28 Şubat 2014 Cuma

Akın Olgun/ Aptallık Çağı

Dünyanın nasıl mahvedildiğini anlatan bir belgesel “Aptallık Çağı”

Tekrar seyrediyorum ve aynı saatlerde Başbakan İle Bilal Oğlan arasında geçen konuşmalar düşüyor gündeme. Bir ironi gelip oturuyor gözlerimizin önüne.

Dünyayı ele geçiren Kapitalizmin ya da bu tanımlanın yarattığı itici algıya karşı geliştirilen yeni tanımlama ile küresel ekonominin baş aktörlerinin yaşadığımız dünyada daha çok kar etmek için nasıl bir sistem geliştirdiklerini anlatıyor Aptallık Çağı.

Aptallık kısmı insanlığın geldiği bilinç düzeyi ile bunun yapılabiliyor olmasına bir gönderme. Sadece aptallar aç gözlülükleri ile yaşadıkları dünyayı yok etmeye kalkabilir çünkü.

İliğine kadar sömürülmüş ve geri bıraktırılmış toplumların soysuz yöneticiler eliyle, kendi halklarına reva gördükleri zulüm ise içler acısı.

AKP iktidarına sunulan uluslararası desteğe ve imkâna Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir hükümet sahip olmadı. Konjonktür olarak dört ayaküstüne düşmüş bir hükümet vardı iktidarda. İktidarın önüne engel olabilecek tüm sorunlar Cumhuriyet tarihinin en organize işi ile ortadan kaldırıldı. Demokrasi şenliği hep bir başka acı yaratılarak kutlanır ya bizde. “Demokrasi karşıtları” tasfiye edilmiş, Cumhuriyet, sırtındaki yük ve kamburdan kurtulmuş ve sırtına yeni binecekler için yer açılmıştı.

İktidarın önüne serilen tüm bu imkân ve olanak nasıl hoyratça yok edildi sorusuna birçok cevabımız var elbette ama en önemlisi aptallık çağındayız ve bununla da bir bağı var. Aç gözlülük ve daha fazla kazanma hırsı bu. Tüm ideallerin satılabilir bir mal olduğuna inanmış bir ruh hali bu. Her koyunun kendi bacağından asıldığına inanan bir ahlaksal çöküntünün yansıması.  Gücü kendine yontan ve onu toplumla paylaşmayan bir aç gözlülük. Bir avuç seçkin olmak için kurban edilen bir ülke. Halkların geleceğinin ipotek altına alınarak üstünde tepinmeyi kendisine hak görenlerin küstah siyasetlerinin üçüncü dünya düşüklüğü hepsi.

Halkı kandırınca tüm dünyayı da kandırabileceğini ve kendisinden başka bir alternatifin olmadığı için mecbur olduklarını düşünen bir aptallık. Nasıl bir okuma yapıyorlar? Nasıl bir siyasi gelecek yorumlaması yapıyorlar? Gelinen nokta gösteriyor ki bu aptallık hastalığı bir okuma yapabilecek vizyona, bilince sahip değil. Demokrasi ve büyük ekonomik refah diyerek yola çıkanların bir süre sonra hızla içe kapanarak ilelebet hüküm sürebilecekleri bir çark kurmaya yönelmelerine başka ne diyebiliriz?

Kaybetme korkusu ile gücü tek elde toplamaya kalkan bir garabet dolanıyor tepemizde.

Bir ülke tamamen beton yığıntılarına boğuldu ve o betonları büyük değişim reklamlarıyla sevdirdiler. Beton seven, onu elde etmeye çalışan ve üst üste istiflenerek sınıf atladığını sanan bir sonradan görmelik ülkenin kucağına oturdu. “Bu milletin var ya… ”diyen görgüsüz ve ahlaksız müteahhitlerin AR-sızlığı girdi devleti yönetenlerin içine. Bir gün tüm o binalar birer virane ve hayalet evler haline gelecek. “Ekoloji ne la” diyenlerin baki kalan eşekliklerini tüm topluma itaate zorlayanlar lanetle anılacak tıpkı kendisinden öncekiler gibi.

Kocaman evlerde o evlerin tüm boşluklarına tıkıştırdıkları milyon dolarlarla yaşıyorlar. Nerede boşluk var sıkıştırıyorlar anlaşılan. Garip bir zengin köylülük hali. Evlerini para kasası olarak kullananlar hayatı nasıl algılıyordur diye düşünmeden edemiyor insan. Yataklarının altında bir cesetle yaşamak gibi.

Değer mi böyle yaşamaya?

Aristokrasinin düzenlediği partilerde sabaha kadar yiyip içebilmek için dolan midelerini parmağını boğazına sokup kusan ve böylece boşalan midesinde yeniden yer açanlar gibi onlar da evlerinde boşluklar açıyorlar milyon dolarlar için.

Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yemek bu işte.

Aptallık çağı işte…

 

Tasavvuf ve Transpersonel Psikoloji

İnsan gönlüyle bağlantı kuramadığında akla sığınır. Akıl ise bir süre sonra aşırı yüklenir ve sorunlar çıkarmaya başlar.İnsanın sadece akıl yapısını ele alan psikoloji bilimi, ruhsal yapısını da anlama ihtiyacına düştüğü için  A. Maslow ve William James gibi psikologların öncülüğünde Transpersonel psikolojinin kurulmasını sağladı. Kısaca transpersonel psikoloji, insan zihninin aşkın ve ruhsal yönleri üzerine araştırma yapar.Transpersonal psikolojinin temellerini Karen Horney ile birlikte atan A. Maslow, psikolojinin manevi yanına yönelişini şu sözlerle ifade etmişti;‘…Freud sanki psikoloji ilminin hastalıklı ...

27 Şubat 2014 Perşembe

Frued ve Mevlana’nın Kadın Hakkındaki Görüşü

Frued’un Teorisi: Kadınlarda Doğuştan Gelen YetersizlikFrued’un öne sürdüğü doğuştan yetersizsizlik (penis kıskançlığı) kavramına inanmış veya farkında bile olmadan inandırılmış bir kadın, bilmeden bir ömür boyu bu yetersizliği aşmaya çabalayacaktır.İki farklı çabalama türü  ile karşılaşırız. Bu çabalamanın ilkinde kadında erkeksileşme görülür. Erkek gibi davranınır ve farkında bile olmadan erkeklerle yeterlilik konusunda bir yarış haline girer. Böyle bir kadın ilişki hayatında maalesef çok kötü deneyimler yaşayacak ve bir süre sonra yalnızlığa mahkum olacaktır.İkinci çabalama da ise kadın dişiliğini kullanıp öne ...

Dr. Mustafa PEKÖZ KÜRESEL GÜÇLERİN ERDOĞAN’I ETKİSİZLEŞTİRME OPERASYONU

Küresel sermaye uzun yıllardır destekleyip güç haline getirdiği Erdoğan’dan aşamalı olarak kurtulmanın yollarını arıyor. Bunu yaparken bir Ukrayna’dakine benzer politik kaos yaratarak değil, AKP iktidarını yıpratarak zamana yayacak bir tarzda etkisizleştirme kararı aldıkları anlaşılıyor. Türkiye’nin jeo-grafik yapısı nedeniyle içte büyük çaptaki politik bir krizi kaldıramaz. Türkiye’de derinleşecek politik bir çatışma bölgesel etkisi çok daha sert ve karmaşık olacaktır. Böylesi bir süreci kimsenin kontrol etme şansı olmayacağı biliniyor. Bu bakımdan AKP’yi yıpratarak etkisizleştirme politikası çok daha makul görünüyor.

30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler AKP’ye yönelik tasfiye veya etkisizleştirme planın ilk halkasıdır.  Yerel seçimlerde AKP’nin oy oranında belirgin bir düşüşün sağlanması, öncelikle olarak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemeye yönelik önemli bir hamle olacaktır. Başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin bakanlarına, Büyük Şehir Belediye Başkanlarına ve önemli kadrolarına yönelik rüşvet, yolsuzluk ve özel yaşama dair bir kısım bilgiler kamuoyuna deşifre edilmeye devam edecektir. Kimin cumhurbaşkanı olacağı da önemli bir soru olarak varlığını koruyor.  Şansı zayıflayan Erdoğan,  Cemaat’in ve uluslar arası sermayenin desteğini alma olasılığı olan Gül’ü adaylığını yeniden destekleyebilir. Gül, Erdoğan ile çatışmamaya özen gösterirken, aynı zamanda belli bir mesafede durmaya çalışıyor. Ancak küresel sermaye bakımından 2015 yılındaki seçimler,  dengelerin bütünlüklü olarak değiştirme süreci olacaktır.  Tasfiye planı,  bu çerçevede iki yıla göre hazırlandı.

Uluslar arası sermayenin güç merkezleri, AKP’ye yönelik meydana gelen politika değişikliğini artık çok yüksek bir sesle dillendiriyor. AKP ve Erdoğan’ın 17 Aralık 2013’te başlatılan ‘Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’na yönelik karşı atağa geçerek,  devletin mevcut yapısından çok kapsamlı değişikliklere yönelmesi ve daha çok kendi güvenliğini sağlayan adımları atması, uluslar arası ilişkilerde ciddi bir tartışmaya ve eleştiriye yol açtı.  Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, İnternet, MİT ve HSYK yasalarında yaptığı değişiklikler, önümüzdeki sürece ilişkin çok yönlü sorunları gündeme getirmesi bir yana, küresel güçlerin AKP ve Erdoğan algısını olumsuz yönde değiştirdi.

Küresel Medyanın Erdoğan ve AKP Algısı Değişti

Farklı küresel medya grupları, özellikle ‘Gezi’ derinişinden sonra yapmış oldukları analizlerde Türkiye’nin iç politikasındaki güç ilişkilerinin hızla değiştirildiğine, ekonomik dengelerin çok daha kırılgan bir duruma geldiğine ve AKP hükümetinin radikal İslamcı gruplara çok aktif destek verdiğine dikkat çektiler. Böylelikle küresel sermayenin bölgesel ilişiklerde Türkiye’ye biçilen rolde önemli bir zafiyetin olduğunu sık sık vurguladılar.

İngiltere’de yayımlanan Guardian, “Türkiye’nin derinliklerinden yükselen savaşın sadece Erdoğan’ın iktidarını değil modern bir toplum olarak Türkiye’nin zorlukla kazandığı itibarını da tehdit ettiğini”  vurguladı. “Görece ılımlı İslami görüşlere sahip olan Hizmet tarikatlarınkine benzer bazı özellikler taşıyor. AKP ise Gezi protestolarındaki tavrının koyduğu gibi söylediğinden daha az demokratik, daha sinsi…”  Böylelikle küresel güçlerin, Türkiye’ye üzerinde deneyip bütün Ortadoğu’da yaşama geçirmek istedikleri ‘Ilımlı İslam’ politikasının işlevini doldurduğunu ve başarısızlıkla sonuçlandığını vurguluyorlardı.

Telegraph gazetesinden Richard Spencer, “Yolsuzluk iddiaları hükümetin, emniyet ve yargının işlerini büyük ölçüde askıya aldı. Yargı ve emniyet Erdoğan’ın eski İslamcı müttefiki Fethullah Gülen’in kalesi halinde. Erdoğan çok sayıda polisi görevden aldı. Yolsuzluk soruşturmasını engellemek için bunu yaptığı iddia ediliyor. Üç bakan istifa ettikten sonra da kabineyi büyük ölçüde değiştirip kendine yakın kişileri hükümete dahil etti… Barış görüşmelerine yaklaşıldığı bir dönemde komşu Suriye’deki muhaliflerin önemli bir müttefiki olan Türkiye’de görülen bu çatlağın ciddi uluslararası etkileri olabilir. Bunun sonucunda Türkiye’nin kuşkulu ilişkileri olan İran da olaylardan ikincil olarak etkilenebilir.”

Times gazetesi, “Türk ordusunun, Başbakan Erdoğan’ın içinde bulunduğu kargaşayı fırsat bilip yüzlerce ordu mensubunun hapse atılmasıyla sonlanan tartışmalı davaların yeniden açılmasını istediğini” belirtti. Times, ” Erdoğan ve Gülen hareketinin mantık evliliği sırasında AKP hükümeti davaları oldukça desteklemişti. Aralarında Erdoğan’ın da bulunduğu yetkililer davaları savunmuş ve belgelerin sahte olduğunu yönünde şikâyet eden muhaliflere kulak tıkamıştı. Ama Erdoğan şimdi kendini yargıyla ihtilafa düşmüş halde bulurken ‘derin devlet’ davalarının yeniden gözden geçirilmesini memnuniyetle karşılayabilir.”

Times gazetesi bir başka sayısında: “Fethullah Gülen hareketinin Başbakan Erdoğan üzerindeki etkisini sorgulamak bir tabu haline geldi. Okullara, üniversitelere, devlet kurumlarına, bürokrasiye, polise, yargıya sızan Gülen hareketi, derin devletin İslamî modeli oldu… Erdoğan’ın gündemi, yaptığı hesaplar giderek şüpheli bir hale dönüşüyor ve korku en güçlü silahı. Türkiye için tehlike artık bir askerî darbe değil. Asıl tehlike, Erdoğan’ın her türlü muhalefete ve çoğulculuğa karşı olan paranoyak hoşgörüsüzlüğü.

