20 Ocak 2015 Salı

Misak Tunçboyacı yazdı/ Eksiltmelere Rağmen Hala, Buradayız Ahparig!

Durağan olmayan, sürekli güncellendikçe yeni vahametlere yön belirlenen, bunların tümü için menziller geliştirilen, aralıksız ve kesintisiz tahakkümün yinelene geldiği bir yerde eksiltmeler hayatımızın merkezini kapsamaktadır. Eksiltebildikçe vahim olana rehin edildikçe; bellek, düş kırımlarının güncellenebildiği bir saha bina edilmektedir bugün. Tekerrür ettirilenler yinelenip dönüştürülürken ağrıyı ve acıyı güncelleyen buna göre hamleler yapılan bir ülkedir tasarlanan. Dünün yaraları önemsizleştirilirken, sorunumuz değildir bahisleriyle geçiştirilirken, günün ve şimdinin hali, şemaili onun kadar sert bir iklimi yineleye gelmektedir. Tekrarlanan şey düşünü yok etmek adınadır. Tekerrür eden olgu nefes almayı imkânsız kılmak adınadır. Hal ve gidişat fenalardayken normalin böyle bir şey olduğu savunulmaktadır. Hal ve gidişat yıkımları, ehven olarak görenlerin tahayyüllerine göre şekillendirilendir ülkede.

 

Yalanlardan el alınarak, ikame edilip topyekûn cerahate dönüştürülen irinlerin ülke temelinin yapıtaşı olarak değerlendirildiği bir menzildir sorun edilmeyen. Reçeteye yazılanların ilaç niyetine bildirilenlerin kötürümlüğü kalıcılaştıran, eksiltmeleri hayatın ayrışmazı ilan ettiği bir yerdir işte, dönüşe dönüşe sonunda varılan. Didaktik söylemin, biyopolitik edimin hemen tüm şartlanmışlıklarını hep bir biçimde savuna geldiği yerde ötesi beklentilenebilir miydi? Burası bunun gibi nice sorunun mabedidir. Meramın anlaşılmak bir yana oluşturulan ‘mağdur’ kültüne göre, ona tehdit olup olmamasına göre değerlendirildiği, her sözün, eylemin buna göre biçiminin kazandırıldığı menzilde sözün kıymetsizliği ilan edilmektedir. Eksiltmelerin birinci hamlesi sözcüklere karşı gerçekleştirilen çabalar ile sağlanmaktadır bu eskimeyen yeni içerisinde.

 

Yeni diye anılan hep nutku tutturan, soluksuzluğumuzu ve ne oluyor, nereye eviriliyoruz kısasını güncelleye duran bir yer olduğu aleniyettedir. Açık, seçik belirgindir. Kesinti, önce şifahen daha sonra hamleler kastetmek için yinelene gelenlerdedir. Eksiltmek işin sınırlarını tanımlandıran yapımın kendisidir. Gündelik olanın taarruzlara karşı bir başına bırakıldığı varsa yoksa bir heyulanın içerisinde küçük tefek seslenişlerin hasbelkader denk getirilebildiği bir yerde bunların bile akıldan ötelenmesi gerektiğinin eyleme dönüştürüldüğü, kısıtlandırıldığı bir menzildir bina olunan. Ezberlerle beraber yapılan eksiltme çabasının başlangıcı, seslenişlere, kelimelere, düşünceye yapılanlarla belirginleştirilenlerdir. Aklın fikrin dimağına menziline karşı bu eylemin artık bir tehditten öte gerçek kılındığı, ayrışmazımız bildirildiği bir güncellikte yaşamaktayız.

 

Sözün, anlamın, karşı istikametini yanıtını duvarlar ile çevrelemek bu yapımın halini anlatandır. Bu mefhumda denk getirilenleri belirginleştirendir. Eksiltmeler önce sözden başlayarak temellendirilendir. Hayat, her ne anlama tekabül etmektedir hep o yanıtsız konulmayı sürdürülendir. Genellendirmelerin güncesindeki bu hamleler, kırımları güncellemektedir. Söze karşı girişilen çaba dönüp dolaşıp bedene tahakküme dönüştürülür. Menzildeki erk muktedir ve iktidar çabası bunun içindir, hep buna dairdir. Kesintisizleştirilen tahakküm etap etap yinelenirken, bir öncesinde, icra olunanın yenilenmiş hali çok daha büyük kırılmaları beraberinde getirmektedir. Anlamın tükendiği yer böyle meydana çıkmaktadır. Hayatın belirgin bir biçimde müdahalelere, kayıtsız şartsız teslim edildiği bir alan, form haline dönüşümü noktasından virgülüne tüm bu hamlelerin refakatinde gerçek kılınmaktadır burada.

 

Eksiltilmek, düşünce sisteminin çeşitliliğini sınırlandırma ve tek tipleştirmenin yolunu arşınlatan hamleler bütünüdür. Taarruzlar sürdürülürken, yıkım biteviye tekrarlanandır, sürekli sınırı geliştirilmeye devam denilendir işte. Yeni diye kotarılan, eskinin adımlarını hem muhafaza eden, hem restore eden hem de kalıcılaştırılmasına çabalanan her ne varsa onu önemseyen bir bütünün şekillendirildiği çatının adıdır. Eksiltmeler buradan itibaren şekillendirilmektedir. Durağan olmayan sürekli güncellendikçe daha derin büyük hezimetlerin yolunun arşınlandığı bir menzildir eksiltmeler ile kotarılan. Bir biçimde toptan bir tehdidin tek seferde diri tutulduğu hamlelerin bunun doğrultusunda daha ağırlarına yol ve zemin sağlanan bir güncelliğin haletiruhiyesidir eksiltmelerden kasıt.

