26 Mayıs 2015 Salı

Cümleler Yaşamla Bağımızdır / Misak Tunçboyacı

 

 

Cümleleri yarıda koyup biteviye hınca rehin etmek, şiddete elini kolunu kaptırmış, linçe sözü kurban vermiş, durmadan diyet istenmiş hep o talep edilmiş ülkede hayat bunun neresindedir? Hayat büyük cümlelerin arasında kerhen anılalar mıdır? Sonsuz kere yıkımlarla yüz yüze, baş başa kalınırken bir biçimde hemavaz olamamak mıdır? Nutuklar, büyük vecizler birbiri ardına yinelenirken gerçeğin gerçeği çürümeyi ifşa ederken hayat her nedir, nasıl bir bahistir? Nasıl yaşamda bağlı kalınacaktır bunca bezirgânlık bir o kadar hinoğlu hinlik körlemesine sürdürüle dururken hala. Cisimleşmiş olan, devletin hemen her gün şiddetle kendi dönüşümünü aralıksız güncelleye durduğu bir menzilde “hayat” nasıl bir meseledir. Kestirmeden, dosdoğru, şiddetin olağanlaştırıldığı yerde hayat tam olarak nedir?

 

Kutuplaşmanın zıvanadan çıktığı bir menzilde sözün ikrara değil hiddetin ve haddin değirmenine su taşınan ülkede bu kadar badireden sonra yeni felaketleri nasıl okumalıyız? Gün aşırı aşındırılıp, çekilip, çekiştirilip yeni bir yara ortaya çıkartma tavrını nasıl değerlendirmeliyiz her ne yana koymalıyız? Bildiğimiz her bir şeyi sözü ve meseli hiç ezber okumayın, masal anlatmayın, ilk siz başlattınız dolaylarından sayıklayarak örseleyenlerin menzilinde bu çukurun halini daha ne kadar öteleyebiliriz? Her nereye kadar ol inkâr ülkenin boynunda taşıyacağı bir utanç olacaktır. Olmaya devam edecektir. Hiçbir şey ve her bir şey birbirine bunca karmakarışık eklenmişken hala aynı teraneler ile nereye varılacak, daha hangi eşikler kalmıştır.

 

Tüm bu utançlar sıralanıp dizilirken daha ne kadar her şey güllük gülistanlık olarak görülecek ve bilinecektir. Bir hikâyenin platosunda değil sahici olan, gerçek yıkımın güncelliğinde hayat her nerededir? Hayatın bunca eksik ve gedik konulduğu bu yerde insanlık artık neyin nesidir? Hiçbir bahsin tam olarak vaktinde konuşulmadığı yerde sözcükler bir şeyleri çağrıştırmıyor mu, halimiz nicedir? Bunca kolay viraneliğe dönüştürülmüş olan bir menzilin geleceği her nasıl okunabilecektir. Dahası da vardır her şey bunca kolay yıkıma terki diyar edilirken yarının nasıl bir halde karşımıza çıkacağı muallâk değil hakikatin kendisini bir eksiği olmaksızın göstere gelmektedir. Hayat mahvedişlerle sınanırken, günbegün daraltılarak yeniden biçimlendirilirken yarınsızlığımız ifşa olunmaktadır kestirmeden.

 

Sorunlar birbiri peş arka arkaya yinelenmekte, birikmeye devam etmektedir. Bunun için mesele sadece soru yığını değildir artık bu yaşamı şansa bırakmış olan ülkenin her günüdür. Her güne sığdırılan bir dolu kıyamettir açıktan. Eksik olmayan hiddetin sonunda evirilerek linçe dönüştüğü, sözü eksilttiği ya da toptan mahvettiği bir uzamın kendisidir derdin büyüğü. Hayat sahiden ülkenin ‘sınırları’ dâhilinde ne anlama gelmektedir? Varlığa karşı tahakkümün, var olma çabasına karşılık zorun ve söze karşı dayatmaların iş bu ülkede, el üstünde tutulması halidir, düşünceyi zor ve aşılmaz bir karanlıkla hemhal ettiren. Tek bir günün bile bırakılmayacağı; “müjde” gibi duyurulurken sıradan olana eza verebilmek için her gün yeni bir oyunun sahnelendiği yerdir karanlık bahsi ile hemhal ol mevzi.

 

Kast edilen hayat bahsini hiçleştirmektir. Sözü savunmak unutturulandır. Mücadele toptan hafızadan sildirilendir. Hak aramak, talep etmek, yalana çıkartılandır, yalan edilendir. Günler günleri kovalarken daha büyük, daha derin yaraların peyda ettirilmesidir işte sürdürülen. Günler günleri kovalarken söz daha dolaşıma çıkmadan, noktalanmadan, linçlerin hazır ve nazır ettirilmesidir sürdürülen. Gayretine düşülen onlar hep konuşur bu malum cenah, herkesin haddini öyle ya da böyle bildirir meselidir. Topyekûn varlığa karşı, varım buradayım çıkışına tacizin sürekliliğidir icra olunmaya devam edilen. Hiddetin bir norm olarak bildirimi, devletin, onu yönetenlerin, onunla hareket edenlerin yolunu da temellendirmektedir istikamet hep bu bağlam üzerinden ilerlemektedir.

 

Yenileşme nam edim bu eskinin pespayeliğine sahip çıkılmasıyla meydana getirilendir. Tenkit ve tehditler bir yönetişim tarzından çok açıktan işte bu despotizmin eksiğini gediğini tamamlamak adına yinelenmektedir. Faşizm güncellemesidir her şeyden önce vuku bulan. Varlığa karşı en sert biçimdeki tahakkümün, var olma gayreti ve çabasına karşı yoksunuz siz nüvesinin, söze karşıysa keskin ön yargıların iş bu ülkede aklın ta kendisi bildirilmesidir vuku bulan. Bir yerde sıfırlamalardır mevziinin dört yanında güncelliği muhafaza altına alınan. Bir muhafazakâr ülkede yaşamıyoruz sadece. Başlı başına bağnazlıkla hemhal, onu yeni tabular devşirebilmek için kullana gelen bir ülkenin sınırlarında yaşamın her ne hallere konulduğunu deneyip teyit ediyoruz.

