Vahim olan Kobane’nin de uzaklardaki bir mesele dönüştürülmesi gayretidir. Görülmeyen, bilinmeyen hiçbir zaman anlaşılmayacak nedenleri sorgulanmayacak, aslı astarı hiçbir surette araştırılmayacak bir kaosun yaratılmasıdır aslında düşünülen. Tasavvur edilenin birilerinin yaralarını önemsemek adına olmadığı bilakis daha fazla kanırtmak için uğraşın hep kendisi olduğu meydana çıkmaktadır bir kez daha. Yaşadığımız zamanın cehennemleri böyle bina edilmektedir. Sözün anlaşılabilirliği değildir mesele, birkaç yazı öncesinde değindiğimiz hemen her şeyi bir yazgı gibi insanlara pay ettirme güdüsüdür esas dert. Budur layığınız daimi olarak çekeceğiniz dile getirilmektedir. Akıl ve fikir, doğru uzamı bulabilme gayreti adına bir yöntemken bizim yaşadığımız bu yerde prangaların temellendirildiği bir satıhtır asıl olan.

 

Her şey siyah ile beyaz arasına sıkıştırılmaktadır. Hemen hiçbir konuda asla ilerlenemeyen, çözüm bahsinin yok sayıldığı bu zamanda yaşama şansı salt ve tek başına devletlû tespitlerine, kaide diye öne sürdüklerine riayet etmekten geçmektedir. Kaideler birer pranga olsa da, kafaya tamı tamına düşecek bir giyotin gibi şekillendirilse de itirazsız riayet yinelenmektedir hala halka ve kendilerine göre yola ve hizaya sokulması gereken herkese. Bildirilen sorgusuzluğun “ehven” ilan edilmesidir. Yanımız, yöremiz, günümüz ve geleceğimiz açıktan, toptan bir seferde rehin edilirken, gelecek diye bir tahayyüle yer bıraktırılmazken acıların çoğalması adınadır, yapılan ve edilenler bu menzilde yinelenmeye devam edilen. Ezberlenmiş olan tahakküm kodlarıyla yıllar yılıdır süre giden nefret yeni yaralara dönüştürülmektedir.

 

Çaba bu bahisleri devam ettirme adına yinelenenlerden mülhemdir. Ezberden okunanların handiyse tamamında ırkçılığın utanç vesikaları kendisine yer bulmaktadır. Yönlendirilmeye gayret edilen sınırın bir yanında edilen vahşetin, yapılan kırımın, dehşete düşmekten bir adım ötesi; cehennemi dünyada var etmenin yolunun yönteminin buralarda da filizlendirilmesidir gaye ve çabanın yekûnu. Yaraların artık kabuk bağlamasına da müsaade edilmeden üzerine yapılan taarruzlarla hepsi kalıcılaştırılıyor. Alışılageldik nefret kalıpları bu defasında canları daha çok yakabilmeye vesile teşkil ediliyor. Sessiz ve onaylayan kitlenin çoğaltımı ve ilave ettikleriyle birlikte bütün bu anlata geldiğimiz cehennem platosu kalıcılaştırılıyor. Dış mesele diye bildirilen yara! için konuşulanların bütün halindeki özeti olarak bir halka nefret kusulmaya devam ediliyor. An be an ve bitmeyecek ve asla sonlanmayacak bir kurgunun gerçekliğine doğrudan yollanıyoruz.

 

Gidişatımız körlüğü bu kadar kolayca sineye çekilebilen bir mesel olarak içselleştiren bir ülke oluyor. Suretler boyuna birikiyor acının gözlere yer etmiş halleri bünyeleri sarıyor gel gelelim gidişatın, kör karanlığın azap çukuruna karşı ses bütünleştirilmiyor. Devletin aklı, kendi iktidarının devamlılığından da gayrisini bilmiyor halen. Her şeyi komplo olarak değerlendiren akıl bir yönetim anlayışı tümü bu hayattaki yaralara karşı yaşayabilmek umudunu yıkmak adına yinelenip duruluyor. Kobane düştü düşecek sayıklamasının ve resmi açıklamalardaki; Ayn El Arab isminin zikredilmesinin çıkışı daha da büyük nefretle insanları birbirlerine karşı kırdırmak adına atılan adımlar olduğu aynalanıyor. Sorun yoktur bahisleri toptan nadasa bırakılıp Işid de PKK’de aynıdır veçhesinin sınırlarında tur atılıyor. Cumhurbaşbakan olan zatın dilinden dökülenler, başbakancılık yapanı egale eden, aşan betimleler ile beraber sonsuz bir gayya kuyusunda tükenmesi zor bir faşizmi burada bu sınırlarda kalıcılaştırma gayretine dönüşüyor. Sonun ne olduğu biline biline.