 

Didaktik o ezberlerin, aşılamaz tabuların yine, yeni ve yeniden kutsal diye ortaya çıkartılan devletlû normunun bariz en tehlike arz eden öğelerine destek çıkılan, bunları hayatın normalleri olarak aksettiren bir bütündür, eksiltmeler menzilinden dökülenler ve görünenler. Bir manşetin, bir demecin, bir suretin tek bir kelimenin yahut da hamlenin başlangıç için yeterli görülebildiği bir menzildir bu eksiltmeler. Hiddeti bir norm olarak değerlendiren, bununla yol alınabileceğini ve günün kotarılabileceğini düşünen aklın hemen her an şekillendirdiği tehditlerin çatısıdır o eksiltmeler. Hayata doğrudan tehdit, tahakküm, tecrit üçlemesinin ayrıştırılmazlığının tescil edildiği hamle bütünüdür eksiltmeler. Ne ki pek çok durumda ancak yapılanların, fecaatlerin, üzerinden bir zaman geçtikten sonra farkına ayılabilen bir sahadır işte.

 

Günümüz bunca kolay zapt edilebilirken geleceğimizin ön gösteriminde daha büyük ve kalıcı tahakkümün yol vereceği yıkımların her neyi eksilteceği yinelenmektedir görebilene. Yeni konuşun, yeni düşünün, yeni ülke olarak tanımlandırıldığı yerdeki hali meali bu çabaların dönüşümünü ve aslen neyi sakladığını, asıl neyi hedeflediğini bildirmektedir. En başta sözdür rehin alınan. Tereddütsüz olarak her bir çabanın önüne çıkan engellemelerinin bir yerdeki sualin, sorgunun mahvedilmesidir eksiltme meseli. Biteviye gün zapt edilirken en başta yağmalananın hayatiyet bahsini oluşturan söz olduğu, hepimiz için bu engelleme ve eksiltmelerin aslında neyi yok ettiğini de anlaşılır kılınmaktadır. Eksiltilmek her bir kelime ile anlatılması ve anlaşılması gerekenin yine yeniden görmezden gelindiği bir günü tesis edilmektedir. Yıkım bu hamlelerin ardından çıka gelenlerdir.

 

Sözlerle ve sual edilenlerin, bahsedilenlerin, anılanların dile getirilen hemen her şeyin kör karanlığın kuşatmasıyla hemhal ettirilmesidir esas bozgun. Her bozgunun ardından türetilen tehditler, kural ve kaide ve nizam öne sürülerek her dem tekrarlananlar yıkımların acısını anlamlandırmaktadır. Yıkımların aslen ne olduğunu bildirmektedir. Her tecrübe o deney sahasında başımıza örülecek yeni bir çorabın aslında neyi örselediğini bildirendir. Behemehal eksiltilen sıradanın kendi aklıdır. Behemehal devrede olan üst akıl diye icat olunanın hayatın normaline karşı taarruzlarıdır. Hemen her şey aynı bağıntıyı göstere gelirken her durumda, daha gidilmedik yol, -daha yapılmadık hamlenin bırakılmadığı bunca belirgin bir biçimde ifşa olunmaktadır. Cahil cesareti denile gelen tam da budur. Cüretin cürüme dönüştüğü, tahakküme ulaştığı, zorluk ve zorbalık sınavlarına evirilen cehaletin siyasetidir en kestirmeden.

 

Hemen asla ve hiçbir biçimde olan bitenin tam olarak anlaşılmadığı bir iklimin ta kendisidir cahil siyasetinin menzili, sınırı. Cehalet tahsille alakası, kültürle ilintisi olmayan bu sürümü düzenlemelerin bir biçimde yokluğa rehin, aklın, fikrin en önemlisi tözün esemesinin okunmayacağı, alaşağı edileceği bir menzilin bina edilmesidir işte asıl mesele. Topyekûn gericilik nüvelerinin ‘muhafaza’ altına alındığı, bütün bunlara kutsiyet anlamı yüklenmeye çalışıldığı, bir yandan da kutsal olanın ‘insan’ olduğu bahsinin örselendiği bir yerdir cehaletin siyasetinde ortaya dökülenler. Menzil bina edilirken “yüz yıllık” bir temel eğreltiliği, doksan bir yıllık bir görmeme hali, son elli beş seneklik kayıtsızlık, otuz dört yıllık çözümsüzlük fiiliyatlarının da buraya dâhil edildiği yinelenmelidir. Ne birisi, ne salt bir köşesi kıyısı, sonucun toplumsal düzlemin tarumar edilerek dönüşümüne çıktığı her hamle, cehaletin siyaseti bağlamını özet geçmektedir.

 

Cehaletin siyaseti kesintisiz taarruz akdidir iş bu ülkenin gerçekliğinde. Ortaya çıkan bütünlük ve form alışıla geldik kimi zaman da kanıksanmış çokça deneyim sahibi olunduğu zikrolunsa da ataletin her günkü cüretini de yinelemektedir. Anlam, meydandadır. Bir ülkenin yaşatandan ziyade, zulmüyle çürümeyi sağaltan, güncelleyen bir yer haline dönüştürülmesi kolaylanmaktadır. Her adımda, her evrede bizatihi eksiltmelerle birlikte bu yıkım sınırsızlaştırılmaktadır. Hepsi birbiriyle bağlı tüm hayata karşı taarruzların ahvalinde yaşayanlarız. Bir yaşam sahasıdır ki her gün çürümenin güncellenmesi, öte yandan her gün bir yanımızın, yöremizin eksiltildiği bir güncelliğin payandalarıyız işte. Her hamlenin, bir uyanışı beraberinde bir sorguyu getirmesini beklentilerken daha sessizleşen daha fazla ‘biat’ eden bir ülkeye dönüşüyoruz hep birlikte azalıp bir yandan eksiltilerek.

 

Hep birlikte tükenip bir yandan da çürümeye devam ederek ötekisi, ötesine karşı geliştirilen her hamlenin bütünü, aslı tarumar ettiğini, bir fecaate sürüklediğini görerek ve bilerek ilerliyoruz. Dün günümüzü mahvederken, şimdimiz yarınımızı tehdit etmeye devam ediyor hala. Her şeyin birbirini bulduğu bir uzamın tarumar edilmesi bunu bildirendir. Eksiltmelerin ikliminde birisi bitmeden bir başka yağmaya hem tanık hem de vurgunu yiyenler olarak yazılıyoruz. Hangi fecaat yapılacaksa tüm bunların denendiği bir hır gürün ortasına terk ediliyoruz. Eksiltiliyor o cümlelerimiz derdimizin her ne olduğu işitilmiyor artık. Yekten makbul olanın tanımlandırıldığı, gerisinin tefe konulduğu bir menzil bina olunuyor. Gerisi hep teferruat bildiriliyor. Gerisi hep ‘sorgulanamaz’ kılınıyor. Ahval dönüştürülürken ne gerek var ki den girilip laf etmeyin artıklara, sürekli, süresiz bir tahakküm devreye sokuluyor.

 

Resmin tüm parçaları birbirinden apayrı rotalara dağıtılıyor. Kendimize bile doğruyu söyleyemeyeceğimiz bir haletiruhiyeye terk ediliyoruz, koştur koştur yönlendiriliyoruz. Eksiltmelere dur demek ne zamandır sorgusu hep aklımızdan uzaklara bir bilinmezliğe terk ediliyor. Gözümüzün ucunda, bir yüzyıl önce yaşatılanlar tekrarlanıyor hiç mi hiç istif bozulmadan. Hiç mi hiç amaya, fakata sığınılmadan bu ülke bizim nidası yükselip duruyor. Söz bununla kurulurken sizler dış kapının mandalısınız, vatan hainisiniz, dış mihrak ve dahasısınız diye eksiltilmek güncelleniyor. Bir yüzyıl öncesinden bahis açılırken onun da unutturulduğu, üzerinin örtüldüğü meydana çıkıyor. Resmi olan söylem öylesine bir taarruzu yineliyor, öylesine kendinden emin ki bir buçuk milyon insanın nereye gittiği duyumsanmıyor bu bahse sıra hiç getirilmiyor. Ne ki eksiltmeler güncelleniyor.

 

Sekiz sene olmuş bir can kırığı bir nar tanesine karşı devletlûnun tezgâhladığı kırımın hesabı verilmeden duruyor. Dahası hep dile getirilen karanlık dehlizlere terk edilmeyecektir sözü havada bırakılıyor. Her yapılan yine yeniden tekrar edilen bir ortaoyununda anlatılan masallar oluyor. Her masalda bir hakikatin ol menzilde bir gerçeğin yattığı bilinirken, kendi sözleriyle zehirli kan mecazından başkasını, tek bir sözü etmemiş, bu ülkeyle bağ kurmaya çalışan bir insanın katli unutturulmaya çalışılıyor. Karanlık gösterime konulan trajik kırımın ardındaki esas isimlere bir türlü denk getirilmiyor o hesap bir türlü görülmüyor. Daha cinayet işlendiğinde “gebermişse gebermiş” diyebilenlerden dönemin Trabzon Emniyetinde İstihbarat Şubede görevli polislerden Muhittin Zenit’le, Özkan Mumcu’nun tutuklanması ancak sekiz sene sonraya denk geliyor.

 

Herkesin bildiği, hemen her gün bir yanının yöresinin bildirildiği gösterildiği ve görüldüğü eksiltmek dediğimizi toptan bir defada anlamlandıran bir kırım yurdunda katillere sıra gelecek midir halen yanıtsız olan budur bu bahistir. Üstü kalabalıkların, sırtı peklerin, makam koltuklarında Vatan Millet Sakarya için kaykılıp duranların, bu yerin yaşatabilirliğini sıfırlamak için giriştikleri bu kırımın bir hesabı sorulacak mıdır? Yanıtsız bırakılmaya devam edilen, kimisi vekil, kimisi vali, kimisi bürokrat olarak hayatlarına devam eden, tetikçiler dışında, şu geçtiğimiz dönemde yaşanan ‘güç savaşı’ olmasa yine kimsenin görülmeyeceği, anılmayacağı dahası bulunmayacağı, adalet önünde hiç hesap vermeye zorlanmayacağı bir ülkede bir gün hesabı sorulacak mıdır? Eksiltme dediğimiz bu bahislerin yekûnudur işte bir kez daha.

 

Hrant Dink, sadece bir isim bir anlam değildir kesin olarak görebildiğimiz ve bildiğimiz haliyle bu ülkede kaleme tutunma çabamızdır. Söze sahip çıkmak için yol gösterenimizdir. Herkesin mitleştiği bir dünyada sıradanın sözünün bir gün ve elbet bir gelecekte bu ülkede hakikati konuşturabileceğini bildiren bir dimağdır. Hrant Dink, tam da eksiltmelerin menzilindeki çoğalmanın karşılığıdır. Yüz sadece bir rakam değil, Hrant Dink sadece bir isim değildir. Can kırığımızdır özümüzdeki çığlığımızdır. Vardık varız ve yok olmayacağız demektir bunca eksik gediğin olduğu yerde, tükenmeyeceğiz demektir. Bugün ve şimdi bir kez daha tüm satırlarımız cümlelerimiz anlamak içindir. Anlatmaktan yorulmayanlar olarak buradayız diyebilmek içindir. Güvercin tedirginliğinde de olsak, korkuyu bir başımıza yaşıyor olsak da buradayız diyebilmek içindir. Hala buradayız.