Economist, “Kimileri de bu davada, Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde yaşayan Fethullah Gülen ve ona bağlı hareketin parmağı olduğunu düşünüyor… Gülen hareketinin polis güçlerine ve yargı kadrolarına o kadar büyük sayılarla sızdığı söyleniyor ki, bunu kendisine bir tehdit olarak gören Erdoğan, bu kadroları temizlemek istiyor” değerlendirmesini yapıyor.  Dergi,  Gezi Parkı eylemleri gerekçesiyle Erdoğan’ın İstanbul merkezli tekelci sermayeye yönelik baskılarını da gündeme getirerek şunları belirtmiş: “Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Koç Holding, İstanbul’daki otellerinin kapılarını polis vahşetinden kaçan protestoculara açtığı için hedef alınırken Erdoğan, Divan Oteli’nin suçlulara yardım ve yataklık ettiğini söyledi. 24 Temmuz’da polis destekli vergi müfettişleri, aralarında Tüpraş’ın da bulunduğu, Koç Holding’e ait şirketlerin merkezlerine baskınlar düzenledi. Baskın haberinin ardından, Koç’un İstanbul Borsası’ndaki hisselerinin fiyatları dibe vurdu. Şirketin bir gündeki kaybının 1,8 milyar lira olduğu söyleniyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu teftişlerin rutin çalışmalar olduğunu söyledi. Ancak İstanbul merkezli bir büyük işadamı, “Bunlar, baskı ve korku salma taktikleri. Rutin olan asıl bu” diyor”.

Alman Focus Dergisi,  “Türkiye uzun zamandır gelişmekte olan ülkelerin yıldızıydı. Büyüme hızı yüksekti. Ama şimdi ortaya çıktı ki başarı sadece bir sabun köpüğü imiş. Balon patlama tehlikesiyle karşı karşıya… Türkiye’nin siyasi istikrarsızlık nedeniyle 2014’te acı biçimde sonlanabilir, zira ekonominin kum üstüne inşaa edilmiş olduğu ortaya çıktı.”  “Türkiye’nin ekonomik büyümesinin yüzde 70’i iç piyasa tüketimine dayanıyor. Türkiye aynı zamanda kalıcı yüksek cari işlemler açığı ile karşı karşıya ve bunu karşılamak için yurt dışından gelen sıcak paraya bağımlı. Para akışı kesilirse, tüketim de bitiyor. Yatırımcılar Türkiye’den paralarını çekmeye başladılar. İstanbul borsası yüzde 30 gerilerken on yıllık devlet tahvilleri faizi yüzde 10’un üstüne fırladı. Türk lirası Mayıs 2013’ten bu yana euro karşısında tam yüzde 20 değer kaybetti.”

Özetle,

Finansal Times: Başbakan’ın yenilmez görünümü gitti

Times: Türk ordusu kargaşayı fırsat bildi

Ekonomist; Erdoğan Padişahlığa soyundu

Focus:  Türk ekonomisinin sabun köpüğü olduğu ortaya çıktı

ABD’nin ve AB’nin Erdoğan ve AKP Politikası Önemli Oranda Değişti

Küresel güç ilişkilerinin iki merkezi Washington’un ve Brüksel’in, Erdoğan merkezli AKP’nin politikalarına yönelik önemli eleştirileri eş zamanlı olarak gündeme getirmiş olmaları da bir tesadüf değildir.

ABD siyasetinde ve kamuoyunda etkili olan 80 kişilik bir grubun Obama’ya yazdıkları mektup, ABD’nin AKP ve Erdoğan politikasındaki değişiklik hakkında bize bir fikir veriyor: “Sayın Başkan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, onlarca yıldır süren stratejik Türk-Amerikan ortaklığının temel direğini giderek daha çok baltalıyor… Türkiye uzun süreli ABD müttefiki ve Ortadoğu’da ABD’nin sadece iki demokratik, istikrarlı ortaklarından biridir. Ama o da uzun süre kalıcı olmayabilir. Başbakan Erdoğan’ın iktidarına karşı gelişmelere karşı Erdoğan’ın yanıt veriş biçimi, Türkiye’nin kusurlu demokrasisini bir otokrasiye döndürmekle tehdit etmektedir. O ve partisindeki birçokları konumlarını istismar ederek ve hukukun üstünlüğünü riske atarak, soruşturmaları kapatmakta, yüzlerce savcı ve binlerce polis memurlarını görevden almakta veya yerlerini değiştirmekte, medyanın ağzını bağlamakta, eleştirenleri şeytanlaştırmakta ve ABD Büyükelçisi de dahil olmak üzere hayali yabancı suçlular bulmaktadır…” Ayrıca “Başbakan Erdoğan’ın ABD-Türkiye ilişkilerini tehlikeye attığını açıkça söylemenin şimdi önemli olduğuna inanıyoruz” biçimindeki açıklama ABD’nin Türkiye’ye yönelik izlediği politikalarda değişikliğe gitmesi ve Obama’nın Erdoğan’dan desteğini çekerek çok açık bir şekilde uyarılması isteniyor.

ABD basınındaki yorumlara bakıldığında, Erdoğan’ın Obama tarafından çok açık uyarıldığı belirtiliyor. AKP liderinin bunları ne kadar hesaba katar bilinmez ancak ABD’nin bölgesel politikasındaki değişiklikler dikkate alındığında, Erdoğan’ın içinde yer almadığı yeni politik bir oluşuma yöneldiğine dair önemli veriler olduğu anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye davet edilmiş olması, Washington’da Ortadoğu dönemsel politikalarına uygun yeni bir lider arayışına yönelmesidir. Ayrıca 80 kişi adına yayınlanan mektubun, hem Türkiye’deki muhalefetin, hem de Gülen Cemaati’nin genel eğilimini yansıtması bakımından da dikkat çekicidir. Bunun bir tesadüf olmayın Türkiye’nin iç politik dengelerin yeniden dizayn edilmesiyle doğrudan ilişki olduğu açıktır.

Aynı şekilde AB’nin Türkiye politikasında belirgin bir değişikliğin gündeme geldiğini artık kimse gizlemiyor. 17 Aralık 2013’te başlatılan ‘Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonundan sonra Erdoğan’ın Brüksel’e yapmış olduğu ziyarette, çok açık bir şekilde uyarılmış ve özellikle HSYK gibi önemli kanunlarda yapılması düşünülen değişikliklerin önemine dikkat çekilmişti. Erdoğan, Brüksel’de AB yetkililerine güvence verirken,  AKP bu kez İnternet ve MİT Yasası ile tersi bir yönelime girdi. Bu yönelim Brüksel’in Türkiye algısında önemli bir değişikliğe yol açtı denebilir. 5 Mart 2014 tarihinde kamuoyuna sunulacak olan, ‘Türkiye İlerleme Raporu’nda ‘Ankara’nın Birliğe katılmaya ‘hazır olmadığı’ ve sürecin ‘gözden geçirmesi’ için öneriler yapacağı belirtiliyor.  Parlamento ve Komisyon’un “Türkiye için tam üyelik dışında bir alternatifin en azından orta vadede daha uygun olup olmadığını” değerlendirmesi isteniyor. Avrupa Parlamentosu milletvekili Andrew Duff da “Bence Türkiye Kopenhag kriterlerini bizim bir sonuca varmamızı sağlayacak kadar bir süre ve derecede ihlal etti”

Küresel sermayenin Erdoğan’ı tasfiye etmesinde karar kılmasının birçok nedeni bulunmakla öncelikli olarak birkaç nokta daha çok ön plana çıktı. Birincisi, Erdoğan ve ekibinin, küresel güçlerin bölgesel politikalarına uyum sağlayamaması ve özellikle Suriye konusunda radikal İslamcı hareketi aktif olarak desteklemiş olmasıdır. İkincisi, ABD bakımından stratejik olan İsrail, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır gibi ülkelere yönelik izlediği politikalardır. Üçüncüsü, ‘Ilımlı İslam’ projesi ile Ortadoğu’nun İslam ülkelerine örnek olması istenen Erdoğan, tersten daha baskıcı ve etki gücünü pekiştiren ‘tek lider’ durumuna geçerek, Büyük Ortadoğu Projesi’nin dışında bir rol üstlenmeye başlamasıdır. Dördüncüsü, içte küresel sermayenin bel kemiği olan İstanbul merkezli sermaye gruplarıyla girdiği çatışmalar ve ekonomik ilişkilerde dışlamak istemesidir.

AKP’ye Yönelik Operasyon’da Küresel İstihbarat Örgütlerinin Rolü Bulunuyor

 Mart ayında çok daha fazla yoğunlaşacak olan kasetlerin yerel seçimlerdeki etkisi test edildikten sonra, 2015 Genel seçimlerine kadar bu yıpratma hareketi devam edecektir. Bu bakımdan Erdoğan ve AKP yöneticilerine yönelik kamuoyuna sunulan kasetler, ABD, İngiltere ve İsrail gibi küresel istihbarat örgütlerinin bir operasyonudur. Başbakanların, bakanların, generallerin dinlenilmesi ve hatta MİT Müsteşarın da dinlenilmesi, Gülen cemaatinin yapabileceği bir operasyon olmadığını AKP yöneticileri de biliyor. Gülen cemaatine verilen görevi, hazırlanan kasetleri Türkiye kamuoyuna sunmaktır.

Erdoğan, bütün gücüyle Cemaatin devlet içindeki kadrolarını etkisizleştirmeye çalışıyor. Bunun için gerekli yasal değişiklikleri de yapıyor. Hedef tahtasına oturttuğu cemaati tasfiye ederek mevcut politik kaosu aşabileceğini hesaplıyor. Cemaati nispeten etkisizleştirebilir ama ne politik krizi aşabilir ne de kendisine yönelik saldırıyı bertaraf edebilir. Peki, devletin bütün stratejik merkezlerinde örgütlenmiş ABD’ye bağımlı kadroları tasfiye edebilir mi? Edemez ve buna gücü yetmez. İkincisi, AKP içerisinde örgütlenmiş olan ABD ve İsrail merkezli Yahudi lobisini tasfiye edebilir mi? Edemez.  Erdoğan, hangi bakanın, milletvekilinin ABD vatandaşı olduğunu bilmiyor mu? Biliyor ama bunlar üzerinde hiçbir hükmü olmadığının da farkındadır.

AKP-Erdoğan,  içte ve dışta politik dengeleri kendi lehine değiştirmek için yeni hamlelere yönelebilir.

Bir, Erdoğan, 30 Mart 2014 seçim sonuçlarına göre, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle genel seçimleri eş zamanlı yapabilir. Erdoğan, cumhurbaşkanlığını kaybetmiş bir AKP’nin 2015 genel seçimlerini kazanma şansının da olmayacağını hesaplıyor. Bu bakımdan erken genel seçime gitme kararı alması sürpriz olmaz. Bunun için AKP’nin tüzüğünde yer alan ‘en fazla üç dönem milletvekili olma’ şartını kaldıracaktır.

İki, Türkiye’deki çatışmazlık ortamını tersten ani ve daha üst boyutta bir savaşa dönüştürmek için PKK Gerillalarına yönelik saldırılara yönelebilir. Böylelikle ‘barış’ süreci dediği ama pratikte hiçbir önemi olmayan süreci, yine kendi politik çıkarları için fiilin sonlandırabilir. Türk toplumunu yeniden milliyetçi bir çizgide tutarak oy oranını düşürmeyi engellemeye yönelebilir.

Üç,  özellikle ABD ve AB’nden gelen eleştirilerin dozajını düşürmek ve daha pozitif bir hava yaratmak için Kıbrıs’ta önemli tavizler verebilir. Bir bakıma Kıbrıs’ı pazarlayabilir. Türkiye böylesi iç politik bir kriz içindeyken, ABD, AB ve Birleşmiş Milletler tarafından Kıbrıs meselenin aniden gündeme getirilerek iki toplum arasında müzakerelere başlaması, bilinçli politik bir tercihtir.

Dört, İsrail ilişkileri yeniden eski düzeyine getirmek için önemli adımlar atabilir. Mavi Marmara meselesini çözümleyip, İsrail’e çok daha yakın bir politika izlemeye başlayabilir. Böylelikle özellikle ABD eksenli baskıları minimum düzeye çekmeye çalışabilir.

Beş, Suriye’de radikal İslamcılarla olan ilişkilerine önemli bir sınırlama getirebilir ve Rusya-ABD ortak politikasına daha aktif destek verebilir.

Sonuç:

Küresel sermaye, bölge ilişkilerini etkileyebilecek de Türkiye’nin iç politikasında büyük bir kriz oluşturmadan iki yıllık bir süreye yayarak Erdoğan’ı tasfiye etme politikasını yaşama geçirme karar almış bulunuyor. İç politikada sistem partileri arasında bir sabırsızlık olsa da, küresel sermaye sabırlı ve aşamalı bir süreci işletmeye başladı.

Küresel güçlerin planı 2015 Genel Seçimlerine göre olacaktır. İki yıl politika da uzun bir zamandır. Çok şeyler değişebilir. Bugün izlenen politikalar aniden rafa kalkabilir. Yeni politikalar devreye girebilir.  AKP’nin erken genel seçim kararı alarak, bütün planları alt üst etmesi gibi.

 

Gokyuzu9@gmail.com

 

25 Şubat 2014 Salı

Akın Kaya/ ALEVİLER NE YAPMALI!