 

Hayatı savunan ile hayatı lime lime edenin birbirleri arasında bir tercih dile getiriliyor. Taraf olmaları bir fişleme, bir biçimde suskunlaştırma, ötekisi olduğunun ilanı olarak değerlendiren akılla ve fikirle bu döngü dönüştürülüyor her dem. Devlet aklı için Kobane demenin, geleneksel tehdit unsuru olduğu yineleniyor. Son otuz dört yıldır hemen her türden felaketin Kürdistan illerinde temellendiricisi dahası bizatihi insanlarına karşı vermiş olduğu değeri zorla ve azapla ve daha büyük kırımlarla dillerini unutturmak için engellemelerle yapmış devlet kendini ve kaidelerini tekrarlamakta bir beis görmüyor. Hiçbir suçluluk duymuyor asla. Barış için çabalar sürerken o kör topal yürüyen hatta bile mayınlar döşenmeye çalışılıyor. Barış dillendirilirken hala aynı değişmez tavır ile hayata karşı tahakkümünü yineliyor devlet.

 

Zoru inat ve ısrarla bir halkı bu toprakların bağları arasından, simyasındaki yerinden uzaklaştırmak için; tam karşılığı asimile etmek, tekilliğin parçası etmek için çabalar ölümler ile beraber şekillendiriliyor. Ölüm bahsini yineleyip sıtmaya razı getirmek gayretkeşliğine düşülüyor. Amed’den tescilli bir ‘faşist’ zatın dâhiliye nazırlığı koltuğunda kendisini kanıtlamasının yolu daha derin, büyük zulümleri tekrar ettirmekten geçiyor. Sırf hatadan mürekkep bir ülkede düzenin tertibin, tek ve yegâne teminatı çocuk mu, kadın mı, erkek mi bilinmeden, gerek olmadan vur emrinin hayata geçirilmesinden şekillendiriliyor. Biyopolitik dönüştürme çabası son kertede o anladıkları dilden konuşacağız sözünü kendilerine düstur edinen bir ustaya göre yineleniyor. Aralıksız boşluklar yaratılıyor o bahisler şekillendirilirken söz naçarlaştırılıyor. Söz yok sayılıyor varsa yok kin varsa yoksa bu ülkeye biat etmeyenlere yaftalar çeşitlendiriliyor.

 

Hayata karşı kurulan tahakküm ve doğrudan müdahalenin sonu ölüm eyleniyor bir kez daha. Mal mülk bahisleri ediliyor bir yandan da kısa adamın değindiği -çözüm sürecini vandalizme terk edemeyiz geliyor sonrasından. Sürecin her neresinde insana değer verilecektir bunca, mal mülk sevdasındayken hala o yanıtsızdır. Süreç sözüm ona devam ederken alanlara inen insanların hepsine Kürd illerinde gerçek kurşunlar ile saldırılmasının dehşetengizliği sokağı tanklar ve askerlerle zapt etmenin vahimliğine yanıt her neredir, her nedir? HDP şımarık bir düzen partisidir sokağa çıkanlar teröristtir yine cumhurun başına göre. Katledilen canlar necidir sorusu gümbürtüye konulmaktadır. Üç günde kırk insan katledilmişken yanıtsızlıktır yaraları derinleştiren. Devletle uyumluluk bildirisi yayınlayan bir parti, tüm bileşenlerine karşı tahakkümün zıvanadan çıkmışlığına binaen sözünü sakınmadan tehditin yinelenmesi midir barış süreci?

