26 Aralık 2015 Cumartesi

Hakan Mengüç Denizli Semineri

Denizli’de Pamukkale Üniversitesi ve Bemar’ın katkıları ile muhteşem bir seminer gerçekleştirdik. 1200 kişinin katıldığı seminerde bilinçaltı, tasavvuf ve Mevlana konuştuk. Sonunda Hüsamattin Oğuz’un seslendirmesi ile ney taksimi ve şiir dinletisi gerçekleştirdik. Görüntüler ve videolar aşağıda.

19 Aralık 2015 Cumartesi

Şeyh Zakzaki’nin huzurunda bir kez daha sınıfta kalmak/Akın Kaya

ŞEYH ZAKZAKİ’NİN HUZURUNDA BİR KEZ DAHA SINIFTA KALMAKeyh

Nijerya ordusu, 13 Aralık 2015 Pazartesi günü Nijerya’nın Zaria kentinde Şii lider Şeyh İbrahim Zekzaki tesadüf odur ki ülkede faliyet gösteren Boko Haram terör çetesinin insanlık dışı eylem ve cinayetlerini kınamak için yaptığı konuşma esnasında Şeyh Zakzaki’yi tutuklamak istemiş konuşmayı dinleyen sivil kitlenin buna itiraz etmesi ile askerler ağır silahlar da kullanarak bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Sayısının hala bir netlik kazanmadığı bir çok haber kaynağına göre 500’ün üzerinde masum sivil yaşamını yitirmiş, ordu güçleri saatlerce alanı ablukaya alıp akıl almaz vahşet ve infazlar gerçekleştirmiş, herşey bitiğinde ise askerler İŞiD bayrağı açıp kutalama yaparak katliamın amacını tüm Dünya’ya mesajını vermiştir.

Esasında bu mesajı uzun yıllardır ve Dünya’nın bir çok çoğrafyasında verdiler de bizler görmeyi, anlamayı pek istemedik veya anlamak işimize gelmedi kolayı tercih edip kulak ardı ettik.

Her katliamları bir sonrakinin habercisiydi oysa, Suriye kaosu başladığında kendilerine sözüm ona ”cihadcı” diye adlandıran terör çeteleri bir bir masum sivilleri kestiğinde bu hareketin çok katılımcı ve kapsamlı bir proje olduğunu kendimce dile getirmiştim. Sahada gördüğümüz insanlıktan çıkmış vahşi örgüt militanlarının birer kiralık katil olduğu, perde arkasında vahabi Suud rejimi müttefiği siyonist İsrail, kuyruğu batının elinde olan petrol zengini birkaç Ortadoğu arap ülkesi ve AB/D ile Türkiye yönetimin kukla oynatıcısı olduğu bu listedeki her ülkenin farklı hedef ve beklentileri olsa da kesiştikleri nokta Dünya üzerinde ki tüm Ehlibeyt dostları, taraftarları Alevilerin imhasıdır.

Burada veya başka bir platformda yeniden bir Alevi tanımı yapmanın lüzumsuzluğunu ve maksatının malum imhacı akılın ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramayacağı gerçeğini de kısaca belirttip yazıya devam edelim..

 

Bu şer projenin nezdinde gayrısız Hz. Ali (RA) nin zikredildiği her dilin, evin, yurdun, milletin vs düşman sayılıp yok edilmesi gerektiği gerçeğini görmezlikten gelip kendi içimizde, çok uluslu ve şeytani bu yapılanma karşısında ideolojik ve ırksal etkileşim, dayatma ile kendini tarifleme farklılaştırma beyhude çabasında olan Türkiyeli Aleviler hayati bir yanılgıya düşürülmüş olsa da ilk olarak Suriye Laskiye Alevi katliamında ucu kendilerine kadar dokunacak olan bu projeye karşı cılız da olsa ses çıkarttılar ama bu ne yeterliydi ne de tüm Dünya’da durmayacak olan Alevi katliamlarına karşı acil bir bilinç kazandırmıştı.

 

Siyasal analizlerin şamatasından sıyrılıp etrafımızda ki bu gelişmelere manevi manada baktığımızda yüreğimizin titremesine mani olmanın imkansızlığında kahır olmamak elde değil.

İmam Ali’nin “Beni seven bir dağ bile olsa musibete uğrar.” sözünde ki bin çoğrafyanın binlerce dağıyız oysa, musibet bizleri bir gün Yemen’de, bir gün Sivas’ta, bir gün Pakistan’da, bir gün Zaria’da buldu ve yarında bulacak, bu bizim şerefli kaderimiz, bu bizim bedelimiz.

Nijeryada’ki katlima Türkiye Alevi İnsiyatifi’nin kınama bildirisi elbette çok kıymetlidir ama yeterli midir? Söze geldiğinde 20 milyon Alevi’nin yaşadığı bu topraklarda uzak bir ülkedeki Alevi katlimanına 20 kişi mi itiraz, isyan etmeliydi! Şeyh Zakzaki’nin o yaralı fotoğrafına baktığımızda hiç mi ar duyup gücümüze gitmedi?

Toparlayacak olursak, düşmanın aleni ve acımasız hedefi derdi sensin. Sen! Afrikanın orta yerinde yaşayan bir siyahi Nijerya’lı Şii ile çıplak ayaklı mazlum Yemen’li Kusi ile tekkesi elinden alınmış Kosava’lı Bektaşi ile Irak’ta ki Kakai Kızılbaş Kürd ile aynısın hiç boşuna gözünü, kulağını, aklını, kalbini kapatma ya da kapat tekfirci çeteler gelir bulur açar Maazallah.

İmam Caferi Sadık ”Bizi sevdiğini söyleyip de düşmanlarımızdan beraat etmeyen yalancıdır”

 

10 Aralık 2015 Perşembe

TEKFİRCİ SOL VE DİN GERÇEĞİ/ Akın Kaya

TEKFİRCİ SOL VE DİN GERÇEĞİ

‘Devrim anlık bir olay değildir’

Zamanın ve egemenlerin acımasızlığı karşısında kendini yenilemeyen, koşullara ayak uyduramayan her düşünce marjinalleşme veya yok olması kaçınılmazdır. Böylesi bir durumu inkar ve göz ardı etme rehaveti hatta eleştiriye tahammülsüzlük ise o körü körüne biat kültürünün akla ve vicdana sirayet ettiği hastalığın bir septomudur.

Türkiye’de ki hukuksuzluk, anti demokrat uygulamalar, özgürlüklerin kısıtlanması, ekonomik dengesizlik (liste kendi içinde uzayıp gider) had safhada olduğu gerçeği yanı sıra dış politikası ile mevcut iktidarın üstlendiği acımasız misyonu hepimizce malum. Önümüzde ki süreçte yaşanan faşizmin daha bir katmerleşeceğini sezmek için alim olmaya lüzum yok kaldı ki 7 kasım genel seçim sonuçları iktidarın cesaretini ve iştahını ziyadesi ile kabartmıştır.

Peki ‘hırsızın hiç mi suçu yok?’ var! Var hemşerim üstelik alası var. İlmi, beşeri ve dini manada ve Sol ideolojinin fıtratına bakıldığında iktidardan memnun mesut olanlar ezilenlerin her biri birer devrimci veya en azından faşizmden şikayetçi olması gerekenlerdir. Oysa belli başlı birkaç mahalle ve kasaba dışında işçisinden işsizine, köylüsünden şehirlisine geniş bir yelpaze içinde büyülenmişcesine -Sultanım çok yaşa! Dedi. 12 eylül travmasını ve ağır saldırısını elbette göz önünde bulundurup kitleler ile Sol-un birbirinden koparılması sonucunu gözden uzak olmanın gönülden de uzak olmasını hesap ediyoruz fakat Sol-un da şapkasını masaya koyup derinlemesine ‘biz ne oluyor(uz)’ diye sual etmesinin ivediğilini telafuz etmenin de boynumuzun borcu olduğunu ayrıca biliyoruz.

Benim bu yazıda dile getirmek istediğim naçizane Sol-un inaç ile ilişkisi devamla ‘Sol tekfircilik’ diye adlandırdığım tıpkı dini bir kaide misali kutsallaştırılmış, katı kuralcılık ve tahamülsüzlük ile en masumane yapıcı bir eleştiri karşısında dahi kendinden farklı veya düşman ilan edebilme cüreti yani klasik Sol reaksiyon. Tabi bu sorunun temeli ideolojik olmaktan ziyade yaşadığımız toprakların öznel koşullarını anlayamama, sağlıklı bir analiz yapama daha doğrusu anlama gibi bir derin felsefi, ilmi, örgütlülük zahmetine katlanmayıp 1800’lü yıllarda Avrupa’nın ortasında kaleme alınan yazıyı 2000’li yıların Türkiye’sine kopyalama kolaylığına gidildi. Kulağa ne kadar itici geldiğinin farkındayım ama kralın çükü gözümüze girecek nerdeyse.

Tipik bir Ortadoğu ülkesinin tipik bir Ortadoğulu solcuları olduğumuzu unutup bambaşka coğrafyaların devrimlerine heves etmenin yanı sıra bir deve tüyü kadar kendi topraklarımıza sosyalizmi idrak ettirememenin trajik yalnızlığında kaybolup gidiyoruz. Bunun en can alıcı sebeplerinden biri ise Sol-un din-e yaklaşımı ve inançlı insanlara kendini ne kadar izah edebildiğidir. Dünya üzerinde yaklaşık 1.5 milyar insanın mensup olduğu İslamiyet dini, Türkiye ve Kürdistan’da da ezici çoğunluğun inancı olma özelliği ile de yaşamın her anında ve alanında sorumluluk arz eden bir konudur. Sol ağırlıklı olarak bu sorumluluğu ile kafa yorup strateji geliştirmek yerine basma kalıp Sol-Din çelişkisi üzerine kısır söylem ve çoğrafya gerçekliğinden uzak tahliller çerçevesinde hareket etme yanılgısı ve basiretsizliği tercih etti ve inançlı kitleler ile arasına soğuk aşılmaz duvarlar inşa etmiş oldu.

Durum böyle olunca da bu boşluğu resmi rejim din simsarları, abdestli kapitalistler dediğimiz güruh ve bir takım cemaatler doldurmuştur. Bu unsurlar kendi menfaatleri doğrultusunda halka uyduruk bir din dayatmaları yanı sıra Sol-a düşman olmayı da ince ince işlediler, tabi rejim bunun gerçekleşmesini iştahla arzu etmiş ve böylesi bir ayrışma için de özel olarak çaba göstermiştir.

Peki Sol bu anlamda ne yapabilir di?

İlk olarak aklıma gelen ve burada muhakkak bahsi geçmesi lüzum eden örnek Hikmet Kıvılcımlı’nın tarihi Eyüp Sultan konuşmasıdır; Kıvılcımlı 1957 Ekim’inde derme çatma bir taburenin üstüne çıkıp – Sevgili İşçi kardeşlerim! Bugün, Müslüman İstanbul’umuzun, İstanbul’dan önce Müslüman olan Eyüpbölgesinde sesimizi duyurmaya geldik! Diye seslendiğinde etrafına toplanmaya başlayan muhafazakar kitleye

Muaviye kimdi, bilir misiniz? Muaviye, Kureyş’in para ile Müslüman olmuş büyük bezirganlarından Ebü Süfyan’ın oğlu idi… İşte, bizim Şark memleketlerimizde vatandaşla devlet arasında ilk zehiri koyanlardır. (…) İslamın büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi “Leyse lil insane illâ mâ seâ” der. (Yani: İnsan için, çalışmaktan , emekten başka her şey yalandır)

Ömrü billah böyle bir adam ve böyle bir konuşmayı duymayacak olan kitle Kıvılcımlı’nın bu konuşması bittiğinde çoşku ile alkışladılar, ne ordakiler dinsiz ne de Sol dindar olmuştu ama Kıvılcımlı meramını anlatmayı, kendini dinlettirmeyi başarmıştı.

Adı Türk Sünni islam tarihinde pek yad edilmeyen hatta asılsız ve uyduruk bilgiler ile itibarsızlaştırılmaya çalışılan ilk müslüman olan 10 kişiden biri, ”Evinde yiyecek ekmeği olmayıp isyan etmeyen adamın aklına şaşarım” diyen sahabe Ebuzer El Gıfari!

Ebuzer Gıfari’nin hayatına baktığımızda O’na söylenen ”ilk devrimci” tanımının ne kadar yerinde olduğunu görebiliyoruz, zulme karşı mazlumlardan yana olmayı tercih eden Ebuzer Gıfari sonunun Rebeze çöllerine sürgün olacağını bile bile tereddütsüz Şam valisi zalim Muaviye’nin yüzüne sarayında zalimliğini dile getirmiştir.

Ve yakın tarihihden de daha bir çok örnek sıralayabiliriz elbette, ”din kitlelerin afyonudur” tekerlemesinden ibaret fikir ile doğmuş bir bakış açısnın acziyetini ve kısırlığına hapsolmuş bireyin adalet, hak ve eşitlik süzgecinden geçmiş bir Sol-dan anladığı ne kadar doğru ve bizim çoğrafyaya uygun olabilir? Yarattığımız boşluğu dolduran din bezirganlarının halka yutturduğu dinin şükürcülük ve biat olmadığı gerçeğini tarihsel ispatlar ile izah etmenin zor olmayacağı ve bunu izah ederken de bir yerimizin eksilmeyeceği kanaatindeyim.

Kibir ve üstenci bir dil ile inanç değerlendirmesinin acı sonuçlarını çocuklarımıza daha bir derinleştirilmiş ayrışma ve daha bir islami faşist iktidar bırakarak ”mükafatlandırmış” olacağız.

Sonuç olarak burada işaret etmek istediğim nokta inkar edemeyeceğimiz kadar gerçek olan bir durumla bir an önce yüzleşip, egemenlerin yaratmış olduğu bu yapay ve hassas duvarı yok etmek gerekir, aksi takdirde mevcut siyasi duruma şaşırmak ve dar salon solculuğundan öteye gidilemeyeceği gerçeği inkar etmekle zamanı heba edip irili ufaklı, yerli yersiz her ebatta analiz yapmaktan öteye geçemeyeceğiz.