Gezi olayları Türkiye siyasetinde bir dönüm noktası olduğunu görmezlikten gelmek tarihsel bir yanılgı olacağı gerçeği ile bu direnişin beraberinde gün yüzüne çıkan siyasal oluşum ve bölgesel farklılık azr eden muhalefet reaksiyonlarını da doğru gözlemlemek gerekiyor.

Bizim ele alacağımız zümre ‘Aleviler’ Gezi eylemlerinde canlarını yitirenlerin çoğunluğunun Alevi olması elbette tasadüfi değildir. polis özellikle seçip katletmemiştir ama Türkiye Alevileri sokağa çıkmış,eylemlerde en önünde yer almış ve hali ile en çok onlar can vermiş ve bedel ödemişlerdir. Burda sonuç olarak bu denli muazzam ve hararetli hareketliliğin doğru okunması ve sınıflandırılması gerekliliğidir. İslam halife tarihi ile başlayan en son Suriye krizi ile devam eden bir Alevi katliamları geneleğinden ve son on yıllık iktidarın Anadolu Sünniliğini uluslararası politikalarında uygulama ideolojisi ülke muhalefetinde ve azınlıklarda ciddi rahatsızlıklar meydana getirmiştir. İstanbul Belediye başkanlığı döneminde kepçeler ile Karaca Ahmet Cem evini yıkan tabi yasal belediyecilik kılıfı ile bir şahsiyetin başbakanlığı da bu asimile,devşirme yok etme geneleğinden nasiplenmesi ve uygulamaları gayet anlaşılır bir durumdur.   Gezi olayları Aleviler içerisinde de tıpkı diğer Türkiye muhalefeti gibi kırılmalar ve netleşmelere sebep olmuştur. sokağa çıkan kitlenin büyük bir çoğunluğu malesef rejimin bekasına halel getirdiğini düşünülen mevcut iktidara tepki vermek idi yani Alevilerin hastalığı olan Kemalizm ve sistemin insanı refleksi ile laikliğin yılmaz savunulucuğu görevini icra etmekti! bölgesel farklılık olsa da dediğim gibi temel çıkış noktası budur.

Suriye’de ki gelişmeler ve Türkiye’de ki iç dinamiklerin ve siyasi hareketleri Aleviler de bir özeleştri ve içsel hesaplaşmalara sebep olmuştur. Gezi sürecinde en şiddetli direniş ve sokak çatışmaları şüphesiz Antakya’da meydana geldi bunun başlıca sebebi malesef yukarda belirttiğim Kemalizm hastalığındandı fakat süreç ilerledikçe ve Suriye krizinde devletin tüm kurumlarının da yaklaşımı bölgede Aleviler rejimi sorgular hale getirmiştir.

Selefi çetelerin nihai hedefinin ‘İslam devleti’olduğunu bunun devamında Antakya bölgesinin de bu devlete dahil edileceğini görmek anlamak için çok ta derin bir gözlem yapmaya gerek yoktur. kendi yayınlarında,açıklamalarında ve haritalarında bu hedeflerini açık bir şekilde anlayabiliriz,Suriye rejiminin yıkılması durumunda da Suriye’de kaybedip geri çekilmelerinde de ilk saldıracakları ve işgal edecekleri bölge Antakya sınır hattı olacaktır. Bu kimilerine göre komplo teorisi de olabilir ya da gerçekleşmesi çok zayıf bir ihtimal olduğunu da düşünülebilir ben bu iddiam da adım kadar eminim. Gelelim asıl meseleye,böylesi bir kaos durumunda nasıl bir tavır geliştirecek Aleviler.,bin yıllardır olduğu gibi  katliamları kaderi olduğunu sanıp canını kurtaran evlerini barklarını terk edip göçeceklermi yoksa direneceklermi!

Türk siyaset tarihinde Alevilerin kanını bir kene gibi emen CHP Gezi sürecinde deşifre olmuştur. Her ne kadar genel başkanının bir Alevi olması Aleviler de heyecan yaşatsa da anlaşılmıştır ki CHP bildiğimiz CHP. Statükonun yıllardır Alevilere empoze ettiği ‘laikliğin ve Atütrk ilkelerinin yılmaz savunucusu’ projesinin esasta pasifize ve şeriat ile korkutarak istenilen seviyede tutma amacı olduğu anlaşılmıştır. Tabi rejimin kolluk kurumlarında ki fişlemelerde Aleviliğin bir terör örgütü olarak algılanıp kayda geçtiği gerçeği devlet reaosiyonu olaral böylesi bir tehlikeyi yok etme yada muhtemel tehlikeyi minimize etme maksatlı piskolojik savaşta yürütmektedir. başta Suriye kaosu ve Rojava kaznımından cesaret alarak Alevilerin bütünlüklü olarak muhalif olma itimaline karşı ırksal bir ayrıştırma güçü bölme gibi bir yöntem izlemektedir hissetirmeden ve sinsice,özellikle yukarda bahsettiğim güney bölgesi işgali ihtimali üzerine uyduruk bir isim olan ‘nusayri’ telafuzu sıklaşıp Anadolu’nun diğer Alevileri ile farklılık olduğu kanaati yer edilmeye özellikle medya eliyle çalışılmaktadır. Aynı şekilde benzer algı da Kürt Alevilerin de yaratılmaya KÖH’ün islami ve Aleviliğe uzaklığı safsatası ve propogandası ile ayrıştırma yaratılmaya çalışılmıştır.hatta buna bilinçli yada bilinçsiz olarak İsmail Beşikçi de Sabahat Tuncel açıklamaları ile hizmet etmiştir. Türk Alevileri çantada keklik gören sistem onları Kemalizm ve tek vatan,tek bayrak piskolojisi ile abluka altına almıştır,cem evlerine yapılan devlet bağışları,devlet bakanı eli ile Kerbela ve Necef’e götürülen Alevi dedeler ve bir kaç sistematik devşirme ayarıştırma örnekleri daha verebiliriz.

Tüm bunların sonucunda önümüzde ki yerel seçimler Aleviler için hayati önem arz ettiğini söylebiliriz. ya yıllardır alışılagelmiş baskı,inkar ve katliamları meşrulaştırma adına statükonun devletin Alevisi olunacak ya da kasabın bıçağını yalayan aptal koyun olmadığını,katliamlara ve baskılara artık yeter dediğini uyandığını gösterecektir.

 

 

Akın Kaya

Aslan Bakımı Nasıl Yapılır?

Güney Afrika seyahatimde, Limpopo Preadators Park & Animal Rehabilitation Center’da yavru aslan ve yavru bengal kaplanlarını beslemeyi ve yetiştirmeyi öğrendik.Türkçe’de bu konu ile ilgili bir kaynak olması açısından bu yazı yazmaya karar verdim.Yavruları Diğer Erkeklerin Hışmından KurtarmakDoğada erkek aslanlar, kendinden olmayan yavruları öldürüyorlar. Bu yüzden, hayvan bakımı yapılan yerlerde aslan yavruları hemen annelerinin yanından öldürülmemeleri için alınıyor.Yavru bebek aslanlar biberonla besleniyorlar. Annelerinin yanından alındıktan sonra 4 saatte bir özel hazırlanan aslan sütü ile besleniyorlar. Her 4 ...

24 Şubat 2014 Pazartesi

Akın OLGUN/ Alişim

Böyle sesleniyordu Emel ana oğlunun ardından. Onun ne kadar yardımsever, vicdanlı ve duyarlı olduğunu anlatırken “Alişim” diyordu.

Ali’nin resimlerine bakıyoruz. Emel Ana’nın anlattıklarını dinliyoruz. Alilerin yokluğu içimizi ürpertiyor.

Çocuklarının resmini göğsünde taşıyarak yaşatan annelerin sesini duyuyoruz ve diğer tarafta “Kahraman polisimiz” diyerek öldürenlere destekle gürleyen o korkunç duygusuz sesi. Ne kadar çok acıtırlarsa, ne kadar çok yaralarlarsa, iktidarlarının o kadar devam edeceğinden emin kanatıyorlar.

“Başörtülü bacımıza saldırdılar” diyerek bağırdıklarında, öldürülen gençler için “ohh iyi olmuş” diyerek kenetlenecek binler olacağından emin, dizdiler yalanlarını. Öyle de oldu. Kötülük kollektif-leş-erek çullandı sokaktakilerin üstüne. Pala oldu, sopalı milis oldu, polisin arkasında ki yedek sivil güç oldu ve halk halkın karşısına çıkarılarak tarihin bilindik baskı ve kırdırma politikası devreye sokuldu.

El birliği ile örgütledikleri cinayetlerinin karşısına “başörtülü bacımıza saldırdılar” diyerek dikildiler. Ve şiddetlerinin ucuna geçirdikleri Kuran ayetleriyle sopalarını, palalarını linç için ellerine aldılar.

Şimdi bunun karşılığında iktidarın kendilerini koruması gerektiğini yazan Tejgerelik olmuş “gazeteciler” var ortalıkta. Hep birlikte linç ettikleri, katlettikleri, ölümlerini seyrettikleri gençlerin, devran döndüğünde kendilerini paramparça edeceklerinden dalgalanıyor ve iktidarın kıyısına vuruyorlar.

Emel ana iki elini havaya kaldırmış sesleniyor onlara ve onların destekçilerine “ben bu tertemiz ellerimle büyüttüm oğlumu. Bu elleri o katillere dokunarak kirletir miyim”

En güzel cevabı anneler veriyor. Binlerce kelime yazsanız acının birkaç cümlede özetlediği o bilge sözleri zor kurarsınız.

Şiddetin uygulanmasını başörtülüye ve başörtüsüze göre ayıran kuru kafaların dünyasında “insan” kimdir sorusunu sormanın karşılığı ve etkisi elbette ki yoktur. İktidar eliyle yaratılmış “entelektüel, aydın” kimliği içerik olarak düşünce soysuzudur.

“itaatse itaat, biatsa biat kardeşim” sözleri işte buralardan çıkıyor.

Kabataş kışkırtmasını başörtüsü üzerinden kurarak, kurgulayarak ve bunu psikolojik harp tekniği ile piyasaya sürerek dillendirenlerin rahatlığı da burada. Başörtüsünü siyasi tüketimlerine dönük olarak manipüle etmekten işte bu yüzden hiç çekinmiyorlar.

İktidarın neresinden tutsanız parça parça elinize geliyor. Bal kabağına dönüştüklerini artık gizlemiyorlar. İktidar kavgalarına kimi kurban vermek istiyorlarsa atıyorlar birbirlerinin önüne. Gücü elinde tutanların kendi muhafazakârlıklarına ihaneti böyle oluyormuş. “Asgari ücretle nasıl geçinelim. Açız aç” diyen vatandaşa, yüzünü arı sokmuş gibi konuşan İç işler bakanı Ala “Şimdi çok meşgulüz şeytan taşlıyoruz” diyerek cevap verirken, şeytan taşlama işine girişenlere ekmek var vaadini öne itekliyor. Şeytan’ın şeytanı taşlamasında ki ironi ne kadar da “manidar”

O şeytan halleri Roboski’nin üzerindeydi. Bombaladı. Kürt çocukları paramparça edilerek annelerin eteklerine dolduruldu. O şeytan karanlık bir sokaktan fırlayıp Ali İsmail’i buldu. Linç ederek katletti. O şeytan gaz fişeğini Berkin’in kafasına sıktı, onlarcasının gözünü çıkardı. Hamile kadını tekmeleyerek karnında taşıdığı çocuğunu öldürdü. O şeytan polisin eli, Başbakan’ın dili, ilişik gazetecilerin kalemiydi. O şeytan Gezi’de katlettikleri her gencin ölümümü karartmak için Adli tıp oldu, polis oldu, savcı oldu, hâkim oldu… Söz konusu devletin katlettikleri olunca, bütün şeytanlıklarını kullanıyorlar. Gaz fişeğini adaletin emanetinden alıp yerine av tüfeği fişeği koyacak kadar pişkin şeytanlar hem de. (Bkz Rafa kaldırılmış uçurtma /Gökçer Tahincioğlu /http://gundem.milliyet.com.tr/rafta-kalmis-ucurtma/gundem/ydetay/1837357/default.htm)

Hatta şimdi öyle şeytanlık dönemindekiler ki hepimizi şeytanlıklarına alet etmek için onlara inanmamızı, inanmazsak bunu zorla yapacaklarını söylemekten geri durmuyorlar.

Biz Ali İsmail, Ethem, Medeni, Atakan, Abdullah, Mehmet dedikçe onlar “başörtülü bacıma saldırdılar” diyerek bir kadını ortaya atıyorlar. Hem de psikolojik bir yem olarak.

Biz Roboski ve adalet dedikçe onlar “barış sürecini sabote etmek isteyen dış mihraklar” diyerek saydırıyorlar.

Ekoloji diyoruz onlar bön bön bakıp “kuşlar yolunu değiştirsin”, “ ne var ya keser gider başka yere ağaç dikeriz” diyorlar. Ne ekoloji, ne demokrasi, ne gelecek onların umurunda. Betonlara inanıyorlar. Kat kat beton yığınlarına. Her yer bu beton putlarla dolu. Bir de onları dikerken “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyerek çağ atla-mış müteahhitlerle.

 

 akın olgun/ BirGün

21 Şubat 2014 Cuma

İslam Düşünürleri Darwin’den Önce Evrimden Bahsetmiş miydi?