 

Savaşa hayır demenin, Kobane gibi yalnızlaştırıldıkça direngenliği artan hayatın tüm bu pejmürde hallerine karşı bu ülkenin gösterdiği yegâne şey o uzattığı el bu mudur? Bu bahislerle beraber toplumsal dönüşüm çabasının da son dönemeçleri hızlıca aşılmaktadır. Hayata değerin değil betona mala bağlılığın her şeyin maddiyatla ölçülüp biçildiği uzam kalıcılaştırılmaktadır. Canlar katledilmiştir, ama mal daha mühim olarak anılıp, bu budur diye bildirilip zıvanadan çıkmışlık kalıcılaştırılmaktadır. İnsana verilen değerin hala ne hallerde olduğu görünmektedir bildirilmektedir işte. Maddi tıp şeytandır bir babanın dediği bugünün körlüğünün, vurdumduymazlığının, hemen her şeyi komplo olarak görmenin yekten ez cümlesidir karşılaşılan dert budur ve dert ortadadır. Dert koca bir ülkede yok sayılmaktır o bahsin nihayetlenmemesidir.

 

Erkânın bir numarasından, en alt düzeyindeki bürokratına kadar siyaset sahnesinin mikropluğu tavizsiz savunuşu hemen her konudaki düşman edimini yılların ezberleriyle birlikte kotarmasıdır dert budur işte. Düzenin dizginlerini elinde tuttuğunu iddia edenlerin birer istatistiğe dönüştürdüğü hayatlardır, hayatlarımızdır aslen. Tezkere kararından, tampon bölgesi diplomasisine vurdumduymazlığın dik alası kabilinden kontrgerilla, Hizbullah gibi karanlık yapılar ile yapılan işbirliklerinden, çetelere verilen tavizlere, eylemlerin bölünme paranoyası adına kullanılmasından misliyle yanıt verilecektir cümlesine hepsi birlikte asıl dert nedir bunu bildirmektedir. Bir masal ülkesinde, anlatılan medeniyet beşiği, misafirperverliğin dillere destan edildiği bir ülkede yaşamıyoruz bu artık belirgindir.  Bir film platosundan daha sahte olan bir yerde, bu ülkede her kurgunun arkasının “ölüm” olduğu bir kez daha meydana çıkıyor.

 

Siyasal uzamın dönüştürdüğü, tam da merkezinden duyurmaya devam ettiği İslam bir kardeşlik hukukunun önüne bilmiyoruz kaçıncı kezdir geçiyor bunu görüyoruz. Dini motifleri saldırıyorlar kardeşlerimize vatan hainleri düzleminden aksettiren, Gezi Direnişi güncesindeki gibi Camilere saldırdılar seslendirilmesine başvurulmasının hazanlığıdır dikkatlerinize özenle paylaşmaya çalıştığımız. Dinin kullanımının son otuz dört senede nereden nereye yükseltildiği nasıl bir toplum yaratımının evreleri gün be gün kendini belirginleştirirken her şey ortadayken halen bu seçeneğin yeterli gelmemesidir düşündürücü olan. Düşman yaratımındaki sonsuzluk adına bir eşik daha aşılmaktadır, şehir şehir mitinglerine devam eden herkesin cumhurbaşkanı olan zatın dilinden dökülenler. Dünün yinelenmesi gayretkeşliği, dünü ezber olmuş hiddetinin tekrarlanmasında yeni cümleler kuruluyor ne ki çürüyoruz.

 

Ne ki burnumuzun dibinde kırılan hayatlara karşı elimiz kolumuz bağlanmaya çalışıyor. Susmamız salık veriliyor. Önümüzdeki Salı gününe randevular veriliyor. Kolluk kuvveti olarak atanmış -katil sürüsünün- yetkilerini daha da arttırabilmek için düzenlemelerin getirileceği bildiriliyor. Ne ki, bir kez olsun kırım henüz uğramadan jeton düşmüyor bu toprakların birlikteliğinin böyle sağlanmayacağına kafa yorulmuyor. Ne ki hayatta yaralar yüklenmeye devam edilirken bir “hepimiz insanız” bahsine sıra getirilmiyor. Ne ki mal mülk, götürülenlerin yanında, iç edilmiş olanların yanında hiçbir şey iken halen bundan söylem geliştiriliyor. Karanlık buradadır. Yaralar sonsuzluk girdabında şekillendirilmektedir. Yinelenen zulüm ve öldürme ve yıldırma çabaları bu hayatın mahvı için yapılan edilenler oluyor bir biçimde biteviye aralıksız.

 

Kesintisizleştirilen hayata kast etmenin türlü çeşit örneklerini ihtiva ediyor hala. Kesintisiz olan ölüm vaadi oluyor. Bu toprakların hiç bitmeyen meseline bir kat daha çıkılıyor. Eşikler aşılıyor “sözüm ona” modernleşme nutukları atılıyor. Asrın zamanı durmuş gibi tarihi tekerrür ettirme gayreti kırımlardan yol alıyor burada hep oradan yol alınmaya devam ediliyor. Yaralar önemsizmiş gibi yenilerinin açılmasına el ve ayak olunuyor. Ön tahliller gerçekliğe dönüştürülüyor. Bir On İki Eylül güncesi daha yeniden gümbür gümbür şekillendiriliyor her yerde. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ülkenin vatan hainlerinin resmen tespitine çalışılacağı bildirilir ajanslardan düşen haberlerde bir yandan da. Bugün yaşadığımız yerde hayat için çığlıklar atılıyor. Her şeyden azade her bahisten öte hayat çağrısı yineleniyor halen.

 

Onca hiddete, bir dolu saldırıya, pogrom provasına, sonsuz bir ağıda dönüşmesi için çabalanılmasına rağmen Kobane’den göç edenlerin de dâhil oldukları “hayat” çağrısı var. Sınırdan geçmelerine müsaade edilen insanların Suruç’taki Fen Lisesi’nde hayata tutunma mücadelelerine bir de gözaltı eşlik ederken bir söz var, hayata dair çağrı var halen ve halen. Güneşi zapt edemeyeceksiniz diye yükselen! Yaralarımız derinleştirilirken birbirimizin sözünü Kobane’nin bu imdadını duyacak mıyız? Duyuyor muyuz halklar direniyor ve görüyor muyuz? Hiç ama ve fakata gerek duymadan cümle inşa edebiliyor muyuz devlete, o devletlere karşı hayatı bir başka perspektiften kurabiliyor muyuz Kobane’deki gibi direnebiliyor muyuz?

 

Anlıyor muyuz Kürd, Alevi, Süryani, Ezidi, Ermeni, Türkmen birbirinden ayrı değil bir arada olduğunda başarabilecek bunu idrak edebiliyor muyuz burada, şimdi. Bütün bu heyula güncesinde tam da vaktinde anlayabiliyor muyuz, kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz cidden bu meselin farkına erebiliyor muyuz? Faşizme karşı sözümüz ortadadır bunlar meselemizdir, arz-i halimizdir. Sonsöz kabilinde; “Kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır.”.Hrant Dink’den hepimize bir ders daha. Bunlardır meselemiz ve arz-i halimiz..

 

Misak TUNÇBOYACI İstan’2014

 

Resim – Aris Messinis – AFP

http://www.stern.de/bdt/bilder-des-tages-die-schoensten-bilder-aus-dem-stern-kampf-gegen-den-is-1501450-4512c97813e8d651.html

7 Ekim 2014 Salı

Akın Olgun/ Bir travmanın adı, ‘değerli yalnızlık’

“Ortadoğu’da artık bizden habersiz yaprak kımıldamıyor” sözü Davutoğlu’na ait

AKIN OLGUN/ BirGün

“Ortadoğu’da artık bizden habersiz yaprak kımıldamıyor” sözü Davutoğlu’na ait. Onun dış politika üzerine yaptığı Meclis konuşmalarını bir araya getirirseniz, Osmanlı yeniden kurulmuş duygusuna kapılırsınız. Ayakucu ile kalkıp inen ses tonu, AKP sıralarından yükselen alkışlar ve kaybolan gerçeklik duygusu…

Dış politika büyük bir travma geçiriyor. Bu travma hızla ekonomiden siyasete ve tabana doğru yayılıyor.

Elde sıfır kalmışlığın ve içine gönüllü girdikleri bataklığın ağır faturası ile boğuşuyorlar. ABD tarafından sürekli yalanlanan açıklamalar da bu travmayı tüm dünyaya açık ediyor. Daha tehlikeli olan ise, savaş çığırtkanlığı ile iç siyaseti baskı altına almanın, bir savaş hukuku kurmanın ve tüm muhalif kesimleri bu savaş hukuku içinde sindirmenin planları yapılıyor. Çünkü dışarıda yalnızlaşanlar hızla içeriye kapanır ve kaybetme korkusu ile zapturapt siyasetine daha fazla sarılır. Her çıtırtı onların kaybetme korkusunu büyütür.