 

Denek edilmiş olan hayatlarımız sanki her şey bir mizansenmiş gibi cisimleştirilip anılırken gerçekte olan biteni anlatan, paylaşan ve hazanın ta kendisine vardıran bir bileşkeyi karşımıza çıkartmaktadır. Varlığa karşı bu taarruzlar hemen her gün yinelenendir. Yinelenebildikçe yeni denilenin anlamı dönüştürülmektedir. Belleğe bir biçimde yerleştirilmeye, kazınmaya çalışılan şey bu derdest edişlerin sürekliliğidir işte eksiği, gediği olmaksızın. Hayat bahsimiz erkin iki dudağının arasından dökülenlere göre, gününe ya da duruma bağlı olarak beğendiği umduğu yaftalara, ön yargılara göre tehdit altına alınmakta, dahası yarınsız kılınmaktadır. Meseller ortakken, meseller bu uzamda politik bir birlikteliği ne kadar ivedi olduğunu göstere gelirken, hegemonyayı elinde tutanın, gücü sınırsızlaştıranın her fırsatta dile getirdikleridir bu anlatmaya çalıştığımız varlığı linç etmeye devam ettirmeyi halen bir görev addedenlerin eyledikleri.

 

Bugüne rast getirdikleri bir ülkede azınlık olma halinin her ne biçimde olduğunu da özetlemektedir. Varlığa karşı taarruzlar bundan sıklıkla yinelenip hep yeni bir noktadan hayatın güncesine dâhil edilmektedir. Azaltabilmek, azınlığı çoğunlukça bir biçimde yok edebilecek bir rakam olarak değerlendirmek gailesi bu hınç ufkunu güncel kılar o heyula dâhilinde. Bugün bu ülkede yaşaya geldiğimiz sistematik saldırıların, birbirini takipçisi olan hiddet seremonilerinin, linç daveti olan vecizlerin ve dahası pek çok şeyin kıyısında iş bu mahvetme istenci peyderpey güncellenmektedir. Bir biçimde ol mahvetme istenci şeklini tamı tamına şemailini kotarmaktadır erk eliyle erkin gücüyle ve dönüştürmesiyle. Varlığın yokluğa tekabülü, koşar adım başlangıç noktasından beriye düşmesi demokrasimizin ulaştığı menzilin de bildirimini gerçekleştirmektedir.

 

Seçim, seçenek çabasından ötesi, bir tahayyülden fazlası, kesinleştirilemeyen tahayyülün derinliği bu noktada, demokrasi denile gelenin yıkıma “rehin” edilmesiyle burada olmanın halini göstere gelmektedir. Varlığa karşı tenkitlerin, yıkımla yan yana yürütülmesi yok edişlerin menzilini de bildirmektedir. Bu ülkede ümidin varlığının artık açıktan yağmalanmasının önünün açıklığıdır dert ettiğimiz. Cümleleri yarıda koyup biteviye o hınca rehin ettiren aklın önümüze çıkarttıkları, günümüzden çaldıklarıdır meselemiz bugün ve hala. Cümlelerin yarıda koyulduğu işitilmesine bile tahammül edilmeden hırapalandığı ve bir tabi ki susturulduğu uzamda paylaşılanların her ne için olduğunu idrak edebilmek bunca zor mudur?

 

Benim memurum işini bilirden, bunlar böyle böyle hadlerini bileceklere, sizler gibi neferlerle denilerek gönençlenenlerin, cenahın dönüşümü ele aldığı ilk menzil cümlelerimizi kırıma uğratmaktır. Zamanının paşalarının, cunta günlerinde topluma dayattıkları şartlanmış, koşullanmış reflekslerini harfiyen uygulayan, güncelleyen cenahın yeni Türkiye bahsi hep bu kırımla yinelene gelmektedir. Mesele biraz değil basbayağı budur. Adaletsiz, hukuksuz, daim özgürlüksüz, hemen her şeyin tırpanlandığı tehditlerin galebe çaldığı, hiddetin üstün kılındığı bir menzildir cümlelerin kırımı. Cümlemizin arz-i halinin zapturaptı buradadır. Kanıt belge ve ispat meydanlarda ol haddi hududu devşirip duran siyasanın en günceli hali paylaşanlarla hep güncellenmektedir.

 

Vezir-i Cumhur’dan, başvekile, böldürmeyeceğiz, yedirmeyeceğiz galiba en mühim sorgulatmayacağız bahsi ile yaftalarla tahlili kıt meramlar olarak nakşolunmaktadır. Cümleler böylelikle azaltılmakta tehdit güncellene gelmektedir. Bizatihi baraj aşılırsa barışma istenci, sürecinin de sonu gözükür tespiti gibi hep daha bedbin, daha kalıcı bir korkunun inatla salınmasıdır cümleleri eksiltmekten alıkoymayan. Tehdit hala günceli, tahakküm yenilenebilir ve zul sahiden kalıcı kılınandır bu menzil dâhilinde. Her gün tekrarlanan yegâne şey bu bahsin artık adının bile anılmayacağı bir biatın kalıcılaştırılması gayretidir. Yeni olarak anılan eskiler ve eskinin en güncel halinden el bulan tahakküm ile söz yağmalanmaktadır. Biteviye sunulan, paylaşılan, sahneden, ekranlara, yazılı olandan işitsel kılınana meramı yok ettirmek, sınırlarını keskin bir biçimde daraltmak adına düzenlenmektedir.

 

Bugünün ülkesinin moderni, yeniliğini eksiksiz göstere gelen her gün ajansların onca müdahaleye rağmen paylaştıkları haberlerin en umulmadık satırlarından belirginleşmektedir. Şeklin, şemailin zor ile kurulduğu bir yerdir işte o satır aralarından yaşayacaksınız diye buyrulan. Foucault’nun biyopolitik aksında o yaşayana dair tespitlerinin, maruz kalınan dayatmaların her ne olduğunu göstere gelen bir yerdeyiz işte şimdi ve şu an. Her tarafı viran bir sistemde erk halen ayakta olduğunu bildirmek, daha büyük hınçlar için burada olduğunu göstermek için senaryolarını güncelliyor. İç güvenlik yasasından baskı ve tutuklamalara, sözün yıkımından, hak gasplarına, yağmanın süregitmesinden bunlara ilaveten okunan masalların hep tek renkliliğine ve durumu seve seve katlanacaksınız bahsinde ol diklenmelerle senaryo tazeleniyor.

 

Bir kurgu ki her günü daha derin bir cerahatle donatıyor. Her gün ayrı bir çürümenin ve yıkımın ta kendisine ev sahibi olunduğu yineleniyor. Dur durak bilmeksizin yinelene gelenlerin yarınsız bir ülkeyi kotarmak adına olduğu muhakkaktır bunca tecrübeden sonra. Katilin ressam diye yutturulduğu yerdir bu senaryolar dünyası. Onlarla, yol almış olan şimdiyi tanımlandıran, eyledikleriyle güncelliği eksiksiz “cehenneme” çevirenlerin ortaklığıdır senaryodan çıkagelen. Kral çıplakken sistemin de çürük olduğu yansımaktadır her ne kadar anılmasa da bu yeni içerisinde, yeni olduğu vurgulanan ülkede. Fabrikalarından, kara kör madenlere, ofisinden sokağına, oradan evlere müşterekin tekinsiz, korunaksız yapayalnız kılınması gayretidir güncellenen.

 

Yazılmış ve yazılacak olan tüm kurgunun gerçekliğe evrimi ve çabasıdır derdine düşülen. İstemsiz değil neredeyse hesaplı kitaplı milimi milimine ölçülüp biçilmiş bir cerahatin yaygın ve sabit bildirilmesidir mesele. Fabrikalardaki direnişten sokakta hakkını talep edenlere karşı sergilenen hiddete esas meselin hiç konuşturulmamasıdır üzerinde günbegün yeni bir senaryo çabasına düşülen. Sıradanın ne hakkı, ne de aklı yoktur önermesini artık belirgin, yekpare kılmaktır durmadan, durumdan vazife çıkartılarak gayret edilen. ‘Yeni’ sözün yaşam çıkarsamasının ve tahayyüllerinin önünün alınması budur. İstisnasız menzilin ol şiddete meyyallikle beraber terbiye edilmesi gayretidir üzerine düşünülen. Bu toprakların canı hiç yakılmamış gibi, daha ne eksiği varmış, kalmış gibi yenilerinin yollarının aranmasıdır işte ol senaryolar düzeni.

 

Ya komplo, ya paralel, ya mihrak ya da düşman, metaforlar çeşitliliğine yenilerini eklemeye devam ederken cana kastın süreçleri yenilenmektedir. Birileri konuşur bu sistemin başat olduğu iddiasındaki partisinin hegemonyası tam da eskilerin, tam da ol eskidiği bildirilen, sonlandırıldığı betimlenenle nefes aldığı ortaya çıkmaktadır. Tahakküm bu ülkenin her gününde apayrı bir biçimde çıkartıla gelmektedir. Takvim yapraklarında günün anlamı ve önemine dair yazılanlar kadar artık sığamayanların cümleleri düşülmektedir. Sığdırılamayarak taşaduran bir tanıklık güncesi tutulmaktadır. Sistemin içine girerek onu dönüştürmek gerektiği gibi bireyin sözünü işiten bir mekanizmaya evirmeye gayret eden HDP’nin başına getirilenleri bir kez göz önüne getirdiğimizde bu güncenin bir kısmı meydana çıkacaktır.

 

Siyasanın hayatta en gereksinim duyduğumuz sözcüklerini taşıyabilmesi, -politik- olanın hayatın öznesi olduğu yaşantılarımızın en nihayetinde ortak alanda duyulması, bilinmesi meseline karşı tehditler işte bu menzilde o takvime düşülen notların ağırlarındandır. Yaralarımız dün Pontus Rum Kırımı, dün Dersim, dün Maraş ya da Sivasken daha yakınımızın Roboski olduğunu bildirmektedir iş bu meselde. Hayata karşı taarruzların çok yakın zamanlarından bir diğer örneği Gezi Direnişi boyunca katledilen canlarımızın davalarında günyüzü bulanlardır işte o notlara sığmayıp artık taşaduran. Hiçbiri bir kenara atılmayacak nice şiddetin sergilendiği bir menzilde halen canlara kastın sıradan bildirilmesidir ol senaryolarla bildirilmeye, bunca ağır bir biçimde yinelenmeye devam olunan.

 

Gün geçmeden bir başka yarasına tanık olduğumuz; Suriye’den Irak’ına bu erk iradesiyle, gayri resmi alttan alta destek çıkılan sevimli çocuklar diye geçiştirilen çetelerin, bir başka bin dokuz yüz on beşi temellendirdiği bir dünyada yaşadığımızın ibaresidir notlarımıza yer bıraktırmayan. En son ajanslarda yer bulan bir kültür mirası olarak “Birleşmiş Milletlerce” tescil edilmiş olan Palmira antik kentinin de yıkımının söz konusu olabileceği bildirilendir. Ol meselde, sadece birkaç adım ötede sınırın bu yanında da gerek ucube olarak değerlendirilerek, gerekse de artık bizim lazımımız değil denilerek, yaşamları tüketme, geriye kalan izleri toptan mahvetme sürekliliğinin bir örnekleştiği bir tekrardır o yazıldıkça satırlara takvim sayfalarının menzilini de karaya çalan.