İslam Düşünürleri Darwin’den Önce Evrimden Bahsetmiş miydi?Evrimleşme, İslam tarihinde Darwin’den bin küsür yıl önce düşünülmüş ve işlenmiş olduğunu çeşitli kaynaklardan görebiliyoruz. Darwin’in evrim teorisi ile İslam düşüncesindeki evrim arasındaki fark, Darwin’in aksine ateist bakış açısıyla değerlendirilmemesidir.Darwin evrimi, doğal seçilim, uyum sağlama ve tesadüfler gibi etmenlere bağlarken, İslam düşüncesindeki evrimciler, tüm bu süreci Allah’ın yarattığını söyler.El-Cahız ve Evrim (M.S. 761-898)İslam düşüncesinde evrimleşme konusunu ciddi bir şekilde ilk işleyen kişilerden biri İslam felsefesi konusunda kitapları olan El-Cahız‘dır. El-Cahız’ın, Kitab el-Hayavan (Hayvanlar Kitabı), ...

20 Şubat 2014 Perşembe

Fas Ziyaretim

Bir çalışma için 5 günlüğüne Fas’a gittim.İlk gün Kazablanka, daha sonraki günler Marakeşteydim.Kazablanka Atlas okyanusu kıyısında çok güzel bir şehir. Dünyanın en büyük camisi olan 2. Hasan camide Kazablanka’da bulunuyor. Aşağıdaki fotoğrafda caminin kapısında durdum, tamamını siz düşünün artık.Marakeş ise Fas kültürünü daha çok yansıtıyor. Marakeş’in büyük bir meydanı var, sanki açık hava gösteri merkezi. Sihirbazlar, yılan oynatıcıları, büyücüler, tiyatrocular, müzisyenler her türlü insanla karşılaşıyorsunuz bu meydanda.Para birimi dirhem.Bir şey alırken mutlaka pazarlık yapmanız gerekiyor. ...

17 Şubat 2014 Pazartesi

Murat Duran/ Kötü ile en kötü arasında bir seçim ummak: Cumartesi Anneleri!

   ”Ben oğlumun katillerinden özür dilemeye hazırım. Yeter ki, kimden özür dileyeceğimi gösterin.”  G.Afrikalı bir Cumartesi Annesi

Cumartesi anneleri, 464.kez Galatasaray meydanı’nda buluştu. En azından yakınlarının kemiklerini örten toprağa sarılmak, göz yaşlarını bilinmeyene, karanlığa değil, avuçlarının arasındaki toprağa dökmek için 464. kez toplandılar ve adalet umdular. “zaman aşımına” uğratmak istemeyip adaletin sağlanması  konusunda umutlarını yitirmediler.

21 mart 1995, Emine Ocak, kızı Aysel’in duyduğum günü için hazırlık yapıyordu. Tam o sırada oğlu Hasan telefon etti.  ‘Yemek yapma anne. Akşam gelirken balık alacağım’ dedi. O akşam ne balıklar geldi, ne de kendisi. O günden sonra akıbeti kayıplara karıştı.

Hasan Ocak 30 yaşında, Dersim’li bir öğretmendi. Gazi olaylarının hemen ertesinde gözaltına alındı. Ocak ailesi, oğullarını bulmak için 55 gün boyunca çalmadık kapı bırakmadı. Devlet 55 gün boyunca “bizde yok” dedi. Ve 55 gün sonra Hasan’ın işkenceden tanınmayacak haldeki bedeni İstanbul Beykoz ormanında bulunup, kimsesizler mezarlığına gömüldü. Annesi haberi alır almaz emniyete gitti. Oğlunun nerde olduğunu, yaşıyor mu yaşamıyor mu diye sorarken kendisini “içerde” buldu. Böylece başladı bir haklı direnişin öyküsü.

Türkiye’nin karanlık, soğuk ve en kirli dönemlerinde, devlet terörünün kılıktan kılığa girdiği suretlerde cinayetlerin işlendiği yıllardı 1995’ler…Oğulların, kızların, kocaların “akşama dönerim” dediği ama bazılarının sözünde durmadığı ve “faili meçhule” kurban gittiği yıllardı. Analar oğullarını ararken emniyete başvurdukları ve kendisinin de yaka paça içeri atıldığı yıllar…

Sonra bakıldı ki yalnız değiller. Aynı acılar ama kucaklarında farklı fotoğraflarla Galatasaray lisesi önünde toplanandı insanlar ve sayı gün geçtikçe artmaya başlandı.

Ne zaman devlet nezdinde bir itiraf olsa, adalet arayışı içinde olan cumartesi anneleri, eğer öldürülmemişlerse çocukları, eğer öldürülmemişlerse kocaları ve onların yanında adalet uman diğer insanlar adalet binası önünde toplanıyorlardı. Çoğunlukta adalet vurgusu olan pankartları ile yüzlerce insan bu meydanda toplanıyordu. Muhtemelen ölmüş olan yakınları ile çoğu vedalaşmadan ayrılmıştı. Ya ekmek almaya çıkmıştı biri ya da basit bir işlem olduğu söylenen bir sorgulama için emniyete uğramaları gerektiği söylenmişti. Bir vedası bile çok görülen yakınlarına en azından kemiklerine ulaşabileceği umudu ile gizliden gizliye bir sevinç kaplamıştı yürekleri. Utanılan bu sevinç duygusuna kapılan ve bu garip duyguyu hücrelerinde hissettiği için suçluluk hissi ile göz yaşlarına boğulan beyaz eşarplı bu kadınların ritmi tutturmaya çalışan sloganlarını nezdinde katil olduklarını inandıkları sorumluların yüzlerine fırlatıyorlardı. Ortalığın gerçek anlamda ana baba günü olduğu bu zamanlarda devlet ana ve devlet baba neredeydiler?

Tarihin tozlu raflarında biriken, özür dilemeyi çok gören devlet kibri, bu tarihsel süreç içinde birikmiş faili belli katillerin ifşa edilmesi orda kalsın, bugun onlarca insan önünde ve kamera kayıtlarına takılmış polis şiddeti ve işkencesi karşısında tavrı 95’lerden farksız mıdır? Hakkari’de 16 yaşındaki Seyfullah Turan bir polis tarafından kafasına vurulan dipçik darbeleri sonucu 4 gün yoğun bakımda kaldı. Hayati tehlikesine rağmen geçenlerde o polis “müdafaa” denilerek sadece 6 ay ceza veren devlet, 20 yıl önce işlenen cinayetlerin hesabını nasıl verecek?

Sadece kürt oldukları için bütün bunların başlarına geldiğini haykıran annelerin haykırışlarında otoriter rejim tarafından, seçim zamanları dışında bir türlü kabullenilmeyen ontolojik bir sitem var. Bunun bir tercih meselesi olmadığını dile getiren anneler ne olursa olsun bunca kayıplarımıza rağmen  var oldukları etnik köken için gurur duyduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Var olmanın fizyolojik özelikleri kimsenin umrunda değil. Yakınlarının kemiklerinin verilmesinden dolayı mutlu olacağını söyleyen bir annenin bu istenci karşısında vicdanlar  kişisel menfaatlerin hizmetinde.

Sözde devletin, halkın menfaatleri için var olduğu daha mutlu olmalarını sağlamak için uğraş verdiği ama özde de kendi eliyle işlenen cinayetlerin hesabını soramadığı, mazlumların ahına seyirci kaldığı böyle bir durumda cumartesi anneleri de farkında. Keşke en başa dönmek mümkün olsaydı. Keşke evlatlar, eşler gittikleri pazardan evlerine dönebilseydiler. Ama bu mümkünsüzlük onlardan samimiyetle özür dilemek ve yakınlarının mezarlarının tespiti için çok mu imkansız? Vicdanlarınızı emanet ettiğiniz menfaatlerinize sorun bakalım…

MURAT DURAN

 

13 Şubat 2014 Perşembe

Nizam Sucu/ Günümüzün Tiranları ve bir Anadolu Halk İsyancısı

Şu Anadolunun kaderimidir bilinmez, yine sular durulmuyor. Tarihin şimdiki evresinde yine iktidara yapışmış tek adam ve parelelindeki (çünkü yanına kimseyi tam yanaştırmıyor ve harcamaya hazır) sadık yandaşları her türlü inkarcılığı, dezenfermasyonu, manipülasyonu pervasızca yaparak ama tehdit ama ‘onlardan sonra felaket olacak’ tellallığıyla seçimler öncesi ağır ağır azalsada belli bir kitlenin desteğini tutmayı beceriyor. Bunda dini sömürüyü iyi becermenin yanında her türlü muhalefetin önünü kesmeyi pişkinlikle başarmasının büyük rolü var.

 

Her şeyi o biliyor, Hasan Sabbah’tan, Hazreti Ali ‘ye kadar her konuda atıp tutuyor.

Bırakın genel politik meselelerle uğraşmasını, mikro politikacılıkla TV kanal sorumlularına aba altından sopa gösterip, muhalif liderle ilgili haber geçen alt yazılara bile müdahele edip durdurabiliyor.

 

Mağduru oynayıp herkesi mağdur ediyor en son örneği Internet sansürü ve arkası gelecek gibi onun için son durak faşizm hemde dine dayalı olacağı için uzun nefesli bir faşizm hedefliyor.

 

Ama Anadolu, hem de Halife olmayı arkasına almış nice sultanlara karşı savaş veren, Tek Adam gibilerin hiç hoşlanmayacağı nice kahramanlar, düşünürler, ozanlar yetiştirdi.

Bu kahramanların örgütlediği yığınların ayaklanması o zalim liderleri tir tir titretirken can havli ve iktidar hırsıyla her türlü entrikaya ve kulp takıp itibar zedelemeyi haince yerine getirdiler.

 

Bu gün de olup biten pek farklı değil. Yine yolsuzluk, yine talan ve üstlerini örtmek için karalama ve yalan. Bizde yine isyancı yönü törpülenmeye çalışılan bir halk liderini kendi algıladığımız, anladığımız kadarıyla hatırlatalım dedik, Pir Sultan Abdal’ı anlatmaya çalıştık. Genç nesillere bilgi olsun, ışığı her daim yolumuzu aydınlatsın….

 

Bizim Pir Sultan Abdalımız…

 

Büyük isyancı, Kızılbaş ozanı Pir Sultan Abdal hakkında çok şeyler yazıldı, yaşadığı yıllarla ve idamıyla ilgili çelişkili görüşler ileri sürüldü, herkes kendine göre ya sahip çıkmaya çalıştı, ya da utanmadan karalamaya uğraştı… Biz, bu koca deryayı, yüzyıllardır insanca ve özgürce yaşam için yolumuzu aydınlatmaya devam eden o sönmez meşaleyi

kendi anladığımıza göre anlatmaya çalışacağız.

 

Bizim Pir Sultan Abdal’ımızın sazıyla ve şiirleriyle bir çok konuda söz etmiştir. Dağla taşla dertleşir, baharı çiçekleri selamlar, en yüce konulardan, en basitine kadar iner güzelim nefeslerini, deyişlerini, güzellemelerini her insanın beğenisine sunar.

Sazıylada konuşur;

 

Gel benim sarı tanburam

Sen ne için inilersin

İçim oyuk derdim büyük

Anın için inilerim

 

Pir Sultan Abdal Alevidir, Ali, Ehlibeyt sevdalısıdır, aşk deryasına boylayıp ummana dalmıştır, bu sevda onu aşk harmanında savurmuş eleyip yoğurmuş ve kazanda pişirmiştir. Bu olgunlukla eksiğini, noksanını da döker meydana, özünü dara çeker..

 

Pir Sultanım yeryüzünde

Hiç hata yoktur sözümde

Eksiklik kendi özümde

Dar’ına durmaya geldim

 

Bizim Pir Sultan Abdal’ımızın bir önemli yönü de  insan-Tanrı birliği (vahdet-i vücud) ve insan- doğa- Tanrı birliği (vahdet-i mevcud) inanç  anlayışıyla yazıp, söylemesiydi. Çünkü bu çeşit Tanrı anlayışı olmasaydı, ne hümanizm-insan severlik, ne de doğa-çevre sevgisi oluşurdu..

Bakın bizim Pir Sultan Abdalımız ne güzel söylemiş..

 

Sen Hakkı yabanda arama sakın

Kalbini pak eyle Hak sana yakın

Ademe (insana) hor bakma sözünü sakın

Cümlesin ademde buldum erenler

 

Bizim Pir Sultanımız 1480-1550 yılları arasında 2. Bayezit (Bu sözcük Arapça ‘Yezit’in babası’ anlamına gelen’ Abu Yezid’den bozularak Türkçeleşmiştir)Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman dönemlerindeki sömürü ve baskıya karşı köylü isyanları ve Kızılbaş-Alevi kıyımları içinde yaşamıştır. Şah Kulu isyanından başlayarak Kalender Şah dahil tüm isyanlara tanık olmuş, en etkili biçimlerde isyancı saflarda yerini almıştır. Kanuni’nin İran seferi sırasında uyguladığı Köylü-Alevi kıyımı sırasında eski talibi Hızır paşa tarfından idam edilmiştir.