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Psaki’nin Suriye’ye kara harekâtı için “Muharip kara gücü koymak gibi bir planımız ve niyetimiz yok” açıklaması ve ardından Erdoğan’ın, görüşlerinin önemseniyormuş gibi yapmasına dair “Sanıyorum kendisinin konuşmaları meseleye daha fazla angaje olmak istedikleri konusundaki arzusunu açıkça ortaya koyuyor” diyerek, Erdoğan’ın kraldan daha kralcı olmasını tiye alan sözleri açık bir güvensizlik ve mesafe tarifi yapıyor. Erdoğan’ın dış politikada bir zafere ihtiyacı var ve bunun eline verilmesini bekleyen ama bir türlü alamayan bozgun hali, bir çöküşün ayak seslerini veriyor. İşte bu yüzden savaş hukuku, savaş hali teorisi, içeride yükselecek muhalefeti sindirerek kendisine bir koruma duvarı örmeye çalışıyor.

“Benim önümü bir açsan, bir yol versen abi” repliği ile sıraya dizilmişler. Ortadoğu’nun boy ölçüsünü almaya çalışmalarından belli zıvanadan çıkmışlıkları.

“Değerli yalnızlık” dedikleri saçmalığı doğru bildiği yoldan şaşmama gibi sunan o döküntülük, artık parça parça ele geliyor. İş dünyasından, sanatçısına, akademisyeninden, yazarına kadar sirayet eden bu döküntülük, virüs gibi yayılıyor. “Dangur, dungur dalma” halindeki tırsık kabadayılıkları, yürüyüşlerinden dillerine, giyimlerinden kalemlerine yansıyor.

İslami düzen fikrini, tüm kurumların içine yedirerek, her itiraz edene “edep” dersi çekerek, “iman” dolu sermayenin ve ona secde edecek bağımlı bir toplum yaratmanın, siyasi bir yatırım olduğuna inanmış o kabalık; ne tarih, ne toplum, ne de politika okuması yapabiliyor. Hızla tükettiler, hızla yok ettiler, hızla körelerek sığlaştılar. Bu sığlık, güç ile birleşince daha korkunç hale geldi.

Aldıkları her karar, hayata geçirdikleri her politika, attıkları her adım “değerli yalnızlık” dedikleri hödüklüğü ele verdi. Bir güç nasıl yok edilir, nasıl yoldan çıkarılır, nasıl heba edilir ve nasıl ahmaklaşılır dersleri kaldı geriye ve en önemlisi tepetaklak olduklarında, düştükleri durumun acıklı vahametini kendilerinin seyredecek olmaları.

Rüzgâr artık tersten esiyor. Yazmıştık, hayat sizin istediğiniz gibi akmaz diye. Hayatı dizayn etmeye çalıştıkça savrulursunuz ki, “Her şeyi kontrol ediyorum” dediğinizde zaten baştan bitmişti sizin hikâyeniz. Tıpkı “süreç” dediğiniz ve içini boşalttığınız barış gibi.

Kürt meselesi, iç politikadan daha çok dış politikanın bir parçasıdır biliyorsunuz. Bir “süreci” yönetebilmek iç ve dış dinamikleri doğru değerlendirmekle mümkündür. Dış politikada kaybederseniz, içeride huzuru kuramazsınız. Ha bugün, ha yarın diyerek, huzursuzluğun karşısına “süreç” kozu sürerek, Kürt muhalefetini Batı’dan koparma, parçalama siyaseti güderek yürüttüğünüz o çok akıllılığınız, dünyadaki gelişmeleri yorumlayamayan dar kafalılığınızın bir başka sorunu olarak duruyor önünüzde.

Sersemlemiş bir hat üzerinde sarhoş naraları atarak, kıra döke ilerliyor iktidar. Batı artık tınlamıyor. Görünen o ki, sizin boyunuzdan büyük şımarıklığınızdan oldukça sıkılmış durumdalar.

Sadece onlar değil, içerisi de öyle.

Yaptırdığınız sarayda “değerli” yalnızlığı çok daha fazla hissedeceksiniz. Kendi ayak seslerinizden ürkecek kadar hem de…

6 Ekim 2014 Pazartesi

İyi İnsanlar İyi ki Varlar! (VİDEO)

İnsanların bencilleştiği, kalplerin karardığı dünyamızda, yardım ve iyilik ile ilgili güzel anlardan derlenen huzur verici bir video. İzlemenizi tavsiye ederim.

Kaynak: Network Marketing