 

Bu karanlıklar silsilesi, tehdidin her ne olduğunu yineleyen bir algı biçimlendirilmeye devam edilmektedir. Bu istencin her ne olduğunu en sonra gerilla cenazesi için toplanan insanlara saldırmayı uygun gören, sözüm ona barışırken bile zulmünden es kaza bile taviz vermeyen devletin Varto’da eyledikleridir sözü yarıda koymaya, cümleleri eksiltip duran. “HPG gerillası Fehmi Yılmaz’ın (Agit Kop) cenazesinin Varto’daki “Şehit İsmail ve Ronahi Şehitliği”nde defnedilmesine engel olmak isteyen askerler, cenaze konvoyuna saldırdı.” Ajansa düşen tek satırlık haberin detayında bir halka taarruzun her ne demeye geldiği bir kez daha cisimleştirilendir. O saldırıdan bir insanın canı daha tehlikeye bunca kolaylıkla atılmıştır. Evet barışmak da bir ihtimaldir ama böylesine bir hınçla karşı karşıya kalınırken daha ne getirilecektir o özleme varmak giderek yalan edilirken.

 

Dönüp dolaşarak aynı cümleleri kuruyor gibi görünebiliriz. Bir yerlerden aşina olduğumuz sesleri paylaşıyor, yazaduruyor olabiliriz. Gel gelelim ki yaşadığımız güncellik bu satırlarda andıklarımızı artık kesintisiz bir biçimde hayatımızın merkezine konumlandırmaktadır. Yarınsızlığımız, ümidin heba edilmesi gayreti artık açıktan bir tehditten öteye varmaktadır. Gerçekten gerçek kılınandır bu sarmala benzeş olan karanlıklar ülkesinde yıkım. Sözlerimizi hatırlayabilmek kaybettiklerimizi telafi edebilmek, kırgınlıklarımızı aşmak, yaralarımızı artık sarabilmek sıradan olanın sesindeki hali anlamı ve meramı ortaklaştırarak mümkündür. Gerisi bu kimselerin okumadığı, bu sokaklarda az ama öz olan insanların paylaşa durduğu bir mesele olandır. Cümleler yağmalanmadan bir an evvel konuşmak, anlayabilmek, hayatlarımız adına elzem olandır. Belki de son çaremizdir, en son çıkışımızdır. Arz-i halimizdir.

 

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Sizin Mercedes konuştuğu ülkede / Ruhi Uzunhasanoğlu

Büyük tepki üzerine Diyanet işleri başkanı kızdı “makam aracını ibret-i alem için geri vereceğim” dedi.Kime ibretse onu anlamadık ama hiç olmazsa doğru bir iş yapmış olacaktı.Sonra biri çıktı “Ben olsam geri vermezdim” dedi.Diyanet işleri başkanı dedi ki “Bu makam aracı ( Niyeyse ille de Mercedes) bize mezar oldu.Buna rağmen biri dedi ki , yarına müjde var.Akşama kadar sabredemedi müjdeyi öğrenmiş olduk.Eski Mercedesin yerine bu kez zırhlı Mercedes tahsis edilmiş.Neden Zırhlı ? Sizin canınız neden bu kadar kıymetli ?..Ben 3 yıl aradan sonra memlekete geldiğimde bir çok şey görünürde aynıydı (3 yıl uzun süre değil zaten) ancak net olan bir şey vardı.Sanırım bir çok ilde durum aynıdır hatta daha vahimi vardır.Sokaklarda yürüyemez haldeyiz.Artık her adım başı Suriyeli çocuklar paçamızdan çekiştiriyor.Memleketin bin derdini ayrı yazarız ama ,Bu manzara başka bir dram.Sen git ” kardeşim” dediğin adamın ülkesinde içsavaşı her türlü destekle.Milyonlarca insan kaçsın.Ölsün.Kafası kesilsin.Kadınlara…Neyse.…Sizin Mercedes konuştuğu ülkede,Ben sabah cebime bozuk paraları koyup öyle sokağa çıkıyorum.O garibanlara 25 kuruş , 50 kuruş dağıta dağıta yoluma devam ediyorum.Hergün.Evet hergün.Ya da kaçıyorum onları görmemek için.Kulağımı tıkıyorum duymamak için.Çok derdi var bu ülkenin.Daha birini yazdık.Nefes alamaz haldeki şehirlerimizi , beton sevdanızı , memleketimin derelerini salak bir rant için (evet enerji değil , sadece rant) kuruttuğunuzu , sahilleri yağmaladığınızı , çaldığınızı , soyduğunuzu , bakara makarayı bile umursamadığınızı..Isırırım,yalarım,bal dökerim,mermi sıkarım,aşık oldum..Bu ne kardeşim? Nereye geldik?.Burası neresi ?…Sizin Mercedes konuştuğu ülkede,Asgari ücretle ölüyor insanlarımız.Somada , Ermenekte,Torunlar inşaatta ve çok yerde.…Bu ülkede bütün haber bültenleri gözyaşıyla izleniyor farkında mısınız ?Daha ötesi var.”Vallahi ben uzun zamandır haber dinleyemiyorum-sinirim kaldırmıyor” diyen çok sayıda insan var.Eserinizle övünün.Bu sabah metro inşaatında bir işci daha öldü.Eğer haber olursa yine düğümlenecek ekmek boğazımıza.Size dram yapmıyoruz kardeşim.Anladık yol yaptınız , barajlar , ne bileyim devasa plazalar , iyi de birader meyve alamaz hale geldik.Kendi kendine yeten ülke diye öğretmişlerdi bize.Çarliston biber kaç para haberiniz oluyor mu Sarayda ?Sizin Mercedes konuştuğu ülkede,Vazgeçtim sormuyorum Gezide öldürülen çocukları.Bugün ölüm yıldönmü Uğur Kurt adında bir delikanlının.İbadethane olduğuna bir türlü ikna olmadığınız Cemevinin bahçesinde öldürüldü.Geride bir çocuk yetim.Bir eş gözü yaşlı.Neden ? Ne anlatacaksınız o çocuğa büyüdüğünde.Davası ne aşamada diye sordunuz mu Diyanet olarak mesela.Siz Mercedesi konuşun..

18 Mayıs 2015 Pazartesi

İş Cinayetleri Almanağı 2014 / Ruhi Uzunhasanoğlu

Bu kitapta anlatılan gazete küpürlerinde ve belkide ana haber bültenlerinde bir kaç saniye  duyduğunuz ölümlerdir.Bu insanlar birer onar ve giderek 300’er ölürler, biz üzülürüz ve yakınımızda değilse unuturuz.Ya da seney-i devriyesinde hatırlarız.Oysa o ölümlerin ardından ayrı bir hikaye başlar. En kötüsü nedir bilir misiniz ? Çaresizlik.Çaresiz bıraktılar her defasında insanlarımızı.Çoğunlukla ” Ölünüzü alın gidin.Sesiz olun” dediler.İnsaflarına gelirse üç kuruş sadaka.Hatırınıza gelecektir.Ocak 2008 de Davutpaşada patlama oldu. O gün 21 isçi öldü.Her zamanki gibi buna “İş kazası ” denildi.Davutpasa aileleri bu kazaya kaya gibi itiraz ettiler.Çelik gibi, Ateş gibi itiraz ettiler.Hukuk ve adalet savaşının en kutsalını başlattılar.O tarihten bir süre sonra artık iş kazası değil CİNAYET kavramı girdi hayatımıza.Bu acılar yaşanırken ve çaresizlik dört yanı kuşatmısken bir grup gönüllü insan ortaya çıktı.Bunun adı Dayanışma iklimidir.Hiç bir çıkar gözetmeden , acılı aileleri katagorize etmeden sahiplendiler.Bu kitap onların emeğidir.Arkasında uykusuz geceler , alın terinin kralı olur mu bilmem , işte o kral emek var.Ben tanık oldum.Hepsi müthiş özverili.Onların koşturmacasını izlerken neden bu ülkeden hiç bir zaman umudumu kesmediğimi daha iyi anladım.Emeği geçen herkese binlerce teşekkürler.Bu kitap yayınevlerinde var.Gidin.Sorun.Alın.Sağolun.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Misak Tunçboyacı /Çürümeden Önceki Son Çıkış

“Görmüyor Muyuz, Bocalıyor insan, aranıyor hep, Yer değiştiriyor, yükünü atmak ister gibi.” Titus Lucretius Carus

 

Gidişata dair bir portreyi oluşturabilmek, esas resmin detaylarına vakıf olmak ve bu bahisleri genellendirmelerin sığ sularında dolaşmadan bütünleştirebilmek, hakkaniyeti hatırlayabilmek haddizatında önemli sorunlarımızdandır. Olan biten her şey, bugünün sınırlarını zapt ederken, dönüştürmeyi aralıksız sürdürürken, erk nizamının gerçekliği sıradan için yeniden bir ‘sınavı’ çağrıştırmaktadır. Yaşayadurduğumuz yerin hayatiyet bahsinden arındırılması bir nevi fabrika rutinine, makine nizamına, hassasiyetine evrimi gidişatın ve çürümenin ön okumasını sağlama alacaktır. Gerçek kılınmaya çalışılan hayatı mekanik, hissiz bir tecrübe haline dönüştürmektir. Yaşaya durulan bir tecrübeden çok daha fazla dayatmanın ta kendisidir. Kırmızıçizgilerin icat olunmasından bu yana süre giden daraltım çabası yalın bir biçimde sıradana hayat hakkı, alanı bırakmamaktadır.

 

Düşüncenin önüne kurulan aşılmaz setlerin, engelleme gayretlerinin, hayata dair hemen her okumayı, olasılıkları ve rastlantısallığı, aslen sözü, daha en başından saf dışına ittiğini yekten bildirmektedir. Gidişatın, dipsiz ve sonsuz bir karanlık huzmesini barındırması, açığa çıkanın tecrübe ettirilenin, lalettayin bir mesele değil hepimizin “ortak geleceği” olduğu konusunu özetleyecektir. Karanlığımız derinleştirilendir. Kaçınılmazdır diye bildirilen tecrübe ettirmelerin bir sonraki basamağı daha derin bir ‘yıkıma’ tanıklıktır. Daha derin bir yıkıma yol alınmasıdır. Şekli şemaili günbegün değiştirilip, dönüşümü hemen her gün farklı bir ‘odaktan’ ama aynı arkaik mantıkla korku üzerinden yükselen bir ülkenin bina edilmesidir gidişat. ‘Yol’ dönüştürüp, karmaşıklaştırdıkça içine değil, tersi yöne gidiyormuşuz izlenimi uyandırılırken o bahiste hepimiz derinlerine çekilmekteyizdir, girdap gidişatı gösterir.

 

Yurdun dört yanında bir çabayla sürdürülen gidişatı aksettirendir bahis. Korkunun cisimleştirildiği bir menzilde; hayat kâbuslara rehin bırakılmış bir rutinler toplamıdır artık. Korkunun kalıcılaştırıldığı uzamda dün gibi, gün de yeniden yıkımlara terk edilmektedir. Modernizmi tersinden kurmayı amaç edinen akıl, hayatlarımız üzerindeki prangalarını, gasplarını, günden güne arttırmaktadır. Sözün değil işitilmesi artık kaile bile alınmaması sorunların varlığını kısadan göstere gelmektedir. Yazılan bahsedilen ve tanık olunanların, umursanmaz bir tertibatla, ‘hegemonyaya’ birer kasıtmış gibi değerlendirildiği yerde hayaller ve hayat sıfırlanmaktadır. Nicesinden bildiğimiz aklımızın bir köşesinde hep yer etmiş tahakkümün sanki bir alınyazısıymış gibi takdimiyse buradan itibaren şekillendirilmektedir. Hayatın mahvı en başta da hayallerin zaptı ve yok edilmesiyle sağlama alınır.

 

Ümit var olmanın değil kalıcı yıkıma tanık olmanın onu yaşamanın her neye dönüştüğü salt bu iki cümleden bile anlaşılabilecektir. Cümlemizin tümcesi, böylesi bir viraneliğin, eksik gediği olmayan tamamlayıcısıdır. Tahakkümün artık enikonu yaşamın beşinci elementi haline dönüştürüldüğü bir menzildir bu anlatmaya çalıştığımız. Foucault’nun metinlerinde, sıkça dile getirdiği “devlet formu” artık bu sınırların güncelliğidir, yaşattığıdır eksiksiz bir biçimde hala ve hala. Zaman mefhumu; dönüşürken, ilerlerken fiiliyattaki kırılmaların, tüm duraksamaların menzili iş bu kör kuyudur. Genellendirme barındırmayan özetin özeti siyasa üstü görünen köy budur. Halen kılavuz arana durulurken yaşamın artık; tecrit edilmiş haller toplamına evirildiği yerdir bu bahis. Sözüm ona her sözün edilebildiği, oysa hiçbir şeyin, bahsin, meramın açıktan dillendirilemediği bir uzamdır kılavuz istemeyen.

 

Tahakkümün devinimi biyopolitik bir mesel olarak çürümenin takdim edilmesi günaşırı belagatin saklanmadığı cümleler ile ‘hemavaz’ arz olunmaktadır sınırın dört bir tarafında. Ağrılarımızı biriktirmeye, onlar ile hemhal bir biçimde yol almaya ya da nefes almaya çalışırken aslında payımıza düşürülen ‘çürüme’ ediminin farklı seviyelerinde yol almaya devam ettiriliriz. Çürütülen akıldır izandır tıpkı yer üstünde yaşadığı varsayılan; bedenler gibi. Onlara karşı girişilen her sözün yanıtı, muktedirin savaşımı gibi, ana ekseni çürütmek gailesiyle sınırlandırılmaktadır. Modernin teferruatlardan arındırılmış hali bu ilkel yıkımdır. İlkelliği ise yeni ilkelerle, ülkülerle, belirleyen bir ülkedir vara geldiğimiz. Tek adamın daha bir gün önce yoktur ve olmamıştır dediğine, bir gün sonra vardır hep olagelmiştir düzeyine çekmesinin ilkesizliğidir çürümeyi görünür kılan.

 

Hayatın ederinin bırakılmadığı bir menzilin bina edilmesidir o mesele. Her şey olmaya devam ederken muktedirin hiçbir konuda hesap vermeyeceğinin ilam olunduğu bir serencamdır yaşatıla durulan. Her gün hayat yeniden başlarken erkin nizamına göre yıkımı şekillendirmenin de, kaldığı yerden devam olunduğu bir menzildir çürümeye sahne olan. Hırsızın, katilin, artık enikonu; arsızın kim ya da kimlerden mülhem olduğu, aslen her neyi amaç edindikleri meydandadır. Hayatın bahsi hiç açılmayacak, ona dair hiçbir söz edilmeyecek, onca viraneliği, akla zarar hezimeti yaşamaya tüm sıradanlar olarak devam edeceğimizin bildirildiği bir uzamdır çürümenin menzili. Soma’da ‘resmi’ sayısı üç yüz bir insan olarak tescillenen devletçe handiyse tüm çabanın bu katliamı oluşturanları ele vermemek için kurulduğunu gördüğümüz bir ülkede, davanın da sürdürülen trajedinin devamı olduğunu imlemek mümkündür.

 

Daim olduğu üzere, hayata vurulmuş hiçbir kete verilecek en ufak bir yanıtın dahi bırakılmadığı bir uzam geliştirilendir. Katillerle onları var eden bu düzen yağmalara göz yumup kendi payını iç eden çıkarlar bileşimi vs. hepsi vatan millet sakarya’nın bedenleri yok ettirerek var olduğunu göstermektedir. Vatan denilip durulan sahayı kolektif bir dille, anonim şirkete dönüşmesi gereken yer olarak zikreden ustanın, dilinden düşürmediği bu güzergâh, tanım her biçimde ölümün var edildiği fıtrat gereği olur size de çıkabilir diye kısaca kestirilip atıldığı bir sonucun menzilidir. Düzen ancak öldürdüğü, çürüttüğü, zehrettiği, gaspı, yağmasına devam ettiği kadarıyla var olacaktır. Tehdit ve tenkitlerin kalıcı birer çözüm olarak irdelene geldiği, bahsin hep buradan açıldığı her iki adımda bir yine, yeniden bunun dolaşıma çıkartıldığı bir mefhum bina edilmektedir.  Seçeneğin yahut da anlatımların her neden ısrar ve inatla daha önce denenmiş, gidilmiş yıkımlarla hemhal olunan yolların devamı olduğu konusu halen yanıtsız bırakılandır.