 

Yürü bire Hızır Paşa

Senin de çarkın kırılır

Güvendiğin padişahın

Gün olur bir gün devrilir

 

Asıl adının Haydar ya da Koca Haydar olduğu kabul edilir. ‘Pir Sultan Abdal onun ozan adıdır; başlı bulunduğu Ulu Pir, Sultan Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın yol abdalı olarak bu adı kullanmış olduğu sanılıyor. Hacı Bektaş evlatlarından Dergah’ın postnişini Pir Balım Sultan’a ikrar verip nasip aldıktan sonra nefeslerini-deyişlerini Pir Sultan Abdal ozan adıyla yazmaya başlamış olmalıdır. Onu Hacı Bektaş Veli Dergahı’na bağlılığını şiirlerinde açıkça görürüz;

 

Arzuladım Sana Geldim                      Pir Sultan’ım gerçek veli

Hünkar Hacı Bektaş Veli                    Erenlerden çekmem eli

Eşiğine yüzler sürdüm                        On’ki imamın serveri

Hünkar hacı Bektaş Veli                     Hünkar Hacı Bektaş Veli

 

Bizim Pir Sultan Abdalımız gençlik yıllarında, Osmanlı zulmüne kıyımına ve sömürüsüne karşı, Urum diyarında, yani Anadolu’da yükselen Kızılbaş ihtilalinin yetiştirip 1502’de tahta oturttuğu Şah İsmail’i kurtarıcı olarak görüp, halk yığınlarını ‘Gelin canlar bir olalım/Münkire kılıç çalalım’ diyerek onun peşinde yürüyüş eylemeye çağırır. (Kızılbaş İhtilali ve Şah İsmail, Çaldıran savaşı için bkz. İsmail Kaygusuz, Görmediğim Tanrı’ya Tapmam kitabının ilgili bölümleri  ve www.ismailkaygusuz.com ) 1514 Çaldıran yenilgisinden sonra yapılan Kızılbaş kırımından, Arapkir ile Sivas-Divriği sınırındaki Sarı Çiçek yaylasında gizlenerek kurtulmuş; bir onyıl kadar burada yaşamıştır.

.

Pir Sultan Abdalımız, Cihan Devleti Osmanlıyı tir tir titreten Sah Kulu (1509-1511), Nur Ali Halife (1512-1514), Bozoklu Celal (1517), Şah Veli (1519), Baba Zünnun ve Dede Süklün (1525-1527) ayaklanmalarına tanıklık yapıp, yerini almıştır, ama Hacı Bektaş Veli torunlarından Kalender Şah (Çelebi, Abdal veya Civan adlarıylada bilinir) isyanındaki (1527-1528) rolü daha da ileridir.  Artık gitmek istediği ve halkı peşinden çağırdığı Şahhacı Bektaş evlatlarından  Kalender Şah’tır.  Her dinden ve inançtan Osmanlıdan zulüm gören herkesi, sazıyla sözüyle  “Sancağımız Kazaova’ya dikilsin” diye  haykırarak cesaretlendirir, ayaklanmaya çağırır. Gerçekten  Tokat yöresindeki Kazova’da  çok kanlı savaşlar olur ve Osmanlı ordusunu darmadağın eder Kalender Çalebi güçleri. Kazova’ya birlik sancağını dikerler..

Kalender Çelebi’nin gerek Yıldız yaylasındaki Şah İsmail’le görüşmesinde ve gerekse  Çaldıran yenilgisinden sonra Şah’ı görmek için gizlice gittiği heyetin içinde de Pir Sultan Abdal yer alır.  Bu görüşmeyi Kalender’e büyük övgüler düzdüğü bir şiirinde anlatır:

 

Geç imdi şöhret-i alem göründü

Hisaba Cümle ihsandır Kalender

……

Velayet Ka’besin açtı Hatayi

Gulam-ı Şah-ı Merdandır Kalender

 

Kalender Şah Osmanlıya karşı zaferlerle yürürken, o tükenmez Osmanlı entrikaları ve zorluklar etkisiyle bazı gruplar eve dönmeye yeltenince, bizim Pir Sultanımız alır sazı eline ve şöyle seslenir.

 

Kadılar Müftüler fetva yazarsa

İşte kement, işte boynum asarsa

İşte hançer, işte kellem keserse

Dönen dönsün, ben dönmezem pirimden

 

Ayaklanma durdurulmaz hale gelince Sadrazam İbrahim Paşa (Pargalı) isyancılarla birlikte hareket eden Dulkadirli beyleri, ‘dirlikleri geri verilecek’ diye kandırıp ayaklanmayı bölmeyi başarır. Osmanlı savaşta yenemediği Kalender Şah’ı bitmeyen entrikalarla güçten düşürüp yener. Yine Kızıl Irmak, kan kırmızı akar. Pir Sultan Abdal, Kalender Çelebi yenilince daha uzaklara gider, ikinci kez yıllar boyu Rumelinde gizlenmeyi başarır. Bir bilgiye göre Bedreddini’ler arasında, Trakyada, Serezli Pir Sultan adıyla ki uzun yıllar haklı mücadelesine devam eder. Ve şöyle anlatır oraları ve memleket özlemini:

 

Akdenizi seyreyledik yalıda                Hünkar Hacı Bektaş Velinin Tahtı

Böyle aldık nasihati uludan                 Komazdı Yezitten alırdı ahı

Tanrıdağı Kurbu Kızıl deliden            Her gece seyrimde seherin vakti

Görünür İmam evleri görünür             Görünür İmam evleri görünür

 

Ve birgün, Kul Himmet ve Muhasibi Ali Baba’nın ısrarlı daveti üzre bizim Pir Sultan Abdalımız ikna olur ve Sivas ellerine geri döner.

 

Himmet eylen şu dağları aşalım

Pir aşkına kaynaşalım coşalım

Gelin birer birer hellaleşelim

Dostlar bizi sefa ile gönderin

 

Bizim Abdalımız, asıl adıyla Koca Haydar, Sivas’a döndüğünde, her savaş öncesi ve sonrası gelenekselleşen Alevi kırımından bu defa kurtulamadı. İdam edildi, hemde bir dönek Hızır Paşa eliyle, hemde Sivasta (1548-1550?) . Ama o bunu da biliyordu ki şöyle seslenmişti..

 

Pir Sultan Abdalım Hakka Yakındır

Edebi erkanı hemen takın dur

Ölüm uzak derler heman yakındır

Dostlar bizi sefa ile gönderin

 

Ve bu gün, bizim Pir Sultan Abdallarımız yine doğdular, yine meydanlardalar. AKP kimliğindeki egemenlerin bir yandan devrimcilere, demokratlara, işçilere kıyan, bir yandan da o tükenmeyen Osmanlı entrikacılığını kullanıp, hırsızlıklarını örtmeye, emekçi halkı bölmeye çalışan bu yeni zalimlere karşı, sazıyla, sözüyle ve yumruklarıyla savaşıyorlar. Pir Sultan Abdallar onuruyla savaşmaya devam da edecekler, taa ki insana ve doğaya saygılı, her türlü ayrımcılığı dışlayan (özellikle milliyetçiliği), kamil insan gelene ve o paylaşımcı düzen kurulana kadar.

 

 

12 Şubat 2014 Çarşamba

Dinle Neyden – Hakan Mengüç

TV8′de katıldığım programdan ney taksimi…  DİNLE NEYDENDinle neyden duy neler söyler sana,Sızlanır hep ayrılıklardan yanaKestiler sazlık içinden.” der “beniDinler, ağlar hem kadın hem er beni.Hasret anlatmam için bulmam gerek,Ayrılıktan parçalanmış bir yürek.Aslı kaybetmişse bir insan arar,Asla dönmek için hep uygun an arar.Dosta gâh yoldaş olup gâh düşmana,İnleyip sesler duyurdum her yana.Dost olur zannımca her insan bana,Bi haber gel gör ki sırrımdan yana.Sırlarım olmaz iniltimden ...

Akın Olgun/ Vakit varken

“Olsun varsın Pişman değilim, biraz üzüldüm hepsi bu”  diyen Candan Erçetin’in “meğer” adlı parçasının sözleri geliyor aklıma.

Bir de bir zamanlar…

Çandan Erçetin ile içeride tanıştım. Açık kalan televizyonda belirmişti birden bire. Televizyonun sesi kısıktı. Yılları cezaevlerinde geçirmiş ve ömrünü neredeyse mücadeleye adamış arkadaş, kumandayı eline alıp sesini açarak dinlemeye başlamıştı. Sonra şaşkınlığımızı fark edince “çok güçlü bir sesi var” diyerek eklemişti “güzel şeyleri dinlemekten çekinmeyin”

Şehirli adabı ve anlayışına sahipseniz, bunun burjuva zaafı olduğunu söyleyen çoğunluğun ayıplayan bakışına muhatap olursunuz. Oysa devrim şehirlidir, kentlidir. Şehirler devrimi, devrimler şehirleri yaratır. Birbirlerinin misafirleridirler. Birbirlerinin ev sahibidirler.

/

Merkezi yayın sistemi kurulmuştu hücrelere. Duvardaki düğmeyi her çevirdiğinizde Müslüm Gürses’in “son pişmanlık neye yarar, her şeyin bir bedeli var” diyen sesi geliyordu. İdarenin bilinçli bir seçim yaptığı ortadaydı. Bir şarkı işkence yöntemi olarak dinletiliyordu. Yarattığı tek duygu öfkeydi. Oysa müzik ve ses güzeldi. Ama kulağı tırmalıyordu. Çirkin olan şarkı değil, şartlardı.

/

Bob Dylan’ın “Idiot Wind” adlı şiirine bakıyorum.

“Benim kafesimde aslanı eğittin ama bu kalbimi değiştirmek için yeterli değildi” diyor bir yerinde. İçimizdeki hayvan terbiyecisine sesleniyor diyorum kendi kendime. İnsan kalbini eğitme dürtüsü korkunç ürkütücü geliyor.

/

Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” adlı kitabın arasına bıraktığım ayraçlı sayfayı açıyorum. “Kimsenin gerçek üzerinde tekeli yoktur. Ne liderin, ne militanın” ve ekliyor “Kimsenin elleri temiz değil, masum seyirciler yok.” Durup düşünüyorum…

Eğer karşınıza karşı çıkamayacağınız, itiraz edemeyeceğiniz değerler ile çıkılıyor ve onların arkasından sesleniliyorsa ne diyebilirsiniz ki? Eşit bir itiraz hakkınız yok. Daha baştan kaybedilişinize hüküm verilmiş. Dil Sopasının kalın kısmı bir had bildirme olarak cümleleri arka arkaya ve arkaya dizerek karşınıza dikivermiş. Eşit şartlarda olmayan konuşmalarla, ifadelerle, bilgilerle ne söyleyebilirsiniz?

/

Her yerde “kırık kalpler durağı” var diyen Candan Erçetin’in yeniden sesi geliyor. Çok uzun zaman olmuştu dinlemeyeli.

Sesini açıyorum biraz daha.

Evet, Doğruydu  “güçlü bir sesi var”

Ve oralarda bir yerde unuttuğunuz, unuttuğumuz şeyler var.

 

 

8 Şubat 2014 Cumartesi

Network Marketing Nedir? İşleyişi Nasıldır?

Network Marketing ile yeni tanışanlar için, bu iş modelini daha iyi ve kolay tanımaları adına, önceki yazıları da kapsayan bütünleyici bir yazı yazmanın faydalı olacağını düşündüm.

Öncelikle Network Marketing işinde olmamasına rağmen bu sektörü yakından inceleyen ve kitap yazan ünlü finans uzmanı Robert Kiyosaki’nin bu videosunu izleyerek Network Marketing’in zenginlik ve özgürlük açısından önemini görmenizi tavsiye ederim.

Daha sonra Network Marketing Nedir başlıklı yazımı okuyarak, Network Marketing işinin temel mantığını anlamalısınız. Burada bağlantılarını verdiğim video ve yazıları okuduğunuzu/izlediğinizi varsayarak yazmaya devam edeceğim, söylediğim adımlarla ilerlemeniz faydanıza olacaktır.

Öncelikle şunu anlamamız çok önemlidir; Network Marketing bir iştir. Para yatır para kazan, kolay yoldan zengin olmak gibi kavramların hiç biri etik bir Network Marketing şirketinde geçerli değildir. Network Marketing bir iştir, emek gerektirir, istikrarlı bir çalışma gerektirir. Zengin ve özgür olmanın bir yoludur, kendini ispatlamıştır. Fakat bunu garanti etmez, gerekli imkânı sunar. Gereğini yapan, başarısı ölçüsünde kazanç sağlar.

İşleyiş Mantığı..

network marketing nedirYeni tanışanların anlamakta zorlandığı önemli noktalardan biri de, bu işe girince ne yapacakları, işlerin nasıl yürüyeceğidir. Şimdi, yasal ve etik bir Network Marketing şirketiyle çalışmaya başladığınızı -yani bir Network Marketing şirketinin distribütörü olduğunuzu- varsayalım; siz artık, şirketin size sunmuş olduğu ürün portföyünün temsilcisi olmuş olursunuz. Diğer bir deyişle hem müşterisi hem de distribütörü olmuş olursunuz. Burada sistem size diyor ki; dolaylı veya direk vesile olduğun ürün satışlarından kurgulamış olduğum kazanç planına göre primini öderim. Yani işin bireysel ve takımsal olmak üzere iki yönü vardır. Bireysel olarak baktığımızda istersen şirketin sunduğu ürünlerin satışını yaparak, satıştan para kazanırsın. Takımsal olarak baktığımızda ise, senin referansınla şirkete dahil olan her distribütörün de ürün kullanımından/satışından şirketin kazanç planına göre para kazanırsın.

