5 Kasım 2014 Çarşamba

Murat Duran / Çünkü ben maden işçisiyim

                                                  “Madenlerde hayatını kaybedenlere ve

tekrar maden tünellerine inen işçilere”

 

Köyde suni bir şekilde, ünlü sosyolog Durkheim’in dediği gibi mekanik olarak büyüdükten sonra bizden büyük ağabeylerimizin dışarıya açılışı, bizim için dışarının gizem dolu bir dünyaya dönüşmesini sağlamıştı. Ben dahil neredeyse bütün yaşıtlarım ancak köy ve kasaba dışındaki deneyimlerini askerlik çağı geldikten sonra yaşayabilirdi. Dışarının gizemi bir kamuflaja bürünse de çekiciliğini çoktan yitirmeye başlamıştı. Yeniden mekanik olmayı tüm kalbimle arzuluyordum. Kasaba bile değil köy evi havlusunun cızırtılı cağı kulaklarıma dolmadığı sürece hep bir memleket özlemi içinde olduğumu hatırlarım.

Askerin eve dönüşü ve evlenmeye başlayan evrilme sürecinde askerlikten damaklarımıza işlenmiş şehirler arası organik tat; evlenme için gerekli, hiç de resmi olmayan dini işlemlerin tamamlanmaya başlamadan beklide son kez veya bir umutla indik metropol kentlere. Herkesin birbiri tanıdığı ama kimsenin beni tanımadığı izlenimini veren bu kalabalık caddelerde saatlerce hatta günlerce yürüdükten sonra camekânlara bakış açım da değişmeye başladığını fark ettim. Önceleri hiç böylesini görmediğim kadınların yüzleri ve bedenlerini seyrediyordum. Sonra sokak sanatçıları ve süslü vitrinler… cebimin boşaldığını görünce de vitrinlerde yazan eleman alımı ilanlarını. İki tür ilan vardı. Biri “bizimle çalışmak ister misiniz” diğeri ise “eleman alınacak” yazılarıydı. Asla kibar yazılmış olanına yönelmedim ki beklentiyi ilanı asarken bile yüksek tutmuşlardı. Bu “kibar patronları” hayal kırıklığına uğratmak istemedim. Ya da adına özgüven eksikliği diyin.

Benim ellerim kazma sallamaya ve kürek tutmaya alışmıştı bir kez. Beyaz bir gömlek ile masadan masaya koşturmanın organik toplum düşümün birer parçası değildi. O gün son kez beyaz renk giymiştim. Hem cızıklayan havlu kapısını da özlemişim. Ya Selma’mın saçlarından bulanan üzerine gülle işlenmiş çitinin kokusu… Şimdi anlarım gurbette özlem ile göğüsleri çatlayan, öfkesinden sazlarının gövdelerini çatratan ozanları. Atladım otobüse, doğru memlekete.

Ne olursa olsun orada ölmem gerektiği bilinci, muavinin ilk çayları dağıtırken çayın üzerine düşürdüğüm memleket düşlerimin içimi ısıttığında anlamıştım. Ertesi günün sabahında kasabadaydım. Ve birkaç saat sonra da köyde olacağım. Köstebek yuvaları üzerinde kurulmuş, elmasın karası ile tecelli bulmuş hem şanslı hem şansız köyüm.

İlkin annemin suni gübre kokan ellerinde giderdim memleket hasretini, şansım yaver giderse de baş başa Selmamın nemli gözlerinde bulacağım kendimi. Sonra kendi memleketimde, köyümde maden ocağında iş için gerekli evrakları dolduracağım. Keşke toprağı işlemek veya hayvan otlatmak için yeterli sermayem olsaydı. Sermayesi olanlarda maden ocaklarındaydı. Yani ilk aşamayı geçsem bile ikinci aşamanın yetmezliği karşısında tekrar yeraltına inecektim. Yersiz yurtsuzluk ve geçim sıkıntısı maden ocaklarından daha tehlikeliydi. Üstelik yeni evliydim. Selma’mın mutfak ihtiyaç listesini karşılamam gerekti. Eve gelirken ellerime yönelttiği gözlerini boş çeviremezdim. Aile reisi olmanın altın kurallarından biriydi bu. Gerekli evrakları toplayıp başvuruyu yaptım. Muhtemelen alacaklardı beni. Zaten amcamın orda çalışıyor olması benim lehimeydi.

İki gün sonra ocaktan aradılar beni. Ertesi gün çalışmaya başlayacaktım. Sabah uyandım. Kelimelere dökülmeden hoşçakal, hakkını helal et denildi, önce annem sonra da Selma’nın gözlerinde giderdim doğacak olan hasretimi. Bu ritüeli her sabah babamın ve amcamın da yaptığını hatırlarım. Babam sizlere ömür, amcam ocakta beni bekliyor olmalıydı.