 

Hayatın mahvı ve olası gidişatı hali hazırda yolda düzene sokulan, biçimlendirilen bir edimdir. Bunun için üstenci kimliğin devir daim olduğu yerde, sözün artık işitilmez bildirilmesi kalıcılaştırılmaktadır işte. Onun içindir onca çabanın ve gayretin altından sağından solundan çıka gelenin bir ezber edilmişten ağır bir yüke evrimi böyle söz konusudur. Bir şekillendirme gayretinin tam da dibinde işte bu yok etme güdüsünün sıradanlaştırıldığı bir uzam günbegün geliştirilmektedir. Yaşadığımız menzilin rotası, olası geleceği bir kez daha bu tavır üzerinden yönlendirilmektedir. Yaşayabilmek aralıksız, kural gibi dayatılan rıza gösterin uyarılarına tam teşekküllü bir teslimiyetin kendisidir. Yaşamayı; tahayyül etmek, özgürlükten, benlikten, fikriyattan uzakta bir ülkeyi göstere gelmektedir erkçe. Bir devinim, öylesine derin bir ağrı ki bir gün bile geçmeyen, bir gün bile önemsenmeyen yaşanmışlıkların her hali kalıcı olan yıkımı bu odakta, şimdiye sıkıştırılmıştır.

 

Kimlerden olduğumuzun değil, bu bahse tehdit oluşturup, oluşturmadığımıza göre karşı tavır alınmaktadır. Hal ve gidişat buradadır ve bunun doğrultusundadır. Resim artık resmen paramparça edilendir. Sözün hiçbir emaresi, karşılığı ne için eylendiği bahsi söz konusu değildir. Tekilliğin güzergâhı dâhilinde öncesinden belirlenen yol haritasına uyum sağlayıp, sağlamadığına bakılarak fikriyat ya yüceltilmektedir ya da yerin dibine sokulmaktadır. Ya duyulmaktadır ya da bir kulaktan girip öbüründen çıktığı artık ‘açık’ bir biçimde işlenmektedir. Meşum medeniyet türküsü burada tükenen bir anlamdır, her notası eksik gedik olan bir toplamdır artık. Yamalı bohça haline dönüşen ol, medeniyet beşiği tanımı tekilliğe dâhil olanlar harici geçersiz olduğu bildirilendir. Ötekilik bahsi üç yüz altmış beş gün altı saat yeniden yeniden üretilendir.

 

Hırsın kimden çıkartılacağının kestirilmediği bir toplama varılmaktadır, müşterek bahisse saf dışı, hayat enikonu viran edilendir. Yıkıntılarının arasında yükselirken o korkuları, yıkımları anlayıp bir daha olmasın diye çabalayan değil, öncesi kadar yıkımı yenilemeye gayret eden bir ülkedir Yeni Türkiye. Yaşanan bir menzilin yerine, sımsıkı kuralların, denetim ve gözetim hamlelerin refakatinde daim olarak –mış gibi yapılan bir form, hayatlarımızı dönüştürmektedir. İnsana dair olanın artık anılmadığı, bir ‘personaya’ dönüşmüş olup salt seçim güncesinde hatırlanan ötesinde de hep yalnız koyulmaya devam eden mamafih takip edile durulan sürekli tenkitlere riayet etmesi beklentilenen, o uğurda çabalanılan bir ülke ve yurttaş kavramı kalıcılaştırılandır. Günaşırı dile getirilen bütün ‘reel politik’ söylem tüm bu yukarıda anmaya çalıştığımız çürümenin düzeneğini sağlama almak adınadır.

 

Hayat bu bahsin artık her yerinde yerilendir. Silinmeye hızlıca yüz tutan unutulmasına ramak kalan, yaşatmaya çalışılan bir dayatmanın süregittiği, kalıcılaştırıldığı yerde artık ne olduğunun sorgulanmadığı bir meseledir hayat. Hegemonya kurallarını her gün yeniden dönüştürürken tek adamın ülkesi yine yeniden bu bahsi es geçen bir rutine hapsedilmektedir, sesli, sesli. Gümbürtüde çıkagelen tahakkümün her neye evirildiğinin kanıtlanmasıdır, artık hiç şüpheye mahal vermeyecek bir biçimde. Dünümüz gibi günümüz de bu tehdit kavramı yalancı benzetimlerle hayat bağlantısı, görünümü ya da replika olan şablona rehin edilmektedir artık. Kierkegaard’ın ya da Orwell’in tahayyülündeki bahisler bu ülkenin her günündedir. Schopehauer ile Foucault’nun yazınsalını incelediğimizde ortaya çıkan devlet normu, çapaksız, pirupak sınırlarımızın güncelliğidir.

 

Bir dün kalmadığı gibi, bir şimdi bırakılmadığı gibi bir yarın için de bahis artık açılmayacak tümü ezberden mürekkep olan bir güncellik sımsıkı örülmeye, hayat mahvedilmeye devam edilecek bir mesele dönüştürülecektir. Yaşayadurduğumuz güncelliğin gidişatı bu basit tümcenin sınırı dâhilinden baş başa kaldığımızdır. Gidişat bunca kesintisiz bir biçimde tükenişin pay edildiği, yıkımın görünür kılındığı ve giderek, koşar adım ilerlediğimiz bir istikamettir. Devletin halka tecrübe ettirdiği şeylerin toplamdaki karşılığı, onca bahisten sonra bu çürümenin istikametidir. Devlet hayatı otomatikleştirdikçe, düzeni mekanik bir ayarlayıcıya dönüştürdükçe her hamlesi ile tüm bu taarruz olarak bildiklerine karşı saldırılarını seriye bağladıkça ‘insaniyet’ meselinin üstünü çizdiği anlaşılacaktır.

 

Toplumsal devinimi farklılıkların sesini ve sözünü değil duymak kaldı ki önemsemek kendi el kitabındaki yargılara göre bunları cezalandırmak bir sistemin bel kemiği haline dönüştürülür. Mekaniğe lehimlenen hissiyatsızlık bahsidir. Yapılanların özeti az biraz da bunu kanıtlamaktadır. Tarafgirliği, devlete biat eden, etmeyen olarak sınıflandıran bir aklın yönetişimi bu menzilin her gününde salt, çürümeyi derinleştirmektedir. Çürümeyi yazılı olandan, gerçeğin gerçeğine evirmektedir devlet aklı. Hayat her nedir bunun sınırları yanıtları, bir ihtimali ötelenmekte, derdest edilmektedir yeniden. Güç istencine özenle sahip çıkanların menzilinden türetilenler geleceği, günümüz içerisinde sorgulanmaz addetmektedir. Verilecek bir hesap olması gerekirken bu bahsin ötelene ötelene uçurumun kıyısına taşınmasıdır çürüme gerçekte.

 

Gerçeklik mahvın tanıklığıdır her ne kadar anılmasa da, görülmese de, işitilmese de gerçek o aralıktan bir yerden tüm karanlığı yırtarcasına bildirmektedir hala. Çürüme sürerken kaç eşik kalmıştır nihai olan yıkıma, daha kaç yol vardır – onun hepimizi etkisi altına aldığını artık anlamlandırmaya. Tükenen insanlığın karşısında hangi “modernizmi”, hangi “tahayyülü” yerleştirirseniz yerleştirin bina ederseniz edin yeniden sonucun “çürümeye” çıkacağı kesindir. Yaraları hala açıkta koymaya devam eden bir ülke benliğinde, devletin refakatindeki tarihsel yağmasından, günü zaptına kadar her evresinde çürüme bahis değildir hakikattir. Çürüme söze vurulan kesintisiz kettir esasen. Engellemelerin nihai sonu, can yakanın ta kendisiyle bir başa bırakılmaktır. Bugün yaşadığımız ülke bu siyasa pragmatizmini en alttan en üste değerlendirip güncelleyen bir manevra sahasıdır.

 

Siyasa sahnesinden kendi sokağımıza, sözümüze sinen bu bahistir, çürümenin de normalleştirilmesidir. Siyasanın ağız dalaşlarından, hamlelerinden arta kalan yine mahallemize düşen ağır tenkitlerin bombalarıdır. En ufak bir acıya, ağuya nizam ve intizamlı merhem olacak iki cümlenin eklenmeyeceğinin tescil edilmesidir ol normalleştirilen. Ağıda karşı kayıtsızlıktır her durumda güncellenen. Duyulmaz, bilinmez ve anlaşılmaz denilip süre giden bir heyula dâhilinde tüm kırımların, kıyametlerin aynı güne denk getirilmesidir inat ve ısrarla yinelenen. Çürümek bir bahisten hakikate, yalan, iftira diye başlanıp mihraklar veya paralel diye devam olunan bir çizelgede itinayla seçilmiş kelimelerle devam olunandır.

 

Yarayı açıkta koymaya devam eden, hiçbir soruna tam vaktinde eğilmeyen, uzlaşmayan, sorunun asıl ne olduğunu düşünmeyen bir temsil olağanlaştırılmaktadır. Layığımız budur diye kestirilip bir yandan da daha ne kaldı ki başa getirilecek diye bekleyedurduğumuz bir meseledir çürümek o en manalı gelecek kısım budur. Gözümüzün içine baka baka yalanlarla istikbalin belirlenmesi gayretinde kalınan noktadan ilerlenmeye devam olunmaktadır. Halimiz de gidişatımız da işte bu çürüme evreninde ne kadar sözümüzü birleştirip, kaybına, mahvına daha fazla tahammül edemeyeceğimiz müşterekimizi geri alarak söz konusu olacaktır. Soykırım sorunsalını huzur içerisinde atlatmış bir ülkede(!) sözcüklerini hiddetle kuranların karşısında bunu yapabilmeli bir kez başarabilmeliyiz.

 

Barışmak ediminden bunca çok bahsedilirken, hiddetin menzilinden yeni rotaların belirlene geldiği ve tehdidin gırla gittiği bir ülkede çürümeden müştereke özlem olana varmak için çabalanmalıyız, yarın çok geç olmadan. Yarın iş işten geçmeden bugünden sözcüklerimizi sağlama almalıyız. Buradayız ve burada kalacağız diyen tüm Ermeniler, Süryaniler ve Rumlar gibi, barışmak iradesine her zamankinden daha çok sahip çıkan Kürdler gibi, acılar ikliminde ortak olduğumuz Aleviler gibi artık anılmayan sorgulanmayan Hemşinler gibi ya da bu ülkenin bir ana unsuru haline ne ara girip ne ara çıktığı muamma edilen Abhazlar gibi daha ve dahası gibi burada, yaşamın akdine geri dönmeyi başarabilmeliyiz.

 

Elin Gâvuruna ne gerek var bizim yerli gâvurlar varken. Neymiş güya ‘Sözde Ermeni Soykırımını’ unutturmak için 23 Nisan Bayram yapılmış diye yazınca siyaset yaptığını zanneden Anayasa yazımından sorumlu profesöründen, Ermenilere, “akıllı olun” diyorum diye yazaduran köşe kadısından sözümüzün asıl her ne için olduğunu vurgulayarak, geri almalıyız. Sahnenin üzeri toz duman edilmiş hala en olmadık nakaratlarla, ezberlerle bir ülke yönetişimi söz konusuyken, seçim sandık bahsinin bir aldatmaca olduğu meydandayken yaşatan bir ülke, demokrasi tahayyülü için sözü geri kazanma çabasına düşmek elzem olandır. Çürümeden önceki son çıkışımız, mahvolmadan geri dönüşümüz orada o bahistedir. Cümlemizi siyasanın ipoteğinden geri kurtarabilmektir çıkışımız artık anlayalım.

 

Misak TUNÇBOYACI – İstan’2015

 

Görsel – Desen Angora – Tigran Tsitoghdzyan http://www.celesteprize.com/tigran