Burada dikkat etmemiz gereken iki nokta var; Birincisi, Network Marketing işinde ürün satışı -genelde- opsiyonel bir seçenektir. Yani kişiler sadece ürün kullanıcısı olup, takım kurabilir. Fakat Network Marketingin doğasında kapı kapı dolaşma tarzı bir satış değil, doğal satış diye tanımlayabileceğimiz, tavsiyeden ve deneyimlenmiş faydadan doğan bir satış vardır. Satış stratejileri şirkete göre farklılıklar gösterse de genel kabul görmüş işleyiş böyledir.

Anlamamız gereken ikinci nokta da, Network Marketing işinde sadece sizin referansınızla dahil olan distribütörler değil, onların referanslarından, referanslarının referanslarından.. şeklinde uzayıp giden bir -distribütör- soyağacı oluşur. Bu oluşan soyağacından hangi derinliğe kadar, ne kadar kazanç sağlanacağı şirketlerin kazanç planlarına göre farklılık gösterir.

Network Marketing işinde takım çok önemli bir unsurdur. Zengin ve özgür olmanın yolu iyi bir takımın parçası olmaktan geçer. Bu konu da yazmış olduğum Önemli Olan Takımdır başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

Network Marketing hiç şüphesiz zengin ve özgür olmanın en iyi yollarından biridir. Bu son yıllarda bir teori olmaktan öte artık ispatlanmış bir gerçekliktir. Peki, Network Marketing iş modelini bu kadar özel ve güçlü yapan şey nedir? Bu konuya da Neden Network Marketing ile Kopyalamanın Gücü ve Zaman Kaldıracı yazılarında değindim.

Network Marketing, “bir şirketin, kişilere, direk veya dolaylı vesile olduğu satışlardan önceden belirlenmiş kazanç planıyla kazancını paylaşmasıdır” diye özetlenebilir. Peki, olay bu kadar net ve etikken, bu iş neden bu kadar tartışılıyor. Buna Network Marketing'i Kirletenler ve Network Marketing Neden Yanlış Anlaşılıyor başlıklı yazılarda değindik. Ayrıca Network Marketing ile çok karıştırılan titan sistemlerle siz de karşılaşmış olabilirsiniz. Bu sistemler de kendilerini Network Marketing şirketi olarak tanıtırlar. Gerekli ayrımı sizin yapabilmeniz önemlidir. Bununla ilgili de Titan Sistemleri Tanımanın En Kolay Yolu başlıklı makaleyi okumanızı tavsiye ederim.

Kaynak: Network Marketing

Akın Olgun/ Unutmayalım

Ali İsmail Korkmaz’ın davasında polislerin verdiği ruhsuz ifadeleri “Kan donduran ifadeler” olarak haberleştirdi yan-medya. Riyakâr, vicdansız ve yüzsüzler.

Henüz katlettiklerinin kanı yerde kurumamışken, tüm çirkeflikleri ile Başbakan’ın Gezi Direnişi’nin ardından “polisimiz destan yazdı” sözlerini manşete çekenler de onlardı, eli sopalıları, palalıları sokağa çağıranlar da. Polislerin yan sivil gücü olarak sokaklara pusulanıp bulduklarını linç edenleri alkışlayanlar da onlardı.

Darbe, komplo, faiz lobisi buluşu ile gençlerin hadlerinin bildirilmesi, başlarının ezilmesi, kanının akıtılmasının mübah olduğuna iman etmiş dilleri, yazıları, höykürmeleri ile devlet şiddetine güzellemeler yapanlar da onlardı.

Onlar; patrimonyal yönetimlerine yükselen itirazların üzerinde tepinerek, şiddetin tüm araçlarını bunun için sınırsız kullanıma açarak, iktidar ve itaat ilişkisini toplumun tüm kesimlerine tahkim ederek coştukça coştular ve tozuttular.

Bütün patrimonyal yönetimlerin ve bunun üzerine kurulmuş “Baba” lider hegemonyasının dili artık hayatımızın her anına müdahil.

Komplolar, pusular, uluslararası sermaye, lobiler, iç mihraklar, dış mihraklar söylemine sarılarak tüm toplumu “uyanık” olmaya çağıran ve kendisine karşı her itirazı “provokasyon” diyerek herkesin yakasına iliştirenler, çizdikleri manzaraya zorla bakmamızı istiyorlar. O manzara çirkin, derinliksiz ve sığ.

Denge tapınmacılığı ve bu tapınmanın yarattığı siyaset, dil, politika hemen her şey korkunç bir şekilsizlik yaratıyor. Toplumsal olayların okunuşu “provokasyon, darbe” söylemine kitlenerek yapay üretilmiş delillere sarılıyor. Bütün tek adam siyasetçilerinin gelişen her olayı, çıkışı, itirazı kendisine karşı yapılmış bir komplo olarak görmesi ve tüm topluma bunu “doğru” diye dikte etmesindeki o çıkmaz, yerinde müdahaleyi, inisiyatifi etkisizleştirip pasif birer “kul” haline getiriyor.

İktidar cephesinde kurulan patrimonyalizm sadece Türkiye’yi etkilemiyor, çevresinde yer alan herkesi zincirleme bir kazaya doğru sürüklüyor.

Darbe, karşı darbe, komplo, karşı komplo, provokasyon, karşı provokasyon, lobi, karşı lobi gibi söylemler üzerinden yürütülen iktidar savaşı ve onun sarmalına sokulanların algılarının yap-boz’a dönüşmesi bu yüzden.

“Şu kardeşinizi kurban etmek istiyorlar” seslenişi ile elini kalbine götürerek halkı selamlayan, yüze benzemeyen yüzleri ile ortalıkta dolaşabilen rüşvetçi hırsızların sıfatsızlıkları bu yüzden.

Liderinden özür dileyerek itaat tazeleyenlerin onursuzluğu da…

“Şebelek” lakabı küt diye üzerine oturan “yazar”ların, dün “onu da alın, bunu da alın, şunu da alın” diyerek, “elimde çok ciddi istihbarat bilgileri var, gazetecilikten alınmadılar yakında göreceksiniz” dizeleri ile onlarca, yüzlerce insanın hayatını cezaevlerine dolduranların, oturdukları koltuklara yarım ay yayılarak güç ile yaşadıkları boşalma hallerini tüm topluma seyrettirenlerin rahatlığı da bu yüzden. Değişen dengeleri koklayarak pozisyon değiştirip, dün mahkûm ettirdiklerinin paçalarına sarılanların vıcık rahatlığı da.

Milli iradeye ve o milli iradenin “yüce” temsilcisine herkes kurban olsun alt söylemeleri ile kollarını sıvayıp demokrasinin boğazına sokup kalbini çıkarıp yemekte tereddüt etmiyorlar. Demokrasinin tüm olmazsa olmazlarını “milli iradeye” itaat için yan yana dizip hazır ola çekiyorlar. Siz bakmayın “darbe” deyip durduklarına, darbeleri en çok onlar seviyorlar. Koşarak hizaya girmekte pek hünerliler.

Şimdi, elbirliğiyle katlettikleri gençlerin davalarında yaşananları “buruk” bir hikâye tadında servis ediyorlar. Kendi suçlarını “kan donduran ifadeler” diyerek katlettirdiklerinin üzerine bırakıveriyorlar. İktidar Cemaat kavgasında kullanılacak bir “acı” seçiyor ve onu ustaca yoğurup haberlere yediriyorlar.

“Ohh be stres attık” diyen polislerin hamisiydi onlar.

Ali İsmail’in annesi oğlunun resmini kaldırıp bağırıyor: “Oraya değil buraya bak, çocuğum var derken gözlerimin içine bak.”

Sadece katillere değil, onları sokağa salıp katledilen gençlerin üzerine “polisimiz destan yazdı” diyenlere de gösteriyor fotoğrafı. Gezi Direnişi’nde katledilenlerin aileleri çocuklarının resmini taşıyorlar kalplerinin üstünde. Yüzleşin diye, yüzleşelim diye.

Roboskili anneler çocuklarının resmini taşıyor. Unutmayalım diye.

Darbe, faiz lobisi, uluslararası sermaye, milli irade falan, filan…

İktidarı yaşatmak için çocuklarımızın, gençlerimizin cesetlerini çiğniyorlar.

Olup biten bu.

BirGün/ Akın OLGUN

6 Şubat 2014 Perşembe

Dr. Mustafa PEKÖZ AKP-CEMAAT SAVAŞININ GÖLGESİNDE EKONOMİK KRİZ

 

AKP ile Cemaat arasında kesintisizce devam eden çatışmanın ana halkalarından biri de ekonomik ve rant merkezlerinin denetim altına alınması olarak ön plana çıkıyor. 17 Aralık 2013 tarihinde başlatılan ‘rüşvet ve yolsuzluk’ operasyonu, Türkiye’nin ekonomik dengelerini önemli oranda sarstı.

 

Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu devasa sorunlar, önümüzdeki birkaç ay içinde çok daha ağır sonuçlar yaratacak gibi görünüyor. Cemaat-AKP savaşında ekonomik güç dengelerinin son derece önemli bir rol oynayacağı artık herkesin kabul ettiği bir realitedir.  Öyle ki, 17 Aralık operasyonu ile birlikte sermaye grupları arasında yeni saflaşmanın ve yeni ittifakların oluştuğunu ortaya çıkardı. Operasyonu yapanlarla, operasyona maruz kalanların tamamı sistemin kirli-ekonomik ilişkiler ağı içerisinde yer aldıklarını, yolsuzluk ve rüşvet politikasını çok yönlü uyguladıkları bir kez daha kamuoyuna yansıdı.

 

17 Aralık operasyonuyla küresel sermaye akışının ciddiye alınır düzeyde zayıfladı ve sıcak paraya dayanan ekonomik sistem önemli oranda etkilemeye başladı. Merkez Bankası’nın faizleri önemli oranda arttırarak dolardaki artışı kontrol altına almaya çalışması, önümüzdeki birkaç ay içinde ekonomik dengelerin çok ciddi oranda değişeceğine dair verileri ortaya koyuyor. Borsalardaki ani düşüşler, dolardaki ani yükseliş Merkez Bankası rezervlerinin etkilenme başlanmasıyla 70 milyara yakın bir sermaye kaybından bahsediliyor.

 

Türkiye’nin ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalması sürecine girmesinin iki temel noktası bulunuyor. Birincisi küresel sermayenin Türkiye’ye yönelik politikalarıdır. İkincisi ise Türkiye’nin içerisine girdiği iç politik krizin arka planında ekonomik ilişki ağların yarattığı ittifaklardır.

 

Küresel Sermaye AKP’yi uzun yıllar destekledi

 

Türkiye ekonomisinin ayakta kalmasında, küresel sermayenin sıcak para akışını süreklileştirmesi son derece önemli bir rol oynadı. Ekonominin ciddi bir krizle karşı karşıya kalmaması ve iç politik dengelerin bozulmaması için sıcak para akışını kesintisizce devam ettirildi. Özellikle Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde oynayacağı rol ve bölgesel ilişkileri belirlemede üstlendiği sorumluluk gereği, iç politik dengeleri etkileyebilecek bir ekonomik kriz önemli oranda engellendi. Önemli stratejik ekonomik merkezlerin özelleştirilmesiyle uluslar arası sermayenin yatırımları arttı. Bankacılık, nükleer, enerji, madencilik ve inşaat gibi alanlarda küresel sermayenin aktifleştirilmesi sağlandı. Ülkelerin yapmış olduğu yatırımlar dışında, her yıl, AB’ne uyum yasaları çerçevesinde yaklaşık 900 milyon dolar aktarıldı.

 

Türkiye ekonomisinin ayakta kalmasını sağlayan diğer önemli bir faktör de, Körfez ülkelerine ait hareket halindeki ‘Arap’ sermayesinin Türkiye’ye aktarılması oldu. Körfez ülkeleri, küresel güçlerin bilgisi ve onayı ile her yıl yaklaşık olarak 20 milyar doları bulun sıcak parayı Türkiye’ye aktardılar.

 

Türkiye kara para aklama merkezi olarak işlev gördü. 17 Aralık operasyonunda kamuoyuna yansıdığı gibi İran’a yönelik uygulanan uluslar arası ambargonun delinmesinde kamu bankası olarak bilinen Halk Bank’ın çok önemli bir rol üstlendiği ve yaklaşık olarak 100 milyar dolar akladığı ortaya çıktı. Aynı şekilde Suriye’de patlak veren iç politik kriz ve savaşı finanse eden Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin muhalif gruplara aktardıkları milyar dolarlar, Türk bankalarına aktarıldı. Erdoğan, EL Kaide’ye finansman sağlayan El Yasin Kadı gibi birçok kişi İsviçre vb ülkelerdeki aktif sermayelerini Halk Bank’a yönlendirdiler.

 

Küresel güçler Türkiye’ye verdikleri ekonomik desteği çekmeye başladılar

 

Ortadoğu’ya model olarak seçilen Türkiye’nin ekonomik istikrarı dengede tutularak ayakta kalması sağlandı. Ancak Türkiye’nin Suriye politikasının bütünlüklü olarak çökmesi ve küresel kapitalist güçlerin belirlediği yeni bölgesel politikalara uyum sağlayamaması, İran ile küresel güçler arasındaki ilişkilerin yeniden belirlenmesi, Körfez ülkeleriyle Türkiye arasında Mısır gibi birçok temel sorunda çelişkilerin derinleşmesi, AB sürecini fiilen askıya alınması, tek adam politikasıyla sistem üzerinde hâkim güç olmak istemesi gibi faktörler küresel sermayenin AKP ve Erdoğan’a yönelik politikalarında belirgin bir değişikliğe yol açtı.

 

AKP’nin ve Erdoğan’ın bölgesel ve uluslar arası alandaki politik uyarıları pek dikkate almayarak gelişen iç politik sorunların kaynağını ‘dış’ güçler olarak tanımlaması, hem politik krizin derinleşmesine hem de ciddi ekonomik sorunların oluşmasın zemin hazırladı. Özellikle ABD ve İngiltere merkezli politik güçlerin AKP’nin politikalarına yönelik eleştirilerini yoğunlaştırmaları, küresel sermayenin Türkiye algısını önemli oranda etkiledi.

 

Daniel Dombey, Finansal Times dergisinde Türkiye’nin iç politik krizini değerlendiren makalesinde: “Türkiye büyük oranda kısa dönemli yabancı sermayeye bağımlı. Mevcut 60 milyar dolarlık bütçe açığının yaklaşık 5′te 4′ü doğrudan yabancı yatırımla değil, sıcak parayla finanse” edildiğini” belirtiyor. Sıcak paranın çekilmesi, “bütçe açıklarını çok daha fazla artıracağını”  vurguluyor. Prof. Dani Rodrik de; “Ülkenin özel sektörünün, çoğunluğu uzun dönemli olmak üzere, tam 166 milyar dolar döviz borcu” olduğunu ve bunun da ciddi bir tehlike oluşturacağını belirtiyor. Merkez Bankası’nın ‘yabancı döviz rezervinin 40 milyar dolar’ civarı olması  ‘gelişmekte olan pazarlara kıyasla düşük bir miktar’ olarak görüyor. Dergi, Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırımın 2007-2012 döneminde 22 milyar dolardan 12 milyar dolara düştüğüne” dikkat çekiyor.

 

Erdoğan’ın izlemiş olduğu ekonomik politikaların başarısının dışarıdan gelen ‘sıcak paraya’ dayandığını ve hareket halindeki sermayenin çekilmesiyle hükümetin “ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacağına” vurgu yapıyor. Ayrıca 17 Aralık’tan bu yana Türk lirasının %7,5 değer kaybetmesi, borsada %12′ye yakın düşüş görülmesi aynı şekilde % 5’lik bir büyüme bakımından ciddi bir risk oluştuğu ve hatta böyle bir büyümenin mümkün olmayacağı uluslararası ekonomistler tarafından ifade ediliyor. Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu finans sorununu dikkatle takip eden uluslar arası kredileme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu her an düşürebilirler. Böylesi bir durum hem sıcak paranın çok hızla çekilmesi, hem de borsa çöküşüne yol açacağı için kırılgan ekonomik dengelerin çok daha fazla bozacaktır.

 

Operasyonun uluslararası boyutunun bir başka faktörü, ekonomik ilişkilerde Asya ülkelerinin ön plana çıkmasıdır

 

ABD ve İngiltere’nin yönlendirmesiyle başlatılan operasyonun uluslar arası ve bölgesel boyutu bakımından dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta şudur: AKP, son yıllarda enerji, askeri ve nükleer santraller gibi stratejik ihalelerde Japonya, Çin ve Rusya’yı giderek ön plana çıkarttı. Yaklaşık 2,5 milyar dolarlık füze savunma sistemlerinde Çin ile başlayan yakınlaşma, Rusya ve Japonya’nın nükleer santral ihalelerinde ön plana çıkması, petrol ve doğal gazda Rusya ile gelişen stratejik işbirliği, ekonomik dengelerin esasen Asya’ya doğru kaymasına yol açtı. ABD ve AB’nin stratejik çıkarlarıyla önemli oranda çelişen bu duruma müdahale edilmesi kararı alındı. Aynı şekilde körfez ülkelerini temsil eden ‘Arap’ sermayesinin akışının kesilmesine paralel olarak Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zeyid, ‘Bizim bütün çabamız Türkiye’yi Mısır’a çevirmek’ diyerek operasyonun bölgesel ipuçlarını çok daha önce vermişti.

 

Yolsuzluk operasyonu AKP ve Erdoğan’a yakın Şirketleri hedefledi

 

AKP-Cemaat savaşının iç bir başka önemli yanı, ekonomik merkezlerin kontrol edilmesi ve rantın kendilerine yakın ekonomik şirketlere aktarılmasıdır.  Cemaat AKP’nin ve özellikle Erdoğan’a yakın işadamlarının çok ciddi oranda rüşvet ve yolsuzluklara karıştığını biliyordu. Elinde bulundurduğu yargı ve polis gücüyle AKP hükümetine yönelik bir saldırıya yöneldi. AKP bakanlarının, milletvekillerinin ve belediye başkanlarının rüşvet ve yolsuzluklara bulaştığını belgeleyerek başlattığı 17 Aralık operasyonunun merkezinde Erdoğan ve çevresindeki iş adamları bulunuyordu. Türkiye’nin önemli gelir kaynaklarının ve özellikle milyar dolarlarla ifade edilen ihalelerin AKP’ye yakın işadamlarına verilmesinin engellenmesine yönelen cemaat, 40’a yakın iş adamını ve onların sahip olduğu şirketleri ‘rüşvet ve yolsuzluk’ operasyonuna dâhil etti.

 

Örneğin haklarında tutuklanma kararı çıkartılan ve Erdoğan’a çok yakın olan işadamlarından Rizeli işadamı Mehmet Cengiz AKTÜRK, enerji ve madencilik alanlarında faaliyet yürüten şirketlere sahip bulunuyor. Ayrıca son yıllarda medya ve inşaat alanında yatırımlara yöneldi.  Eti Bakır A.Ş.’yi ve Eti Alüminyum’u satın alarak madencilik sektörüne yönelen AKTÜRK aynı zamanda inşaat, turizm, enerji, sigorta ve havacılık sektörüne girdi.   Limak ve Kolin ortaklığı ile Akdeniz, Uludağ ve Çamlıbel elektrik dağıtım şirketini satın aldı. Limak ve Kolin’in yanı sıra Kanyon ve MaPa ile birlikte 3. Havalimanı ihalesini de kazandı. Akşam Gazetesi, SkyTürk360 ile radyo ve dergileri satın almakla gündeme gelen AKTÜRK iki ortağına ait şirketlerin yıllık cirosu yaklaşık olarak 6 milyar dolardır.

 

Sabah ve ATV’yi satın almalarıyla gündeme gelen Orhan Cemal KALYONCU ve Ömer Faruk KALYONCU kardeşler aynı zamanda sahip oldukları Kalyon İnşaat şirketiyle Taksim yayalaştırma projesi, Metrobüs ulaşım hattı, Mecidiyeköy katılımı Çağlayan Kavşağı Yol Yapımı Bakırköy Adliyesi Binası, 3.havalimanı projesi ve Ataköy Atık Su Arıtma Tesisi gibi projeleri aldı. Şirketin şimdiye kadar devletten aldığı ihalelerin 130 milyar TL değerinde olduğu tahmin ediliyor.

 

17 Aralık operasyonu kapsamında gözaltına alınmak istenen Mustafa Latif TOPBAŞ, 1994 yılında BİM’in kurucu ortakları arasında yer aldı. 21 mağaza ile işe başlayan BİM’in bugün 3009 mağazası bulunuyor. 2010’daki yıllık cirosu 6 milyar 573 milyon liradır. 1.7 milyar dolarlık kişisel servetiyle Forbes listesinde yer alan Mustafa Latif Topbaş, aynı zamanda Ak Gıda ve Link Gıda’da Ülker Grubu ile ortaklığı bulunuyor.

 

Eksim’in patronu Abdullah TİVNİKLİ, aynı zamanda Albaraka Türk’ün kurucu üyesidir. 1989’dan beri Kuveyt Türk Katılım Bankası’nda Yönetim Kurulu Üyesi ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak görev alan Tivnikli, Eksim Grubu’nda Murahhas Azalık, Türk Telekom’da da Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini de yürütüyor

 

Ağaoğlu Şirketler Grubu Başkanı Ali AĞAOĞLU da konut yolsuzluğu ve rüşvet vermek iddiasıyla gözaltına alındı. Yıllık cirosu 3 milyar TL’yi aşan AĞAOĞLU Şirketler grubunun;  Bakırköy 46 , My Dream , My Roseville , My Country , My Home, My World , My City, Eltes Gold Residence, Andromeda Plus , My Home Maslak, Skytowers , Maslak 1453, My World Europe , Eltes Güneşi , My City Ümraniye , My Village Samandıra, My Town,  My Town Ispartakule  ve My Towerland  gibi 18 inşaat projeleriyle tam bir tekel konumundadır. Aynı zamanda TOKİ ile ortak çalışan AĞAOĞLU, Erdoğan ailesiyle çok yakın ilişkileri bulunuyor.

 

Cemaat’in ekonomik gücü bilinenden çok daha fazladır

 

Türkiye’nin en önemli ekonomik güçlerinden biri de Gülen cemaatidir. Der Spiegel Dergisi, cemaatin yaklaşık olarak 25 milyar doları kontrol ettiğini belirtti. “Fatih Üniversitesi’nin, 140 ülkedeki okulların, Zaman Gazetesi’nin, Aksiyon, Sızıntı gibi çok sayıda derginin, Samanyolu ve Ebru TV’nin, Bank Asya’nın ve Işık Sigorta’nın cemaate ait olduğunu” yazan Der Spiegel aynı zamanda “40 bin üyesi bulunan TUSKON’un da cemaatin bir ekonomik kuruluşu” olduğuna dikkat çekti. AKP’nin cemaat ile yakın ilişkisi bulunan şirketleri kontrol altına almaya başladı. Örneğin 281 şube, yaklaşık olarak 5 bin çalışan ve1000 ATM ile 4,5 milyona yakın müşterisi bulunan Bank Asya, AKP’nin saldırılarına karşı sermaye artırımına yöneldi. Bank Asya Genel Müdürü Ahmet Beya: “1,3 milyon mevduat müşterimizin teveccühüne bankamızın ortakları da 300 milyon TL’lik sermaye artırımıyla destek verme kararı aldılar. Bankamıza ve yönetimimize müşteriler ve ortaklarımızın verdiği bu güven ve destek sayesinde, 2014 yılı da bankamız için büyüme yılı olacak. Bu sermaye artırımı ve iştirak satışı sonrasında öz kaynaklarımızda yaklaşık yüzde 20’lik bir artış gerçekleşecektir. Sermaye yeterlilik oranımız yüzde 14,8’den yüzde 17’lere çıkacak ve bankacılık sektörde en kuvvetli sermaye yapısına sahip ilk 5 banka arasında yer alacağız.”  Cemaat, AKP’nin Bank Asya’nın gücünü kırmaya yönelik hamlelerini boşa çıkartmak için önlem almaya çalışıyor. Bank Asya’nın çöküşü, cemaatin ekonomik gücünün önemli oranda kırılması anlamına gelecektir. Her iki taraf bu gerçeğin farkındadır.

 

AKP-Cemaat Çatışması, ekonomik dengeleri değiştiriyor

 

-          Küresel sermaye, Türkiye’yi yeniden İMF ve Dünya Bankası ile karşı karşıya getirme politikasını çok daha aktif olarak devreye koyabilir. Uluslar arası sermaye’nin izleyeceği politika, Türkiye’nin ekonomik dengelerini çok önemli oranda etkileyecektir. Bu bakımdan AKP-Cemaat savaşında, küresel sermayenin tutumu önemli oranda belirleyici olacaktır.

 

-          Borsalardaki düşüş, dövizin artması, TL’nin değerinin düşmesi, faizlerin yükseltilmesi gibi faktörler ekonomik krizin derinleşmesinde önemli bir rol oynuyor. Özellikle sıcak paranın çekilmesi, Merkez Bankasının rezervlerini önemli oranda eritecek ve kısa ve orta vadeli borçlar ciddi bir kriz yaratacaktır.

 

-          Uluslar arası faktörleri rağmen, içte AKP ile Cemaatin çatışması devam edecektir. Çatışma bir yanı da stratejik ekonomik kurumlarının kontrol edilmesidir. Cemaat yıllarca ekonomik merkezlerde örgütlendi ve önemli bir kadrolaşma yarattı. Sermaye gücünü arttırmada bu yerlerdeki örgütlenmesinin rolü oldukça büyüktü. AKP, 17 Aralık 2013 operasyonundan sonra,  cemaatin örgütlendiği Maliye, Ekonomi ve Sanayi Bakanlıklarındaki kadrolarda çok kapsamlı değişiklikler yaptı. Ayrıca Piyasa Kurulu, Bankalar Devlet Denetleme Kurumu, Borsa Yönetim merkezlerindeki cemaate yakın olarak bilinen çok sayıda bürokratı görevinde alarak adeta karşı saldırıya geçti.

 

-          AKP’nin kendi ekseninde belirlediği ekonomik politikalar, egemen sınıf ilişkilerinde de belirgin bir değişikliğe yol açmaya başlamış bulunuyor. Özellikle rantın son derece büyük olduğu enerji, inşaat, madencilik, ulaşım gibi alanlarda ihalelerin çok önemli bir kısmının AKP’ye yakın şirketlere verilmesi, hem cemaati hem de İstanbul sermaye gruplarını önemli oranda rahatsız etti.

 

-          AKP’nin kendi politik gücünü pekiştirmek için oluşturduğu yeni egemen sınıf güçleriyle tam bir ittifak yaparken, tersten Cemaat ile İstanbul eksenli tekelci sermaye arasında yeni bir ittifak oluştu. Koç’ların Sabancı’ların Cemaat ile kurdukları ‘gizli’ ittifak, rant paylaşım kavgasıdır. Bu bakımdan çatışmanın etkisi tahmin edilenden çok daha ağır ve sancılı olacaktır

 

-          Ayrıca Erdoğan önümüzdeki günlerde, cemaat savcılarının operasyon kapsamına aldıkları Halk Bankasına karşı, cemaatin kara para aklama merkezi olarak bilinen Asya Bank’a yönelik operasyonu devreye koyacaktır. Buna yönelik çok kapsamlı bir hazırlığın olduğu biliniyor. Ayrıca cemaate yakın özellikle enerji, maden, gıda ve inşaat sektöründeki şirketlere yönelik maliye eksenli operasyonlar başlatacaktır. Özellikle 40 bin üyesi bulunan TUSKON’a üye ticari şirketler hakkında mali soruşturmanın başlatılma kararı alınmış olması, cemaatin ekonomik damalarını kesmeye yönelik bir karşı hamledir

 

-          Bu sürecin kırılma halkası Mart ayıdır. Derinleşen ekonomik krizin toplumun günlük yaşamına yansıması daha çok Mart ile birlikte görülecektir. AKP seçim atmosferi nedeniyle ekonomik krizin toplumun günlük yaşamına yansımasını daha çok seçimlerden sonraya bırakacaktır. Ancak, küresel sermayenin alacağı tutum, İstanbul merkezli tekelci sermaye ile AKP arasındaki ilişkilerin düzeyi süreci belirleyecektir. Bu bakımdan Mart ayı kırılma noktası olacağı gibi özellikle İstanbul’u çok daha derinden etkiler. İstanbul’daki seçim sonuçları da bir bakıma 2014-15 yılındaki seçim sonuçlarını da şimdiden belirleyecektir.

 

Gokyuzu9@gmail.com

 

 

4 Şubat 2014 Salı

Akın OLGUN/ Şaka

Şakadan yaşıyoruz.

Ustası, çocuğun boynuna ipi geçirip, ipi de motosiklete bağlayıp gaza basıyor. Bir kilometre boyunca 11 yaşındaki çocuğu yol ortasında koşturuyor. Çocuğun haykırışları duyuluyor. Kanallar, “Bu kadar da olmaz dedirtecek olay” diyerek veriyor haberleri.

Ustası, “Şaka yaptım”

Babası, “Şaka yapmış”

Mahalle sakini, “Bir şey yok, şaka yapmışlar” diyor uzatılan mikrofonlara.

Bizde böyledir, şiddeti şaka gibi kullanırlar. Şiddete gülerler. Şiddete tebessüm atarlar, şiddete kahkahalar atarlar.

O çocuk ağlıyor, “İşe gitmedim diye yaptı” ve küçük elleriyle gözyaşlarını siliyor. Başına üşüşen kameraların arasında ağlayarak, sorulara cevap veriyor.

Bir yoksul çocuğu. Büyüklerin acımasız “şakaları” ile büyüyenlerden. Tokadı bastılar mı başı düşen, kulaklarından tutulup ayakları yerden kesilen, burnundan, ağzından akan kanı bir köşede koluna silerek hıçkırıklı ağlamalarına bastıran çocuklardan. Eti senin kemiği benim denilerek eti, kemiği pay edilen çocuklardan. Etinden, sütünden faydalanmak için çakal sömürüsünün önüne atılan çocuklardan.

(Oysa onlarla ilgilenen şaka-ci bir bakanlık var. Arada bir “ci” diyerek çıkıveriyor. Projeci fırıldaklar ve mabatlarını büyüten bürokratlar ortaklığında kurdeleler kesip, tumturaklı konuşmalar yapmak tek meşguliyetleri.)

İnsanın eli ayağı boşalıyor ve düşünüyor kaç bin çocuğun, kaç bin kadının, kaç bin çocuk annenin dramı ev odalarına hapsediliyor.

Toplasak onların döktüğü gözyaşlarını, içinde boğuluruz.

“Şaka” ile öldürülen çocuklarımızın sayısı istatistiklere ekleniyor her gün. İstatistikler duyguyu değil, sayıyı veriyor. Sayılar bize dokunmuyor. “Bu kadarı da olmaz dedirten” haberlere bakınca, doğal geliyor kulaklarımıza. Hani, çok şey oluyor, ama bu kadar da abartmayın kıvamında sunumlar.

Bir fırıncı, karanlık bir sokakta can havliyle koşan çocuğu linç etmek için zulaladığı sopasını çıkarıp indiriyor kafasına. Ali’nin ne cüssesi, ne gücü, ne şartları eşit kendisiyle. Eli sopalı adamlar saklandıkları karanlık köşelerinden fırlayıp, yakaladıkları çocuğun bedenine indiriyorlar ve indiriyorlar. Ali Ölüyor. (fırıncının şakası)

Bir sivil polis, Gezi Direnişi’nde hırsını alamamış, eline geçirdiği bir kiremiti alıp, bir gencin kafasına vuruyor ve vuruyor. Bir otoparka sığınmış, gençleri polisler buluyor. Onlarca polis, çullanıyor gençlerin üstüne. Copları hiç durmadan iniyor, bedenlere. Aradan çığlıklar yükseliyor. Hiçbiri duyulmuyor. (polisin şakası)

Bombalar yağıyor, havadan. Çocuk bedenleri paramparça oluyor. Anneler eteklerine topluyorlar çocuklarının parçalarını. Bir ses duyuluyor, “Çocuk çocuk deyip, durmayın kaçakçı onlar kaçakçı” (Başbakan şakası) ve bir başka ses, kenar köşesinden “kaçakçılıktan kaç para kazanıyorlar biliyor musunuz?” imasıyla “ohh oldu” kıvamında yuvarlıyor kalemini. (yazar şakası)

“Taş atan çocuklar” dolduruyor cezaevlerini. Çocuk “teröristler” hâkim amcaların karşısına çıkarılıyor. “Ne çocuğu be, taş değil kaya atıyorlar kaya” propagandasıyla diziliyorlar, arka arkaya. Çok geçmeden, şiddet ve tecavüz haberleri geliyor, içeriden. (adalet şakası)

Kürt savaşının fotoğrafları dökülüyor önümüze. Panzerlerin arkasına bağlanmış, gerilla cesetleri sürüklenerek, getiriliyor karakolların önüne. (asker şakası)

Evlerinin arka bahçesine gömülmüş, kadın cesetleri çıkıyor. Anlıyoruz ki, onlar da toplumun namus “şakası.”

Devlet ve toplumun ikiyüzlülüğü ile “şaka” hepimizin yaşaması.

Bu yazı da bir şaka. Gülelim hep beraber…

Akın Olgun BirGün

http://birgun.net/yazi-goster/akin-olgun/31-1-2014/saka-1808.html

Mezun Oldun; Peki Ya Sonra? (VİDEO)

Eğitim sistemini ve eğitimden sonra devam eden iş bulma sürecini çok iyi anlatan mizahi olduğu kadar hüzünlü bir animasyon. Mutlaka İzleyin.

Kaynak: Network Marketing

3 Şubat 2014 Pazartesi

Karakulak – Caracal

Adı Cloe, Cinsi Caracal.Türkiye’de Karakulak deniyor. Güney Afrika’da öğrendik ki Caracal ismi Karakulak isminden geliyormuş.Yabani Türk kedisini Güney Afrika’da tanıdık.O kadar uysal ki oyun oynarken tırmaklarını bile çıkarmıyor. Ev kedileri bile ellerimizi çizerken, yabani kedinin bu kadar dikkatli ve uysal olması ilginç.(‘Karakulak’ is Turkish for ‘black ears’ which is where their name has come from.)    

1 Şubat 2014 Cumartesi

Murat Duran / İktidara karşı direnen “yeni” bir dil: Mizah!

  “Sanat bir meseleyi görünür kılar, siyaset çözer.”

Sırrı Süreyya Önder

Sosyalizasyon sürecinin hızlanmasından sonra mizah, orta çağda Atinalılar tarafından geleneksel bir sanat biçimi olarak form bulmuş ve tüm Avrupa’ya yayılmaya başlamıştır. Özellikle kralı eğlendirenlerin bunu meslek haline getirdikleri görülürken, onu çıplak gösterenlerin ise sonu pek rahat olmayan bir kazığa oturmak olmuştur.

Burada ilgilendiğimiz husus mizahın çeşitlerinden biri olan karikatür olacaktır. Çünkü olanı makul bir “abartıyla” anlatan anlatılmak istenene olağan üstülük katan bu sıradışılığın aklın sınırları içindeki gerçeklik imgesini kestirmeden sunmuştur. Ve benim nezdimde beklide popüler kültürün ve aracısı olan teknolojinin ilk defa bir halta yaradığını görmek gaz bombasından daha fazla bir etkiyle gözümü yaşartmıştır.

Velhasıl sulandırmadan…

Tanrının yer yüzündeki sert yüzünün temsilcisi olan devlet ve devletin onun baskıcı otoritesi, demokrasi, liberal demokrasi, ulus-devlet gibi formasyonlara bürünse de onun özünü oluşturan dinamizmin değişmemiştir. İster gönüllü diyelim ister sonradan zorla, halk onun baskıcı gücü karşısında en mahrem detaylarını(evlilik) dahi emanet etmiştir. Kendi iradesi dahilinde kontrolü kaybetmiştir. Burada sadece siyasal anlamda iktidardan bahsetmeyip, her türlü otorite biçiminden de bahsetmekteyiz. Mikroya indirgenip aileye kadar incelenebilir.

Çeşitlenen, otorite ve şiddet üzerine bireysel ve toplumsal direnişler ve baş kaldırı söylemleri, değişen toplumun dinamiklerine ayak uydurmaktadır. Özellikle genç kuşakların artan katılımıyla bu dil ve iktidara karşı direnme yeni bir biçime dönüşmüş, özellikle mizah ve onun en yaygın çeşidi olan karikatür ön plana çıkmıştır.

Gelişen teknoloji ve sosyal ağların bilgi paylaşma konusundaki pratikliği bunu geniş alanlara yaydığı, çok kısa sürede etki sahasını büyüttüğü aşikardır. Mesela teyzenin biri “ Erdoğan’ın götünün kılıyım” repliğindeki yaratıcılık beni muazzam şaşırtmıştır. Bu nasıl bir fantezidir ki onu ifade etme biçimi böyle uyuşsun?

Özellikle Gezi eylemlerinden sonra, örgütlü olduğunu sanmadığım, tamamen spontane gelişen ve geliştikçe dirençleşen bu mizahi dil, muktedirin yoğun baskısında, vahim acılara netice olmuş olaylar sırasında bile çelik gibi sağlam kalmıştır. Sırf “ayakkabı kutusu” üzerinden eleştirilen yolsuzluk meselesi üzerine ortaya çıkan dahiyane karikatürler niyetleri açıklamaya yetmiştir. “ Tokat atsan daha iyiydi” dedirten, her türlü kepazeliği bir resim ve baloncuklar içinde iki diyalogla ifade eden bu yaratıcılık hükümete en büyük darbeyi vurmuştur kanımca.

İnsanlara, üretken olmayan iktidar- muhalefet arasında yaşanan bu atışmalar gına getirtmiştir. Bu tekrarlanan süreklilik, etkisini yitirmiş herhangi bir toplumsal reaksiyona zemini geciktirmiştir.

Baskı, şiddet gibi kendi içinde ciddi sonuçlara yol açacak gelişmeler karşısında gelişen muhalif sanat karikatürün etki gücünü anlamaya başlayan iktidar, bir çok soruşturmayla engellemeye çalışmış ama “zeka”lardan kaynaklanacak ki gerekçesi olarak sarf edilen cümlelerinden “al sana malzeme” dedirtmiştir. Elbette bu durum tekrar onlarca karikatürle cevap verilmiştir.

Muktedirin sistemine onun diliyle cevap verilmesi yerine michel faucault’ un dediği gibi devrim için yeni bir lisan yeni bir paradigma oluşturmalı ve öyle cevap verilmelidir.

Elbette karikatür; otoriter rejimi, baskıyı, şiddeti,sömürüyü ifşa etme ve onu en sade haliyle geri püskürtme konusunda elzem rol oynamaktadır. Tehlike sadece mevcut hükümet olarak algılandığında eleştiriler ve yöneltilen yoğunluk doğru tarafta olabilir.

Ancak…

Eleştirmek için mevcut muhalefetin iktidara bu şekilde gelmesini mi beklemek gerek? Yanlış zamanda doğru direniş ne kadar etkili olabilir? Bunun için kahin olmaya gerek yok. Aynı yeni muhalif dil en çok alternatif partiler için oluşturulmalıdır.

Sokaklarda yaşanan bu gelişmeler karşısında siyasal muhalifler iktidarla mecliste yumruklaşmayı bırakıp, alt sınıfların emeği olan bu dinamizmin içinde bu orantısız şiddete karşı kullanılan orantısız zekadan esinlemeleri gezi ruhuyla bu şiarı devam ettirmeleri gerekir.

Murat Duran

 

Öz geçmiş: Murat Duran(1989) Diyarbakır’da doğdu. Tunceli Üniversitesi Sosyoloji 4. Sınıf Öğrencisi