 

Sekiz yıldır. 1894-6’dan, 1915 ile 1920 Aralığından, 1937’den, 1954’den, daha düne 2007’ye, 2012’ye, 2015’e buradayız ki hala bu uzamdayız yaşıyoruz diyebilmek içindir. Hrant Dink’den Sevag Balıkçı’ya, Maritsa Küçük’den, Ceylan Önkol’a, Uğur Kaymaz’a, Ali İsmail Korkmaz’dan, Berkin Elvan’a, Ümit Kurt’a, Nihat Kazanhan’a saydığımız kadar pek çok sayamadıklarımızla özlemin ta kendisini anlatmak, eksiltmenin ne olduğunu bildirmek için yarın yollarda olacağız. Bir yerlerde sözden uzakta, karanlığın daim kılınması adına yinelenen insanlık suçlarına karşı ses edeceğiz. Eksile eksile Buradayız Ahparig, Հոս ենք ախբարիկ (Hos Enk Akhparig) diyeceğiz. Bir kez daha olmasın diye. Hiçbir nar bir kez daha dağıtılamasın diye yaşayalım diye – Buradayız Ahparig sekiz ve üzerimizdeki yüzyılın ağırlığı ve ağrısıyla beraber. Artık eksilmemek için; vaktinde işitmeniz temennisiyle…

 

Misak TUNÇBOYACI – İstan’2015

Resim – FotoAkbaba – Hrant Dink Anmasından Bir Kare…

https://fotoakbaba.wordpress.com/92-hrant-buradayiz-ahparig-19-ocak-2013/

19 Ocak 2015 Pazartesi

Akın Olgun/ Ölen her tutsak, sadece kendi öyküsüyle ölmez.

(jiyan.org)

İsimlerini yazmak istemiyorum, ağır geliyor. Cezaevlerinden hasta tutsakların tabutları çıkıyor teker teker.

Yetmiyor artık duymak, yazmak, haykırmak.

Vakit onların ömründe hızlı tükeniyor. Sözcükler, cümleler kendine bir yer bulamadan, bir beden yıldız olup kayıyor vicdanımızın üzerinden.

Dört duvar arasında ölüme terkedilenlerin hikâyesi, gündemimize hiç dokunmadığı için bir yer kaplamıyor. Bir yer etmiyor belli ki dört duvar arasından çıkan ölü yaşamlar.

Alıştık mı acep? Normal mi, doğal mı, “olur böyle şeyler” mi, vah vah mı, cık cık mı?

En yakınının uykusu tutmaz, kulağı kirişte olmak böyle bir şey. Her acı kendine en yakın olanına sarılır, sarılan her acı uğursuz bir haberle yangın olur. Bir günde kırlaşır saçlar, bir günde çoğalır kırışıklar ve yürek yaşama tutunacak kadar umutlu değildir artık.

“Hasta tutsaklar ölüyor” diye bağıran, kendini yırtan bir avuç umut da olmasa, hepten tükeneceğiz. Lakin “ölüyorlar” diyenlerin tiz sesi, sistemin kalınlaşmış resmi ses tonunun çarpıp, geri dönüyor sahiplerine. Kendi kendimizi duyuyoruz…

“Süreç, demokrasi, seçim” arasına sıkışmış, “manidar” politikaların en arka sırasında bizler. Hırçın oluşumuza bakıp “büyük olanı” görmemekle suçlanıp, tek ayak üzerinde bekletiliyoruz. İronisi bu ya, ilk önce kurtarılması gerekenler, en sona alınıyor ve en güçlü olanlar en ön sıraya geçiyorlar. Sistem, herkesi alıştırıyor bencilliğe. Tek tek çıkan tabutlar, yine en sona itilenlerin omuzlarında taşınıyorlar.

Yaşatabilecek gücümüzün olmayışından değil,

HAYIR…

Aksine, önceliklerimizin yaşayabilmesi için tutturduğumuz bencil siyasetimizden. “Hangi birine yetişelim” değil, “neden yetişemedik?” sorusunu sormadıkça da daha da gerilere düşecek tutsak hayatlar. Oysa dört duvar arasında, bedel ödeyenlerin varlığı yarattı söz sahibi olabilmeyi.

Arka arkaya geldi haberleri.

Kısa notlar olarak düştüler gündemimize. Birkaç dakikalık haber trafiği ve gündemin hızlı akışına kapılmış öncelikler arasında toprağa verildiler.

Devlet suskun, devlet soğuk, devlet kindar ve öldürmekte pek bir usta…

O kadar çok öldürmüş ki, artık dokunmuyor suçlanmak.

Raporlar, raporlara, mahkemeler mahkemelere, kararlar kararlara, bürokratlar bürokratlara ve tekrar başa dönüyor her dosya ve her defasında kendini tekrar ediyor devlet.  Akıyor zaman, büyüyor tümör, kanser, küçülüyor kalp, iflas ediyor ciğer. Bir tutsak daha ölüyor…

Bir adamın iki dudağı arasına sıkıştırılmış “af”, birilerinin yaşam hakkı üzerinde söz sahibi olmanın tanrısal acizliğine dönüşüyor. Aciz olmak, elinde ki gücü kötüye kullanmaktır çünkü. Gücü elinde bulunduranın acizliği o ki, yaşamı kendi malı sanmasıdır.

Hasta tutsakları ölüme terk edip, ne kadar acımasız olduğuna dair güç bildirimi yapmanın en iyi yolunun, “ölü teslim” etmek olduğuna eminler. Ne olursa olsun, ölü teslim etmek, ölü ele geçirmenin bir başka adı.

Sadece hasta olduklarını biliyoruz, hasta ve şimdi ölü olanları.

Hepsinin kocaman hikâyeleri var oysa. Onların hikâyeleri, bu ülkenin kanlı geçmişini, adaletsizliğini verir bize. Her birinin hayat hikâyesi, aynı zamanda bizlerden parçalar taşır. Ölen her tutsak, sadece kendi öyküsüyle ölmez, ortak hikâyelerimizle birlikte de ölür. Anlayın ki, bizde ölürüz bir parça. Sadece bunu anlamak için hissetmeniz gerekir. Öleni sadece devlet öldürmez. Artık kendisinden olmadığı için ait olduğu yerde öldürür. Herkes kendi içinde katılaştıkça, biraz devletin kendisi olur ve sonra en acımasız kararlar sıradanlaşır, gözyaşı seyrekleşir, vicdan katılaşır, insan terazi artık hileli bir ağırlığa dönüşür. Hep kendinizden yana tartar olursunuz her olan biteni.

Yarın bir hasta tutsak daha ölecek. Siyasetin kuru gürültüsü arasında, bir ailenin omzuna oğul’ un, kızın, babanın, kardeşin cansız bedeni “teslim” edilecek.

Artık ne toplu ölümler, ne de tek tek yitirilişler hissettirmiyor olup biteni. İçimizin en büyük tehlikesi, kendimizin de göze görünmez oluşunda büyüyor.

Hasta tutsakları yok sayarak, çıkan tabutları seyrederek büyük siyaset, büyük politika, süreç yürütürüz elbet, ama vicdanımızın iki yakası asla bir araya gelmez.

Gelmedikçe kötüleşirsiniz, kötüleşiriz hep birlikte.

Çünkü kötülük, ortaklaştıkça büyür…

 

 

 

 

14 Ocak 2015 Çarşamba

Ruhi Uzunhasanoğlu / Sosyoloji mi dediniz ?

Mısıra Arap baharı geldi.Mübarek hapse girdi.Seçimler yapıldı.Halkın büyük çoğunluğu seçime ilgi göstermedi,katılmadı.İhvan hareketi seçime katılanların yarısının yarısı oy aldı ,  iktidar oldu.Demokrasinin iyisi kötüsü olmaz diyerek özellikle ortadoğuda seçimle bir  iktidarın değişmesi bile mühim bir durum diye sevindik haliyle.İhvan hareketi artık iktidardı.Biz faniler bilmiyorduk ama TV’lere çıkan uzmanlardan öğrendiğimize göre bu İhvan hareketini çok sever,çok destekler bir iktidarımız olduğunu o zamanlar öğrendik.Mısır iyi kötü demokrasiyle tanıştı.Hırsız katil Mübarek devrildi , hapse girdi.İyi oldu.Aradan çok geçmedi 2013 yazında Tahrir meydanı yeniden hareketlendi.Öyle oldu böyle oldu , insanlar meydanlarda direndi ve  Ordu yönetime el koydu.İhvancı liderler hapse atıldı.Karşı çıkan insanlar öldürüldü.Tutuklandı.Mursi ihvan hareketinin  lideriydi , evet seçimle gelmişti ama kendi seçtiği General SİSİ tarafından  darbeyle iktidardan indirildi.Mısırda bunlar olurken bizim görmezden gelecek halimiz yoktu.Bütün TV’ler, gazeteler , haberler bu konu üzerine yoğunlaştı.Doğal olarak haberleri izleyip , tartışma programlarını  dinleyip Mısırda ne olup bittiğini anlamak istiyorduk.İktidar yetkilileri , basını , yazarları  , stratejik araştırma uzmanları ve bil cümle yandaş basını öyle bir iklim yaratmışlardı ki konuşmak , tartışmak , ya bir dakika ne oldu  anlayalım demek , ı-ıh mümkün değildi.Hatırlayın TV tartışmalarını , daha doğrusu gözünüzün önüne getirin.Engizisyon (tamam biraz abartılı oldu ) mahkemesi gibi dizilmiş İHVANcı ve İktidarın yandaşı  konuşmacılar kim  “Ama Mursi de bir çok hata yaptı , zaten seçimlere katılım azdı , büyük çoğunluğun taleplerini dinlemedi  ” vb diye konuşmaya başlasa bir anda işaret parmaklarını uzatıp “Önce darbe de , önce darbeyi lanetle ” uyarısı veya tehtidiyle  karşılaşıyordu.Bu tür tartışma programları günlerce haftalarca sürdü.Tamam kardeşim Mısırda yapılan darbe , bizde karşıyız buna ama , dedirtmediler.Bir programda bir konuşmacı aynen şöyle dedi “Ama bu olayın arkasındaki SOSYOLOJİ’yi de görmek lazım”İnanın bana adamı neredeyse döveceklerdi.“Darbe demeden Sosyoloji olmaz”dediler.Konuşmacı sustu.Sonrasını biliyorsunuz.İhvan bir süre direndi sonrasında  yenildi.Ezildi.Hapishane ve mahkeme süreci başladı.Bizimkiler biraz ağladılar, Mısırdaki kardeşlerimiz falan dediler , baktılar İhvandan bi şey çıkmayacak konuyu kapattılar.Geriye bize sordurulmayan SOSYOLOJİ kaldı.Şimdi bunu bir kenara not edin ve devam edelim.…Arap baharı esti gürledi yağdı. Suriye’ye esas olarak pek  uğramadı.Rüzgar yetişmezse fırtına ekmeye mahir bir emperyalist sistem ve onunla canla başla ilişkilenmek isteyen bir hükümetimiz vardı.Baharın uğramadığı Suriye’yi hedef aldılar.Önce kandırmaca denediler.Dönemin (Biliyorum bu kavramdan hiç hoşlanmıyorlar) Başbakanının  yanında Esad ve ailesi , bir hafta Bodrum’ dalar,  iki hafta sonra İstanbul’da.Sarmaş dolaş oldular.Vizeleri kaldırdılar hemen.Sabah Şam’a git akşam Halepten geri dön.Hızlarını alamadılar Bakanlar kurulunu birlikte topladılar.O derece yani.Anlayın.Bakın ortadoğu bataklığı diye söylenince kızıyor sizinkiler ya , ne bataklığı Ortadoğu çakallığı  denilse azdır.Kimin kimle dost , ne zaman düşman anlamazsınız. Arkanızı döndüğünüz an mermiyi yersiniz.Ortadoğu burası.Girersin çıkamazsın.Koca Amerika demokrasi ve kimyasal Ali dümeniyle bir haftada girdi.Bilemedin iki haftada.10 yıl sonra koşar adım kaçtı.Ardından harap olmuş bir Bağdat bıraktı.

Yani şu ; Ortadoğu’ya pek bulaşmayacaksın.Çok dikkatli , mesafeli olacaksın.Oyun kurucu  olacağız , abilik yapacağız vs boş işler.Peki Ne oldu ?Esad kırk yılın kurnazı ,  senin “tatlı dili”nin altındaki zehiri görünce çark etti.Tatili vizeyi iptal etti.Arkasında Rusya var , Çin var.İyi kötü desteği var.Halkının önemli bir bölümü de arkasında (Siz ne derseniz deyin bu böyle)

Saddam kötüydü(ki öyleydi) Peki ,Yüzbinlerce  Iraklı öldürüldü ve devam ediyor.İşkence , tecavüz , kolayca yazıyor klavye bu sözcükleri ama bunlardan biri başımıza gelse bütün dünyamız yıkılır.Flim izler gibi izliyoruz hergün.Yapacak bi şey yok , hayat devam ediyor değil mi ?Pazar yerinde bombalar patlıyor.Okulda , camide , kilisede .Bu nasıl savaş ?Nasıl bir adalet anlayışı ,  nasıl savaş hukuku ?Bildiğimiz bütün değerler , kurallar , gelenekler  hepsi çöpte.Libya’ya bakın.Kaddafiyi tekme tokat öldürttüler.Tekme tokat.Şimdi bin parça Libya.Ömer Muhtar’ın kemikleri sızlıyordur.Orada da kim kimi kimin için vuruyor belli değil.Bütün bunlardan sonra sen diyorsun ki Esad’a ” bırak git ”Gitmezsen ben yapacağımı bilirim.Sonra ne oldu ?Esad doğal olarak sizi ve arkanızdakileri dinlemedi.Siz ne yaptınız ?Komşu bir ülkede silahlı isyan başlattınız.Türkiyeyi Suriye’deki içsavaş için “Militan üs” yaptınız.Dünyanın her yerinden katil sürüleri akbabalar gibi hücum etti Suriye’ye.Sahi , defalarca İstanbul’un yıldızlı otellerinde toplantı yapan “Suriye muhalefeti ” ne yapıyor şimdi ?Efendim zalim ESED’ten kaçanlara kucak açmışlar.Ne yapsınlar mış.Bu insanlara kucak açmak büyük erdem miş.Sayısını bile tam olarak bilmediğiniz o Suriyeli göçmenlerin ahı yakacak sizi.Bütün şehirlerin sokaklarında onlar var.Şimdilik dileniyorlar.Yarın çaresizlikten başka yollara yönelecekler.Televizyona her çıktığınızda hep aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz “Biz Esed’in zulmünden kurtardık bu insanları”Suç bastırıyorsunuz aslında.Size oy verenler de görüyor şehirlerin kaldırımlarında yaşanan dramı.Bu kadar rezillik yetmemiş gibi şimdi de eğit-donat diye bir şey çıkardınız.Neymiş ? Amerika’yla beraber ılımlı muhalifleri Kırşehirde toplayacak , eğitecek Suriye’de savaştıracaklarmış.Kulağınıza belki küpe olur diye yazalım ; Paralı askerle  özgürlük savaşı olmaz.Parayla olsa olsa kiralık katil olunur.Gelinen nokta şu;Esad gitmedi.Gidecek gibi görünmüyor.Suriye – Irak   selefi cinayet şebeklerinin atış- eğtim -cinayet alanı haline geldi.Artık Suriyede , Irakta her türlü cinayeti işleyecek , adı sanı belli olmayan binlerce “Hayalet” eylemci var.Bu tablo sizin açınızdan başarıysa kutlu olsun.Ancak,Geçtiğimiz  hafta bir hikayenin sonu geldi.Paris’in göbeğinde bir katliam gerçekleşti.Suriye’ye “özgürlük” getirecek çete artıkları artık batıda da vurmaya başladı.Kimin canı yanacak , nerede katliam olacak bilmiyoruz.Veba gibi bütün dünyaya yayılan bir bela ile karşı karşıyayız.Yine aynı yüzler , aynı işaret parmakları , aynı metalik sesler çıkmış aynı ekranlara , en ufak utanma duymada lafı dönüp dolaştırıp şöyle diyorlar“Efendim bu öfkenin , bu radikalleşmenin  altındaki , arkasındaki , gerisindeki SOSYOLOJİ’yi anlamak lazım”Sosyoloji mi ? O da ne ?

6 Ocak 2015 Salı

Mustafa Peköz/ AKP’NİN YENİ MANEVRASI: HDP’NİN PARTİ OLARAK SEÇİME GİRME KARARI

2015 yılına girilirken Türkiye, çok daha ciddi sosyal, politik ve ekonomik krizle karşı karşıya kalacağına dair önemli veriler bulunuyor. Bölgesel ve uluslararası ilişkilerde önemli sorunlar yaşayan Türkiye’nin iç politik dengeleri  çok yönlü  değişecektir.  Türkiye’nin en stratejik sorunu olan Kürt meselesine dair tartışmalar politik gündemin ilk sıralarında yer almaya devam edecektir.  Devletle Kürt Hareketi arasında yapılan görüşmelerin ‘müzakerelere’ evirileceğine dair beklentinin nasıl bir sonuç  ortaya çıkartacağı henüz netleşmiş değil. Bu soruya olumlu bir yanıt vermek oldukça zor görünüyor. AKP’nin temel yaklaşımı Kürt sorununu politik bir mesele olarak ele alıp çözmek yerine zamana yayarak kendi iktidarını güçlendirmenin bir aracı haline getirmeye çalışıyor.

Özellikle cemaatle iktidar rekabetine girişen AKP, Kürt sorununu zamana yaymanın kendi politik çıkarları için çok daha uygun olacağını düşünüyor. Hem Kürt Hareketiyle, hem de cemaatle eş zamanlı bir çatışmanın kendisi için ciddi sorunlar yaratacağının farkındadır. Haziran 2015  tarihinde yapılacak olan seçimler Türkiye’nin iktidar dengeleri bakımından son derece önemseniyor. Özellikle cumhurbaşkanı Erdoğan politik geleceğini garantiye almak için Haziran 2015 seçimlerinde alacağı sonuçları tahmin edilenden çok fazla önemsiyor.

