10 Kasım 2014 Pazartesi

Akın Olgun/ Bir ağaç, bir umut ve bazenler

Artık sinmiyor insanın üstüne yazının, sanatın, edebiyatın, müziğin kokusu. Kimi sürgünde soluklanıyor, kimi el yordamıyla direniyor, kimi üzerine salınmış baskılara kafa tutmaktan yorgun, kimi terk edilmiş zaferlere tutunuyor, kimi yenilgilerin içinde avuntulara sarılmış, kimi, kimimiz savrulup bir kenara, iç sohbetlerde kendini arıyor. Tüm olup bitenden bir yanımız eksik ve her sabaha “günaydın” diyen umut, hiç bu kadar kederlenmiyordu yaşama dair.

Nerede bir direnç varsa, nerede insanca bir yaşam hayali kuruluyorsa, nerede el ele tutuşan, nerede sevdayı omuzlayan cümleler çoğaltılıyorsa, oraya gözlerini dikiyorlar. Sevimsiz, zevksiz, görgüsüz bir dil, talan ediyor hayata dair ne varsa.

Yalnızlığı örüyorlar. Birbirine benzer insan yığınlarından, birbirine benzer beton yapılar dikiyorlar. Temiz havaya ihtiyacınız yok, ağaca, ormana, parka, börtü böceğe… Hepsini sizin için koyduk bu gökdelenlerin içine diyerek, yarıştırıyorlar sonradan görmeliği. Dev binaların, şekilli, şekilsiz yapıların içine itip “son fırsat, kaçırmayın” reklamları içerisinde yaşamsızlığı çağırıyorlar.

Sanata, edebiyata, müziğe, yazıya dokunmadan geçen hayatlar, duydukları her farklı sesi, “tehdit” edici buluyor artık. Somurtuyor, azarlıyor, kasılıyor ve saldırıyor. Anlamadığı, tatmadığı, hissetmediği, tanımadığı her şey üzerine kocaman, iri ahkâmlar kesip, “tükürürüm içine böyle sanatın” zihniyetiyle kabartıyorlar tahammülsüzlüğü. İçlerinde kocaman bir boşluk var oysa. O boşluk hiç dolmuyor ve bu yüzden doyumsuz bir maddiyat ve o hayatı dinsel kutsiyet içine aldıkları muhafazakârlık ile birer gardiyana dönüşüyorlar. Öpmek, dokunmak, gülümsemek, kahkaha atmak, el ele tutuşmak, operaya, sinemaya, tiyatroya gitmek, sokakta müzik yapmak, dinlemek, birlikte bir şeyler içmek, eğlenmek ne varsa, insana ve insanlığın yüzyıllardır biriktirdiği kültürel zenginliğe öfkeliler. Cehaletin özgüven patlamasına tanıklık ediyoruz. Cehaletin güce yamandığında neler yapabileceğine tanıklık ediyoruz. Korkunç bir uğultu ile uyuyor ve uyanıyoruz artık. O uğultu her geçen gün daha fazla büyüyor.

Çağın yalayıcıları, buldukları her aralıktan tıslıyorlar üzerimize. Nefes aldığımız her alanı kirletiyorlar. O kadar çoklar ki, elimize attığımız her yerde karşımıza çıkıyorlar. İtaat ederek, etimden, sütümden ne varsa faydalanabilirsiniz diyerek iktidar otlağına koşanlar, artık kaybedecek bir onurları olmadığı için daha da bir “rahat”lar. Yazmak, konuşmak, fikir üretmek için artık akıl gerekmiyor. Yukarıdan geçilen tekstleri ezberlemek yetiyor. Manşetler, yazılar, cümleler, söylemler, giyimler, tıraşlar, makyajlar ne varsa bu yüzden aynı.

Sadece kendileri var, sadece kendileri konuşuyor, sadece onlar yine onlar ve yine onlar. Ağırlıyorlar birbirlerini. Yalayıp parlatıyorlar birbirlerinin sözlerini. Vasatlık, yukarıdan aşağıya kendi kalıbına sokuyor herkesi. Boğuluyoruz… Bu vasatlık, sığlık, görgüsüzlük, zevksizlik zehirliyor havayı.

Derken birikiyor bir yerlerde insanlar. Her şeye rağmen dikleniyorlar tüm olup bitene.

Nefes almanın tek yolu bu çünkü.

Sanatı, edebiyatı, müziği taşıyorlar sokaklara. Birbirinin elinden tutuyor herkes. Bir ağaç için başlar bazen hayat yeniden, küçük bir çocuk için birikir bazen, bazenler hiç bitmez. Nerede bir haksızlık varsa vurur kendini oraya. Nefes verir, ses verir, güç verir. Hayatın sadece kendisinden ibaret olmadığını bilenlerin ortaklığıdır bu.

İçimizin, içimize sığmadığı bir heyecan taşır bu ortaklık. Azız, ama olsun azdan çoğalır zaten insanlık.

Tüm yasaklara, baskılara rağmen, sanatın, edebiyatın, müziğin, yazının, şiirin sokağa inip kendine bir duvar, bir sahne, bir meydan bulmasıdır en büyük itiraz.

İtiraz edenler, kurulan o korkunç baskının içinde, mutlaka nefes alacak bir delik hep açarlar ve delikten akar yaşam yeniden.

Ne yapsalar olmuyor işte bu yüzden.

Kendine bir yer buluyor avazımız.

BirGün gazetesi

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder