25 Haziran 2015 Perşembe

Bu sabah iki tane hediye açtın mı?

 Her sabah iki tane hediye açarız, bunlar gözlerimizdir.Kimler zengin diye sorarım seminerlerimde, bir iki kişinin eli kalkar sadece.Sonra seyircilerin arasına inip, ‘Kulağını 10 bin liraya satar mısın?’ derim, ‘Hayır’ der.Peki 100 bin liraya? 1 milyona? ya da kolunu satar mısın? Gözlerini?Ne kadar zengin olduğunu hatırla, farket.Bunları zaten biliyorum deme,Hatırla, tekrar et, her gün şükrettiğini tekrarla.Böylece ‘şükür bilinci’ oluşsun, ‘tatminkarlık’ bilinçaltının en derinlerine işlesin.Bir basketçi, potaya bir kere topu attığında, nasıl ...

17 Haziran 2015 Çarşamba

   ”Böyle Dostu Olanın Düşmana İhtiyacı Olmaz” / Akın KAYA

 

7 Haziran Türkiye genel seçimlerini geçmiş diğer seçimlerden mühim kılan muhafazakar diktatörlüğe karşı tepkinin ölçüsü oldu. Peki gün be gün daha da pervasızlaşarak, halkların en demokratik haklarını bir bir elinden alarak totaritel bir rejimi ortaya koyan AKP karşısında devrimciler ve sol muhalefet tam olarak görevini yaptı mı! Sol ideolojinin en temel özelliği yapıcı bir özeleştiri gerçekliğidir fakat bu gelişim dinamiğinin dahi ne kadar çalıştırıldığı aşikar. Özellikle de seçim öncesi ”aydın” sıfatlı unsurların HDP’ye temkinli, kibirli ve sistem reaksiyonlu sığ yaklaşımına rağmen seçim sonrası sokağın, halkın iradesini göz ardı edip ısrarla bu tavıra devam etmeli bunun en aşikar ve içler acısı örneği olarak karşımıza çıkıyor.

12 Eylül faşist askeri darbesi ülkeyi bir cehennem cumhuriyetine çevirdiği kadar da ”sol” u dizayn etmeyi de ihmal etmedi, zira kırıntısı kalan devrimcilerin örgütleyeceği bir halk faşizmin en büyük korkusu kabusu olacaktı. 1990’la kadar halktan kopuk olan ”sol” Kürdistan’dan cebarrut devlete kafa tutan muazzam bir mücadele veren halkın, örgütün bir güneş gibi doğuşundan maddi manevi moral bulup başta metrapollerde olmak üzere genel bir yükseliş kaydetsede faşizmin ağır yönelimi ile yurt dışına veya belirli mahallelere sıkışıp kaldı. Kısaca devrimciler proleterya ile tam anlamı ile buluşamadı, onları örgütleme fırsatı olmadı, gecekondu mahallelerini salt yaşam alanları olarak kullanabildiler ve hali ile bu boşluğu başka bir mazlum (sözde) ideoloji olan siyasal islamcılık doldurdu sonuç olarak mevcut iktidarın oy deposu haline geldi fabrikalar, gecekondu mahelleleri ve emekçi yığınlar. Kabaca durum bu diyebiliriz tabi şimdi ki mesele bu konu olmadığından detaya gerek duymadım en azından şimdilik.

Gezi süreci Sol’a cesaret ve atılım fırsatı verse de bunda da başarı sağlamak yerine sol ideoloji ile çelişkili garip bir ”aydın” güruhu peydah oldu. Bu sözüm ona aydın güruhu gerçekci olmayan, günü birlik popülist hoş sohbet söylemler ile halkı oyalamaktan öteye gidemediler fakat bunu sorun yapan ne yazık ki olmadı her iki taraf ta bu yapay durumdan gayet menmun du. Düşünün ki bir Atilla Taş’ın ağzından çıkan muazzam bir devrimci öğreti gibi algılandı, Ermeni mağdurluğunun bol bol ekmeğini yiyen ama bir kez bile Levon EKMEKÇİYAN’dan bahsetmeyen, Kessab’a rağmen, Malula’ya rağmen AKP’nin Suriye politikasına paraler beyanı dahi olan Hayko Bağdat toplumsal tepkinin dümenine geçmiş durumda. Buna benzer onlarca isim ve örnek verebiliriz ama ince çizgi bu sözde aydın(lar)ı yaratan ve bu konuma izin veren maalesef bizler olduk.

Hal böyle iken bir taraftan da Sol bir yayın organında HDP’nin desteklenmesini doğru bulan, bu yönde öyle radikal de olmayan akademik, insani bir dil ile yazan köşe yazarı tasviye edilebiliyor ve bu haksızlığa, bildiğimiz havuz medyası uygulamasına tepki gösteren bir tek meslektaşı çıkmıyor! Fakat tabiri caiz ise şark kurnazlığı yapıp HDP’nin başarısını gördüklerinde methiye düzmeden de geri kalınmıyor hatta kibir bir dil ile görev buyurup yüzsüzleşebiliyor da. Tabi bu sığ duruş gözden kaçmıyor, hafızamızın baş köşesine buyur edip ağırlıyoruz vakti geldiğinde haklı iki çift lafımız olsun diye.

Mazlumun, ezilenin kimliğine, mezhebine, ideolojisine bakmadan yanında olmayı onların acısını hissetmeyi kitaplardan yazılanlardan öğrenemeyiz bu vicdan ile akılın bir kesişmesi insani bir reaksiyondur. Devrimci olmak için, ”Sol”cu olmak için, mazlum ve masumun yanında olmak için  Karl Marx’ın Das Kapitalini veya Friedrich Engels’in Doğanın Diyalektiğini okumak  ile olmuyor tıpkı Spartacüs gibi tıpkı Hz Hüseyin gibi.

 

9 Haziran 2015 Salı

Kur’an-ı Kerim’deki Şifa Ayetleri

Biz Kur’an-ı şifa ve rahmet olarak indirdikوَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآَنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ  “Ve nünezzilü minel Kur’âni mâ hüve şifâün ve rahmetün lil mü’minîn. İlâ Ahir…” Biz Kur’an-ı şifa ve rahmet olarak indirdik.(Sure-i İsra, Ayet 82) عَنْ عَلِيٍّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَيْرُ الدَّوَاءِ الْقُرْآنُ   “El-Kur’an’ü hüve devâün”“Kur’an bütün hastalıklara devadır, şifadır.”(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3533)  Kur’an-ı ...

6 Haziran 2015 Cumartesi

Vapurumu geri ver / Ruhi Uzunhasanoğlu

Kadıköy vapuru bu şakaya gelmez.Ben bir vapur yaptım buyurun siz de sevin , beğenin diyemezsiniz.Bir çoğunuz hatırlamaz , bilmez belki , O vapurda “Şu elimde görmüş olduğunuz ” diye söze başlayan biri vardı.“Burhan Pazarlama”En güzel , en kaliteli ve geri alma garantili ( Müşteri memnuniyeti yani) ürünler satardı.Her sabah ve akşam yolculara eşlik ederdi.Vapurda Burhan abinin sesini duymadığınızda bir gerginlik hissederdiniz ” Acaba nerede, hasta mı ? ”Gel zaman git zaman Burhan abi Kadıköy vapuru işportasından çok para kazandı ( Anasının ak sütü gibi helaldir)Eminönünde mağaza açtı.İşlere yetişemez oldu.Onu göremez olduk eski sıklıkla.Yine de arada dayanmayıp çıkardı Kadıköy – Eminönü hattına.Bir gün dedim ” Ne o görünmüyorsun ? ”” Evlat artık üniverstelerde pazarlama derslerine çağırıyorlar , vaktim yok , hani ne yalan söyliyeyim  paraya da ihtiyacım yok ,yine de çok özlüyorum vapuru çok ” demişti.Burhan pazarlama Kadıköy vapuru demektir bir yanıyla.Yeni vapurları görünce ilk O geldi aklıma.Ne düşünür , ne der  ? bilemeyiz ama mutlaka birileri hatırlayıp soracaktır fikrini.

 

Martılar bile peşine takılmıyormuş bu yeni halinin.Tanıyamamışlardır belkide.Acaba bir Danimarka feribotu mu ? diye akıllarından geçmiştir.

“Deniz ve martı sevdiler seni ” olmadığında bu iş tutmaz ben diyeyim size.…

Çayı sigarayı denize karşı içmenin keyfini anlatsak Yeşilay’a ayıp olur.Bari bordosuna oturup Marmara’yı , deniz kokusunu , buz gibi soğukta birbirine sarılan genç aşıkları , Beşiktaşa maça giderken yaşadığımız heyecanı , martılara simit atmayı , yolculuğumuza eşlik eden deniz analarını , küçük balıkçı teknelerine selam vermeyi , Eminönüne yaklaşırken galata kulesinin eşssiz görüntüsünü elimizden almayın.

Zaten Marmaray çıktı mertlik bozuldu.

Karşıya vapurla geçmenin keyfini de kaçırmayın !

5 Haziran 2015 Cuma

Özdil ve savunma hattı / Akın Olgun

“Özdil’i savunmalıyız” dili ve yazıları ile gazetecilik etiğine bol vurgulu göndermeler yapılıyor. Eğer bir gazeteci yazılarından dolayı sansüre uğruyorsa ve iktidarın  hışmı ile yüz yüze kalıyor, işinden oluyorsa elbette ki itiraz edilmeli. Yazar, gazeteci, kendisini mağdur edenle “it dalaşı” yapıp, sonra kendisi gibi düşünmeyenlerin mağdur edilmesinde, hadlerinin bildirilmesinde aynı inançla iktidarla birleşiyorsa işte orada “durun bakalım” demeye hakkımız var.

“Efendim uğradığı sansür mağduriyeti ayrı, yazılarındaki ırkçılık ve nefret dili ayrı” savunması ile kurulan hat, bizi o dille birleşmeye ve onu meşrulaştırmaya sürükler.Sansür meşru değildir ama sansüre karşı çıkarken bir katliamı övmekle yetinmeyip, sadece Kürt oldukları için üzerinde tepinen yazıları ile “oh” diyerek iç rahatlaması geçiren birini savunmak da öyle…

Ölçümüzü ne belirliyor?Hak ve özgürlüklerin, evrensel değerlerin yanında durup, durmadığı. Bu bir turnusoldür.Eğip, bükmeye hiç gerek yoktur. Özdil ırkçıdır ve bunu “Cumhuriyetçi” maskesi geçirerek pazarlayan bir cambazdan ibarettir.Seslendiği kitleyi, Kürt milletvekilinin yumruklanmasını “halkın duygularına tercüman oldu” diyerek gazlamakta, Roboski’de katledilenleri katır, eşek metaforuyla aşağılayarak yağan bombalara onay sunmakta, çakma anti emperyalistliği ile öldürülen, linç edilen ingiliz futbol taraftarı üzerinden alkışlatmakta ve her defasında okuyucusunu “ohh” çekmeye çağırmaktadır.Irkçılığını “sorunlu yazılar” buluşu ile üstünden atlamak ise, arayı bozmayalım, ne olur, ne olmazcı küçük esnaf hesapçılığıdır.

Yeni yetme çaylak bir gazeteci değil ki adam, aksine bilnçli bir nefret suçu makinası…Şimdi sansüre uğradı diye bir savunma hattı oluşturup, “ırkçılık ayrı, yazısına uygulanan sansür ayrı” diyerek herkesi kazılan siperlere çağırmak, onunla beraber Ahmet Türk’ü yumruklamaktır. Roboski’de çocukları bombalayıp “çocuk deyip durmayın kaçakcı onlar” demektir. “Hepimiz Ermeniyiz” yerine “hepiniz Ermeni, hepiniz piçsiniz” diyenlerle aynı yerde bayrak sallamaktır.

Arkadaşlar, duruş dediğiniz şey objektifdir, soyut değildir.Yandaşlar iktidar, kendisi ise bir DEVLET yazarıdır. Bu yüzden Esad üzerinden yapılan Başbakan eleştirilerine “ben Başbakan’a Esad üzerinden laf söyletmem” diyerek azar çekmekte, madencilere, AKP’ye verdiği oy üzerinden “müstahak”lık yedirmesi yapabilmektedir.

Gazeteciliğin evrensel değerleri içine koyun Özdil’i. O değerlerin içine sığıyorsa biz de savunalım. Yoksa suni,zorlama ilkeler üretmeyin, bozmayın daha fazla adabını mesleğin.

Hepimiz biliyoruz ki, ırkçı ve nefret dolu yazıları iktidarla ortaklaştığı yerlerdi.Siz o yazılarda , yoksa hiç iktidarı görmediniz mi?Onun Paşa gönlü hep devletten yanadır.Biz devletin ve iktidarın gerçek mağdurlarına bakalım.