Bugünkü politik rekabetin toplumsal algısı da değişmeye başladı. Hükümetin çok kapsamlı uygulamaya koyduğu anti-demokratik uygulamaların esas nedeni, AKP’nin kendi politik gücüne olan güvensizliğin artmasıdır. Özellikle 17-25 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen ‘rüşvet ve yolsuzluk’ operasyonu AKP’yi çok ciddi oranda etkileyecek gibi görünüyor.  Operasyonda ismi geçen dört bakanın yüce divanda yargılamasına ilişkin tartışmalar AKP’yi ciddi oranda sarsacaktır.

Ayrıca Erdoğan’ın gölgesinde kalan Davutoğlu’nun politik liderlik sorunu yaşaması ve gelişme eğilimi içinde olan ekonomik krizin  toplumun günlük yaşamında hissedilmeye başlanması  AKP’ye duyulan güvende  belli bir kırılmaya yol açacaktır. Bugünkü veriler dikkate alındığında AKP’nin oy oranındaki düşme eğilimi içinde olduğu anlaşılıyor. AKP’nin elde edeceği milletvekili sayısının 330’un altına düşmesi, Erdoğan’ın kafasında tasarladığı başkanlık rejiminin  yaşama geçmesini engelleyecektir. Ayrıca Cemaat-AKP çatışmasının olumsuz etkilerinin 2015 yılında daha belirgin olarak hissedileceğinin farkında olan AKP, iç politikada bir kısım politik manevralar yönelecektir.

AKP’nin önünde duran ve kendisini en çok zorlayacak olan Kürt sorununa ilişki uygulamaya koyacağı politikalar oldukça önemlidir. Stratejik çözümden çok özellikle 2015 yılı seçimlerine endeksli taktik politikaları yaşama geçirmeyi hesaplıyor.  Bugün olarak ortaya çıkan politik tablo, Haziran 2015 yılı seçimlerine kadar her hangi ciddi somut bir adımın atılmayacağını gösteriyor.

AKP, önümüzdeki genel seçimlerde bugünkü gücünü koruyup 330 veya 367 milletvekili elde ederek anayasayı en azından referanduma götürecek sayıya ulaşmayı hesaplıyor. Bu planını da HDP üzerinden yaşama geçirmeye çalışıyor.  Haziran 2015’de yapılacak olan seçimlerde HDP’nin sahip olduğu milletvekillerini kendi hanesine geçirmek için yeni manevralara ihtiyaç duyuyor. Öncelikli hamle HDP’nin yüzde 10 barajı üzerinde seçime girmesini sağlamaktır.

AKP’nin bu manevrasının politik arka planı ne olursa olsun,  HDP’nin %10 seçim barajı üzerinde seçime girmesi son derece tehlikeli sonuçlara yol açabilir. HDP yöneticilerinin  politik olarak kendilerine güven duymaları gayet doğaldır.  Kazanma arzusu içerisinde olmaları da bir  o kadar ciddi ve önemlidir.  HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ın yüzde 9.8 civarında oy almış olmasını baz  aldığı anlaşılıyor.  Cumhurbaşkanlığı seçimleri kendisine özgü bir politik ortamda gerçekleşti. Özellikle CHP tabanında oluşan tepkinin  Demirtaş’ın liderlik  karizmasıyla bütünleşmesi ve özgün bir seçim süreci olması nedeniyle  oy oranını % 10 civarına çıkarttı.

Politikanın stratejisi ve taktiği duygularla, istemlerle, ajitasyonlarla yapılmaz, güç ilişkilerine, dengelere, toplumsal gelişmelere, ortaya çıkan veya çıkabilecek sonuçlara göre belirlenir. Örneğin, Demirtaş’ın ‘hırsızlar bu ülkede yüzde 50 oy alıyorsa, biz yüzde 10’u aşamıyorsak kendimizi sorgulamıyoruz’ gibi kulağa hoş gelen ve sadece seçmenin duygularına hitap eden  söylemleri doğru ama reel politik yaşamın içerisinde ciddi bir anlam ifade etmez.

Seçim barajından bir değişiklik olmadan HDP’nin parti olarak seçimlere girmesi ne gibi olası sonuçlara yol açar.

Birincisi AKP, HDP’nin parti olarak seçimlere girmesini ciddi olarak önemsiyor ve yönlendiriyor. HDP’nin % 10 seçim barajını aşamayacağını hesaplayarak, Haziran 2015 seçimlerinde, en azında 330 milletvekili çıkartarak devletin siyasal yapısını değiştirecek anayasa değişikliğini referanduma götürmektir.

İkincisi, AKP, Kürt sorunun çözümünde ciddi politik bir perspektife sahip olmadığı biliniyor. Bugün HDP’yi  parlamentoda grubu bulunan bir parti olarak içte ve uluslararası alanda Kürt sorununda doğrudan muhataptır.  AKP, ‘çözüm’  olarak tanımlanan süreci tek başına yürütmek ve istediği kararları alabilmek için HDP’nin sürecin dışında kalması istiyor. Parlamento dışına düşmüş HDP  sorunun çözümünde muhatap olamayacaktır ve politik etki gücü önemli oranda zayıflayacaktır.

Üçüncüsü, AKP, ne Öcalan’ın önerdiği çözüm  projesini kabul edebilecektir, ne de  Kürtlerin politik ve toplumsal taleplerine yönelik ciddi bir adım atacaktır. Seçimleri kaybetmiş bir HDP, kamuoyunda meşruluğu tartışmalı duruma geleceğinden, AKP kendi politikalarını ‘çözüm’ olarak kamuoyuna dayatacaktır.  Böylelikle devletle Öcalan arasında yürütülen görüşmelerin bütünüyle durdurulmasına yol açacaktır.

Dördüncüsü, Seçimlerde ortaya çıkacağı sonuçlara paralel olarak başkanlık  sistemine geçişte, Kürt sorunun çözümünde askeri politikaların yeniden çok daha güçlü bir şekilde  yaşama geçirilmesi gündeme gelebilir. Erdoğan’ın cemaatle savaşında sessiz kalan Genelkurmay, PKK’ye karşı sonuçlarının çok daha ağır olacağı kapsamlı bir savaşa yönelmek için önemli bir inisiyatif almaya hazırlanıyor.  Bir başka ifadeyle savaş politikaları daha güçlü bir şekilde ön plana çıkabilir.

Beşincisi, HDP’nin parlamento dışına düşmesi, muhataplık sorununu yeniden gündemleştirecektir.  Devletin Öcalan ile yürüttüğü görüşmelerin kopması, politik ve askeri tasfiye sürecinin yeniden gündemleştirilmesi, Kandil’in politikalarından radikal değişikliklere yol açabilir. Böylelikle Kürt savaşı bölgesel savaşın merkezine oturması kaçınılmaz hale gelir. Böylesi bir durumun ortaya çıkartacağı politik sonuçlar, tahmin edilenden çok daha derin olacaktır.

Peki, HDP seçimlerde  büyük bir sürpriz yapar yüzde 10 barajını aşarsa ne gibi politik sonuçlar doğurur. Sistemin politik krizi derinleşir, demokratik güçler ve özellikle Kürtler politik dengeleri bütünüyle belirler, hükümeti kim kurarsa kursun, Kürt Hareketi olmaksızın hiç bir ‘çözüm’ politikası yaşam bulmaz.

Seçim sonuçları üzerinde mutlak bir tahminde bulunmak elbet ki  doğru değildir. Ancak Türkiye’nin politik-toplumsal gerçeği dikkate alındığında HDP’nin yüzde 10 barajını aşması zor görünüyor. Bu bakımdan HDP yöneticilerinin parti olarak seçime girime kararı almış olmaları çok ciddi politik riskler taşıyor. Politika aynı zamanda ‘risk alma sanatı’ denebilir ama  mevcut olgular değerlendirilmeden bu yaklaşım üzerinde kararlar almak çok daha ciddi olumsuz sonuçlara yol açabileceği de hesaplanmalıdır.

HDP seçimlere parti olarak girme kararı aldı. Bu bir bakıma karalı ama aynı zamanda risk alma olarak tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle alınan karar politik bir kumardır. Ortaya çıkaracağı negatif ve pozitif sonuçlar, iç politik ilişkileri bütünüyle yeniden şekillendirecektir. HDP, bütün olumsuz ve zor koşullara rağmen ‘bağımsız’ adaylarla girdiği seçimlerde elde ettiği sonuçların politik yansımaları bugün çok net olarak görülüyor.

2015 Genel Seçim sonuçları, Türkiye’nin politik geleceği bakımından son derece önemlidir. Bu sürecin içinde olmak Kürtler ve demokratik güçler için de zorunlu ve gereklidir. HDP,  çok yönlü bir analiz yaparak, parti olarak girme  kararını gözde geçirmesi ve bağımsızlarla girme taktiğini yeniden gündeme alması küçümsenmemelidir. ‘Bağımsız’ olarak girmek, geçmişte olduğu gibi bugün de kesinlikle ‘gücüne güvensizlik’ veya ‘tasfiyecilik’ olarak değerlendirilemez.

Türkiye’nin bugünkü politik tablosu dikkate alındığında toplumsal muhalefeti örgütleyecek önemli bir potansiyel bulunuyor. Ancak  sistemle  çatışmalı olan  demokratik muhalefetin genel eğilimi dikkate alındığında bugünkü  somut gerçeklik üzerinde değerlendirildiğinde,  demokratik, ilerici ve devrimci muhalefetin oy oranı yüzde 7-8 civarında olduğu  tahmin ediliyor. Bunun yetersiz olması ve eleştirel bir tarzda ele alınması sorunu ile mevcut toplumsal gerçekliğin doğru analiz edilmesi birbirine karıştırılmamalıdır.

Türkiye gibi bir ülkede  demokratik muhalefetin çok daha güçlü bir potansiyele sahip olması gerçeğinden bağımsız olarak mevcut politik durumu objektif analiz ettiğimizde, önümüzdeki seçimlerde farklı demokratik eğilimlere sahip  toplumsal güçlerin birleşik bir güç olarak seçimlere girmedikleri takdirde %10 barajını aşmaları  oldukça zordur.

Parti olarak seçime girme kararını veren HDP, % 10 barajını aşmak istiyorsa, sisteme muhalif bütün politik-toplumsal güçlerle ittifak yapmalıdır. Bu konuda gerekli politik esnekliğe sahip olmalıdır. Güçlü bir ittifakın sağlanması için karşı tarafları eleştirmekten çok, bu ittifakın geliştirilmesi için gerekli esnekliğe ve duyarlılığa sahip olması ve seçim politikasını bu realiteye göre belirlemesi gerekir.

Üzerinde durulması gereken bir başka önemli nokta, öncelikli olarak darbeci generallerin yasası olan ‘seçim barajının’ bütünüyle  kaldırılması veya en azında % 3 sınırına çekilmesi için güçlü bir toplumsal tepkinin örgütlendirilmesidir.  Yüzde 10 barajına ilişkin değişiklik önerisi Anayasa Mahkemesinin gündeminde bulunuyor. Toplumsal baskıyı arttırmak için farklı politik kesimleri bir araya getirecek politikalar oluşturulmalı ve yaşama geçirilmedir. Örgütlenmek ve dinamik bir gücü oluşturmak için HDP gerekli sorumluluğu ve duyarlılığı göstermelidir. Yüzde 10 barajına karşı yürütülecek çok kapsamlı bir kampanya aynı zamanda Haziran 2015 seçimlerine hazırlık bakımından da gereklidir.

gokyuzu9@gmail.com