Benimle beraber iki kişi daha başlayacaktı. Biz acemiler için uzmanlar ne yapmamız gerektiğini anlatılar. Sanırım rutin bir testti. Ama biz ev ödevlerimize daha önce akrabalarımızın anlattıkları sayesinde çalışmıştık. Teori pratikten doğar biliyorum ama böylesi bir yerde teori bilgisinin sizin için çok fazla bir anlamı yoktu. Belki şans gerekliydi ama böylesi bir iş şansa bırakılmayacak kadar tehlikeliydi. Uzmanlarda bunun farkında olmalıydılar ki testi kısa soru ve cevaplarla bitirip, elimize ikinci el bir baret verdikten sonra yer altına postaladılar bizi. Aşağı tırmanan ilk basamağa basmadan önce son kez çeker gibi çektim güneş ışığını kendime. Henüz düşlerim gün ışığı ile aydınken Selma’yı düşündüm sonra annemi ve sürekli damlatan topraktan damımızı. Ağır bir sorumluluk ile ilk adımımı besmele ile attım. Umarım iş duaların devreye gireceği duruma gelmez.

Yenilerle beraber toplamda 25 kişiydik. İlk ve son sayım çok önemliydi. Yarı patron yarı bizden olan adamların bu sayıyı hafızalarına kazımaları gerekliydi. Öyle de yaptılar. Ustaların önderliğinde kömürün çıkarıldığı bölüme yaklaşıyorduk. Sona yaklaştıkça nefes almaya zorlanıyordum. Müthiş heyecan sarmıştı. Yeni başlayan Ahmet’in yüzünden de görülüyordu bu. Amcam hemen önümde yılların verdiği deneyim ile kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Bana güç vermek istercesine arkasına dönüp gözleriyle kolladı beni. Ona kafamı sallayarak iyi ve hazır olduğumu gösterdim. Aslında iyi değildim içime karanlık bir his oturmuştu. Böylesini daha önce hiç deneyimlememiştim. Uzun koridorda yürürken yer ile tavanı destekleyen kirişlere gözüm çarpıyordu sürekli. Biraz daha yürüdükten sonra sağ taraftaki sığınma odasını gördüm. İçimizdeki görevli biz çaylaklara acil bir durumda buraya gelmemiz gerektiğini söyledi. Ancak bu uyarıdan sonra da epey bir yürüdük sonunda çalışacağımız yere gelmiştik ancak sığınma odası epey uzak kalmıştı. Bu biraz sakıncalı bir durum değil miydi? Neyse görevlerimizi ustabaşından öğrendikten sonra yerlerimizi aldık. Benle birlikte iki kişinin görevi çıkarılan kömürü el arabasıyla a noktasından b noktasına taşımak oldu. Sevdim bu işi. Uzun süre devam edebilirim. Bir aksilik çıkmazsa Selma ile çocuk dahi yapmayı düşünebiliriz.

Kirli işleri severim, genelde tehlikelidir ama kafan rahat. Fırça yiyebileceğin kişi en fazla iki kişidir. Garsonlukta öyle mi, patronun sevgilisi dahi basıyordu fırçayı. Burada çalışmanın avantajlarından diğeri müşteri ile ilgilenme diye bir durum yoktu. Ne bizim onlardan ne de onların bizden haberi vardı. Sobanın etrafında ısındıklarında dahi akıllarına gelmez kömürün nerden nasıl kim tarafından çıkarıldığı, hem gelmesin zaten niye bunu düşünsünler ki, memleketteki haber kanalları müsaade eder mi buna?

Görüyor musunuz düşüncelere daldık araba çoktan dolmuş basacak şimdi usta fırçayı. Neyse diğer iki kişi ile arabaları vızır vızır taşıyoruz. Fatih sultan Mehmet köprüsü dahi böyle işlek değil. Bizim köyün berisindeki köyden tanıdığım bir adam var. Mehmet abi. Nasıl da hırsla vuruyor kazmasını kara elmasa. O vurdukça kıvılcımlar alevleniyor. Duvarlar çatlıyor kazmasının izasından ayaklarına dek. Korku dolu gözlerle amcama bakıyorum. Rutin diyor gözleri, korkacak bir şey yok. Zaten o hep gözleriyle anlatıyor. Diline pek yük olmayanlardan biri. Şirketin yıllardır onun 6 çocuğunun rızkını her hafta hatırlatarak her türlü şartı kabul etmesine ve diğerlerine  ettirmesine neden olan biri. Eli kolu bağlı, bağlanmış biri.

Ben Mehmet abinin olduğu bölümdeyim. O kuvvetli kolları ile duvara her vuruşunda anında doldururlar arabayı, ben de daire şeklinde ayaklarım ile çizdiğim bölmede önce arabayı geri çeker sonra soldan çevirip askeri titizlikle uygun geriye döndükten sonra marş komutu ile ileri iterim. Bu hep böyle devam eder. Aklıma Chaplin gelir. Yerin altında, maden ocağında teknolojiye kilometrelerce uzak böyle bir yerde band sistemi disiplini ile çalışacağımızı düşünmezdim. Belki de “ çabuk arkadaşlar her an göçük olabilir, işimizi bitirip çıkalım” fikri bilinç altlarına yerleştiğinden saat ile çalışıldığı unutturulmuştur.

Böylelikle bir gün bitmişti ve Selma açmıştı kapıyı. Muharebeden döner gibi döndüm eve. Muharebeden döner gibi karşıladı beni. Ben banyo yapmak için soyunmaya başladığımda televizyon iki gün önceki maden faciasını anlatıyordu. Muhtemelen o anlatmaya devam edecekti bense yarın işe gidecektim. Üstelik bu gece çocuk yapmak için Selma’yı ikna edecektim.

 

Murat Duran

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder