27 Mart 2015 Cuma

Hakan Mengüç’e Üniversiteden Ödül

Hakan Mengüç’e Bozok Üniversitesi Gençlik Kulübünün oylaması sonucu ‘En iyi Yazar’ ve ‘En beğenilen konuşmacı’ ödülleri verildi.Üniversite adına plaketi Prof. Dr. Hasan YUMAK verirken, İletişim kulübü adına ödülü Bozok Üniversitesi Genel Sekreteri Erol Sorucu verdi.Hakan Mengüç’ten not;Bu ödüle layık çok değerli insanlar var olmasına rağmen beni seçmiş olmaları, uzun yazarlık ve konuşmacı yolculuğumda benim için güçlü bir motivasyon oldu. Daha çok yolum var, tüm bizi çok güzel bir şekilde ağırlayan tüm üniversite yönetimine ve seminere katılan 700 ...

18 Mart 2015 Çarşamba

Akın Olgun/ Hayat Boşluk Tanımaz

Hasan Ferit Gedik, devletin sırtlayıp mahallelere taşıdığı mafya tetikçileri tarafından katledildi. Devrimcilerin kurduğu mahallelerde, polis koruması ve işbirliği içindeki uyuşturucu çetelerinin serbestlik kazandığını bilmeyen yok ama meseleyi guruplar arası bir hâkimiyet çatışmasıymış gibi sunan ve bunun üzerinden çetelerin durumunu “meşru müdafaa” algı pazarlaması içine sokup haberleştiren özel yetkili gazeteciliğin, çetelere kazandırdığı “mağduriyet”, mahkeme salonunda sanıkların dilinden sarkacak kadar uzadı.

Her duruşma, katilerinin tehditleri, saldırıları ve “ya Allah bismillah” sloganlarıyla sonlanıyor. Avukatlara “sizi öldüreceğiz” diyerek tehdit edenlerin, ‘’mağduruz” gösterileri ile son buluyor. Rahatlar, fazla rahatlar ve bu rahatlığı onlara kim veriyor sorusunun cevabında gizli her şey.

Mafya ve devlet ilişkisi üzerine çok yazıldı çizildi. Mesut Yılmaz’ın burnunu eline vermekten tutun, katliamlar, cinayetler, tehdit, iç, dış operasyonlar vb kadar, bütün resmi kirliliğin çok kullanımlı araçları olarak, devlet içinde varlıklarını hep sürdürdüler. Şimdilerde yeni görünümleri “iş adamlığı”.

Hayat boşluk tanımaz, bu bir gerçekliktir. Mücadelenin yükseldiği ve düştüğü dönemlerde, mafya her zaman bir araç olmuştur. Mücadelenin yükseldiği dönemlerde “milliyetçilik” sosu ile sivil faşistler devreye sokulmuş, ivmenin düştüğü dönemlerde ise boşluğu hızla doldurmak için ellerinde torba, mahallelere yönlendirilmişlerdir.

Saygı Öztürk gibi adamların televizyon programlarında mafya ağırlayıp, “büyük Türk düşünürü” edasıyla pazarladıkları o günleri hatırlayanlarınız vardır. O günden bugüne değişen bir şey yok. Kendisi de, ağırladığı mafyacığı da hala sözcü-lük yapıyor.

Hasan Ferit’in annesini mahkeme salonunda tehdit edenler ile mahkemeye gelenleri çivili sopalarla karşılayan polis arasındaki bağ, Hrant’ı katlettirip, sonra eline bayrak tutuşturup yanında poz veren polislerin cinayetle olan bağı ile aynıdır.

Davanın yeterince sahiplenilmemesi, sahiplenil-e-memesi, Hasan Ferit’in katillerine “meşruluk” duygusu veriyor. Sahiplenme azaldıkça, dilleri coşuyor, ağızları büyüyor, besiye çekilmiş bir haklılık duygusu kazandırıyor. Mahkeme salonunu “iyi yaptık” havasına sokan duygu buradan besleniyor. Çok konuşulmasa da, yan yana gelmekten, durmaktan kaçınan insanların uzaktan seyrettiği ve hayıflandığı bir dava olarak “ilerliyor”. Annenin, her duruşma öncesi davaya çağıran o sesi, sosyal medya üzerinden yayılsa da, çoğul bir karşılık bulmuyor.

Ama unutmayın, bir annenin sesi yitikleştiğinde, duyulmaz hale geldiğinde, bir tek kaybedeni olmaz. Herkesin sesi kısılır, birbirimizi duymaz, anlamaz, hissetmez oluruz. Boşluğu, katillerin sesi doldurur, iğrenç gülüşleri, kahkahaları nefes aldığımız her yeri işgal eder. Ne ekmeğin, ne tuzun tadını alırsınız. Tekmelerler sofranızı, çayınızı devirirler, simidinizi çalarlar elinizden, ezerler çocuğunuzun oyuncağını, sevgilinin çiçeğini. Sesinizi çıkaramazsınız. Çünkü hayat boşluk tanımaz, siz doldurmazsanız, katiller mutlaka yerleşir içinize.

Çetenin “senin oğlunun ne işi vardı o mahallede” diyerek höykürdüğü o soru ile öldürülen bir kız çocuğu için ailesine “ne işi vardı o saate kızınızın dışarıda” diyen Emniyet Müdürü’nün doldurduğu boşluktan bahsediyorum işte.

Ölen işçiyi suçlayan, öldürdüğü çocuğun annesini yuhalatan, hakkında dava açan, tecavüz edilip katledilen kız çocuğunun ölü bedenine dil uzatan o boşluktan bahsediyorum.

Vahşi katilleri “öfkeli çocuklar” diyerek kollayan, madenci yakınını yerde tekmeleyen, Cumhurbaşkanı’na hakaret etti diyerek bir gece yarısı evinden alıp emniyete çeken, Berkin’in anıtına saldırtan boşluktan bahsediyorum.

“Vurmayın öldüm” diyen Ali İsmail’i sopalarla linç edenlerden, bir çocuğun bedenine yaşı kadar mermi doldurulanlardan, “ne çocuğu, kaçakçı onlar kaçakçı” diyerek Kürt köylülerini paramparça edenlerden bahsediyorum.

Demem o ki;

Hayat boşluk tanımaz, biz doldurmazsak mutlaka kanar kartopu yeniden.

(www.Jiyan.org dan alınmıştır)

10 Mart 2015 Salı

Akın Olgun / Kabataş ve ‘Büyük Yalan Teorisi’

Sadece bir yalanın ardına gizleyemezsiniz kendinizi. Elinizde çıkan gözümüz, yanan bedenimiz, linç edilen gençlerimiz, gaz kusan çocuklarımız, lime lime ettiğiniz insan bedenleri var. Kan var elinizde kan. Köşelere serilip, ağız tekmili vererek silemezsiniz üzerinize sinmiş bu kokuyu.

Burnumuzu tutuyoruz artık sizi her gördüğümüz yerde. Öyle pis kokuyor aklınızın, vicdanınızın çürümüşlüğü.Sadece bir yalan değildir Kabataş.

Kabataş, 6-7 Eylül’dür. “Atatürk’ün evini bombaladılar” diyerek, azınlıkları bir kez daha vahşetle baş başa bırakarak, ellerini ovuşturan kontrgerillanın kendisidir. Yağmalanmış, talan edilmiş, linç edilmiş, ırzına geçilmiş, malına, mülküne, hayatına kastedilmiş, hikâyeleri, öyküleri, anıları üzerinde tepinilmiş o günün, örgütlenmiş kötülüğünün bugüne yansımasıdır.

Kabataş, Maraş katliamıdır. “Aleviler camiyi bombaladı” diyerek örgütlenmiş bir katliamın devamıdır. Doğmamış çocukları, kadınların karnını yarıp çıkaran ve duvara çivileyen, genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden, pala, bıçak, nacak, balta, silah ile kıyım yapan ve üzerine kanlı nağralar atarak yürüyenlerin sizlere bıraktığı mirastır.

Kabataş, Madımak katliamıdır. Sizler, benzin bidonlarını taşıyanlardansınız. “Sivas şeytanlara mezar olacak” diye böğüren o kalabalığın içindeydiniz. Siz tutuşturdunuz, “yak yak” diye bağıran sizlerdiniz. Aydınlar yandıkça coştunuz, kanınız kaynadı, içiniz içinize sığmadı, “en büyük polis bizim polis”, “ en büyük asker bizim asker” diyerek, seyrettiğiniz ateşin içinden yükselen yanık insan kokusunu ciğerlerinize doldurdunuz. Kabataş yalanınız, o gün oradaydı. Kontrgerillanın kucağında emziriliyordu.“Atatürk’ün evini bombaladılar.” Bir yalandı.“Aleviler camiyi bombaladı.” Bir yalandı.

“Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar. Ezan sesini bastırmaya çalışıyor zındıklar.” Bir yalandı.“Camide içki içtiler.” Bir yalandı ve yukarıdaki tüm katliamlarla göbek bağı vardı.Yalan söyleyenlerin beyanını esas alanlarca hayata geçirildi. Yalanın propagandasını yapanlarca şişirildi, yalanın yaygaracıları tarafından da örgütlendi.

Kabataş bir yalan değildir sadece. Bir yalandan ibaret-miş gibi yapmalarına kanmayın sakın.Bilin ki aklını, gücün kullanıma sokanların yüreğinde vicdan çoğalmaz hiçbir zaman.Gezi’yi kontrgerilla yöntemleriyle bastırmak için üretilmiş ve kullanılmaya gönüllü olanlarca uygulamaya sokulmuş, sonuçları ve olabileceklerine dair bir gram sorumluluk taşımayanların provokasyonudur Kabataş :“gördüm, görüntüler korkun甓başörtülü bacıma saldırdılar”“cinsel organlarıyla taciz ettiler”“morluklarını da gördüm, illaki meraklıysanız”“barbarlar”“kadınlar küfrediyor, erkekler vuruyordu.”Sözler, manşetler, yazılar, röportajlar ile toplumu birbirine kırdırmaktan bir an bile tereddüt etmeyenler, yani onlar, bugün bize toplu “vicdan” attırıyorlar.

Bir tiyatro üzerinden hedefe koydukları sanatçıları, Kabataş provokasyonu ile birleştirip günlerce, haftalarca, aylarca kara propaganda yapanlar şimdi bize “haysiyet” çekiyorlar.Goebbles’in “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanır” diyerek formüle ettiği ‘Büyük yalan Teorisi’nden feyizle hiç durmadılar.Durmamak ARsızlık isterdi, onlar da buna eksiksiz sahipti.

Elif Çakır ve onunla benzeşenlerin ruh yoldaşlıklarını ve sahiplenmelerini not edin bir kenara. Birbirlerini rezilce satacaklar ve gizli tanıkları olacaklar yalanlarının. Çünkü yalanı yalayanların dili boş durmaz.Güç kimin elindeyse, yalan onunla dilleşir önce.

BirGün Gazetesi

3 Mart 2015 Salı

Mustafa Peköz/ 7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİ VE AKP’NİN GELECEĞİ

7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak olan genel seçimde ortaya çıkacak politik tablo Türkiye’nin iç dengelerini önemli oranda değiştireceği gibi bölgesel politikaların yeninden belirlenmesinden tahmin edilenden çok daha ciddi bir etki yaratacaktır. Ortaya çıkacak sonuçlar sadece mevcut partilerin özgün durumunu değil esasen Türkiye’nin üzerinde yükseldiği rejimin yeniden tanımlanmasını öncelikli olarak ön plana çıkacaktır.

Yapılan anketler AKP’nin oy oranının yüzde 38-42 arasında değiştiğini gösteriyor. Bu oranlar Türkiye’deki olası politik ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak her an değişebilir. Seçimler belki de en çok iktidar partisi olan AKP’nin  politik pozisyonunu belirleyecektir. AKP’nin iç dengelerini belirlemede önemli bir faktör olacak olan seçimler, aynı zamanda   Cumhurbaşkanı’nın kafasında tasarladığı rejimin yaşam bulması bakımından da önemli bir faktör olarak işlev görecektir. İktidarlaşma eğilimi en güçlü partiler içerisinde dahi çok yönlü çatışmalara yol açtığı, açacağı biliniyor. Devlet-iktidar ilişkisinin zorunlu bir sonucu olan bu durum AKP’de çok daha somut olarak yaşanacak gibi görünüyor. Homojen ve tek  merkezli görünen AKP içerisindeki dengelerin sanıldığı gibi sorunsuz olmadığı, önümüzdeki süreçte çok daha derin iç çatışmaya ve rekabete dönüşeceğine dair önemli veriler ortaya çıkmaya başladı.

Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması AKP iç dengelerini değiştirmesinin ilk adımı  oldu. Turgut Özal benzeri bir yöntemle cumhurbaşkanı olan Erdoğan aynı zamanda AKP’nin iç dinamiklerini kendisine göre dizayn etmeyi de esas aldı. Pasif doğal liderliği kesinlikle kabul etmeyeceğini tersine aktif lider olacağını sık sık vurguluyor ve fiilen bir AKP Başkanı gibi hareket etmeye devam ediyor. Böylelikle AKP Başkanı ve Başbakan olan Davutoğlu’nun emanetçi olduğu algısını çok bilinçli olarak işliyor.

Erdoğan’ın bütün politik inisiyatifine ve hükümet üzerindeki etkinliğine rağmen AKP içindeki dengeleri hızla değişmesini de engelleyemiyor. Davutoğlu sanıldığı gibi Erdoğan’a bütünüyle biat etmeyeceğini aşamalı olarak gösteriyor. Örneğin partinin iç dengelerini sessiz ve derinden değiştirmeye yönelirken aynı zamanda gelecekte hükümetteki gücünü arttırmaya yönelik hazırlıklarını yapıyor. Böylelikle Erdoğan-Davutoğlu ilişkisinin Özal-Akbulut ilişkisinin benzeri olmayacağına dair ilk veriler ortaya çıkmaya başladı denebilir.

Davutoğlu’nun atmaya başladığı bir kaç hamle dikkat çekicidir.

Birincisi, AKP’nin il kongre  delegelerinin bileşiminde ciddi bir kısım değişikliklere gidiliyor. Erdoğan’ın Ak Saray’daki ekibin müdahalesine rağmen Erdoğan’a yakın etkili isimlerin bir kısmı değiştiriliyor.AKP Kongresinde son derece güçlü olan Erdoğan’ın etkisi aşamalı olarak kırılması planlanıyor.

İkincisi, 7 Haziran seçimlerine kendi ekibiyle girmenin ön hazırlığını yapan Davutoğlu, yatın çevresinde yaklaşık 40 kişiyi milletvekilliği  adaylığına hazırlıyor. AKP’nin önümüzdeki seçimlerde birinci parti olacağı ve tek başına hükümet kuracağı yüksek bir olasılık. Davutoğlu kurulacak yeni hükümette esasen kendi ekibini ön plana çıkartacaktır. Böylelikle Erdoğan’ın hükümette müdahalesini minimum düzeye indirmeyi planlıyor.

Üçüncü, Davutoğlu, yönetim anlayışındaki farklılıkları Başdanışmanı Etyen Mahçupyan üzerinde kamuoyuna sunuyor.  Örneğin, Başkanlık sistemine sıcak bakmadığını, Parlamenter sistemden yana olduğunu, bu konuda Cumhurbaşkanıyla farklı düşündüğünü Mahçupyan üzerinde özel olarak yansıtmaya çalışıyor. Başkanlık gibi bir sistem içerisinde Erdoğan’ın bir bakanı dışında özel bir işlevi olmayacak olan Davutoğlu, AKP’nin ne kadar milletvekili çıkartacağına bakmaksızın , etki gücünü korumanın tek yolunun Parlamenter sistemin devam etmesi gerektiğini biliyor.

Dördüncüsü, belki de en önemlisi,  Davutoğlu-Hakan Fidan-Yalçın Akdoğan eksenli oluşan yeni dengedir.  Erdoğan’a rağmen Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığından istifa ederek Davutoğlu’un onayı ile aday olması, önümüzdeki süreçte AKP’deki iç dengelerin nasıl şekillenebileceğine dair bir veri sunuyor.  Erdoğan, ‘sır küpüm’ dediği ve belki de koşulsuz güvendiği birkaç kişiden biri olarak   gördüğü Hakan Fidan’ın milletvekili adaylığına sıcak bakmadığını  açıklaması, bir aldatmaca olmayıp, gerçek bir durumu yansıtıyor. Fidan’ın bu çıkışıyla hem Erdoğan’ın yalnızlaştırılmasında bir adım olarak görüldü, hem de Davutoğlu ile daha güçlü bir ittifak kuracağının mesajını vermiş oldu.

Erdoğan’ın Meksika ziyaretini yarıda kesip geri dönmesi sağlığıyla bir ilgisi olmayıp, AKP Kongrelerindeki etkinliğinin aşamalı olarak kırılmasıyla doğrudan ilişkilidir.  AKP’deki iç dengelerin aşamalı olarak lehine değiştiğine dair ortaya çıkan veriler, Erdoğan’ı çok daha tedirgin etmeye başladığını gösteriyor. Ak Saray’da önemli oranda yalnızlaştırılan Cumhurbaşkanı, güç dengelerindeki etkinliğini devam ettirmek için uluslararası ilişkileri bir tarafa bırakarak iç politikadaki aktifliğini sürdürmeye ve özellikle AKP’deki dengelerin değişimini durdurmaya çalıştığı anlaşılıyor.

Seçimler dönemi içerisinde AKP’nin iç dengelerine yeterince müdahale etme şansına sahip olmadığını farkına varan Erdoğan, kendi ekibini korumak veya yeni güçlerle takviye etmek için  bir kısım hamleler yapacak gibi görünüyor. Davutoğlu etrafında oluşan ekibi etkisizleştirmek için yeni hamlelere yönelecek olan Erdoğan’ın izlediği taktik plan bir kaç noktada oluşuyor.

Birincisi,  denetim altına aldığı medyayla  hem muhalefeti, hem de Davutoğlu’nu kontrol etmeye devam edecek. Erdoğan medyası, AKP başkanı olarak Davutoğlu’nun cumhurbaşkanının talimatlarıyla hareket ettiğine ilişkin haberlere özel bir yer veriyor. Erdoğan, bir çok kez Davutoğlu adına da konuşarak memuru gibi talimat verdiğini kamuoyuna yansıtmaya böylelikle inisiyatifin ve yetkinin kendisinden olduğuna dikkat çekiyor.

Birincisi, Davutoğlu, Hakan Fidanı yanına alarak ‘çözüm sürecini’ devam ettirmek istediğini imajını veriyor. Erdoğan ise tersine Rojeva-Kobanı’ye bakış açısını sık sık vurgulayarak tersine süreci bitirdiğini vurguluyor. Hükümet, parlamentoda tam bir krize dönüşen ‘Güvenlik Yasasını’ seçimler sonrasına bırakma niyetindeydi. Ancak Erdoğan, yasanın çıkması için yoğun bir baskı uyguladı ve yasa mecliste görüşülmeye  başladı. Bu yasayla hem kendi güvenliğini sağlamaya yönelik bir hamle yaptı, hem de çözüm sürecine ilişkin olası tartışmaları bütünüyle dinamitledi.

İkincisi, Erdoğan, AKP içerisinde milliyetçi çizgiyi etkin kılarak kendi gücünü korumaya yönelik bir kısım adımlar atacaktır. Davutoğlu’nun kendisine yakın isimleri milletvekili yapma çabasına karşılık özellikle MHP ve BBP ve hatta Milli Görüş kökenli bir kısım insanları AKP’ye çağırarak milletvekili yapacağına dair bazı işaretler ortaya çıkmaya başladı. Böylelilikle AKP’de İslamcı-milliyetçi çizgiyi daha etkin kılmaya çalışarak, MHP’ye ve Saadet Partisine yönelimleri durdurmaya çalışacaktır.

Üçüncüsü, 30’a yakın ilde  miting yapmayı planlayan Erdoğan AKP’nin gerçek lideri olarak seçimlerde aktif bir görev almayı planlıyor. Erdoğan’ın AKP’ye oy istemek için Davutoğlu’na paralel yapacağı mitingler aynı zamanda içten Davutoğlu’a alternatif mitingler olacaktır. AKP’ye oy verenlerin yüzde 13’ü Erdoğan’ın şahsına oy verdikleri dikkate alındığında, partinin seçim sonuçlarında elde edeceği başarıdan doğrudan pay sahibi olduğunu, kendisi olmaksızın AKP’nin varlığını devam ettiremeyeceğini ön plana çıkartacaktır. Böylelikle seçim sonrası oluşturulacak hükümette etkin olmanın planlarını yapıyor.

Dördüncüsü, Erdoğan ile Gül ve Davutoğlu arasında dışarıya yansımayan önemli sorunlardan biri de Cemaatler ve özellikle Gülen cemaati ile olan ilişkilerin yeniden düzenlenmesidir. Erdoğan,bütün dikkatini  Gülencilerin tasfiyesi üzerinde yoğunlaştırmış bulunuyor. AKP’nin devlet içerisindeki kurumsallaşmasından çok, Gülen cemaatine benzer bir tarzda kendisine bağlı olan bir kadro oluşturmaya çalışıyor. Gül çok açık bir şekilde, Davutoğlu ise dolaylı bir tarzda cemaat ile çatışmanın bu düzeyde ön plana çıkartılmasına sıcak bakmıyor.

Beşincisi, Erdoğan’ın Gül’ün yeniden partiye dönüşüne sıcak bakmadığı ve onay vermediği biliyor. Gül’ün son dönemlerdeki çıkışı ise AKP’nin iç dengelerin yeniden şekillendireceğine dair bir kısım işaretler ortaya çıkartıyor. Cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesinden sonra ilk kez konuşmaya başlayan Gül’ün de, Davutoğlu’na yakın duracağının ilk işaretini verdi. ‘Güvenlik Yasasına’ yönelik yaptığı uyarılar, Başkanlık sistemine mesafeli duruşu ile Erdoğan’dan çok Davutoğlu ile birlikte hareket edeceği anlaşılıyor.

Başta ABD olmak üzere uluslararası güçler Davutoğlu ile çalışmaktan memnun olduklarını bir çok kez vurguladılar. Bölgesel ve uluslararası ilişkilerde Davutoğlu’nun birkaç adım önde olduğunu gösteriyor. Uluslararası  ilişkilerde izole olan Erdoğan, bu durumu ‘değerli yalnızlık’ olarak tanımlasa da, oturduğu koltuğun güvende olmadığının da farkındadır.

Seçim sonuçları, Türkiye’nin iç politik dengelerini çok ciddi oranda değiştirecektir. HDP’nin barajı aşması durumunda AKP’nin hızla ANAP’laşacağını gösteriyor.  HDP’nin barajı aşamamsı durumunda AKP içindeki dengelerin ciddi bir rekabete dönüşecek gibi gönüyor.  Bir başka ifadeyle 7 Haziran 2015 seçimleri, hem devletin yeniden yapılandırılması, hem de AKP’nin geleceği ve iç dengeleri bakımından ciddi siyasal  sonuçlara yol açacaktır.

gokyuzu9@gmail.com