29 Ocak 2014 Çarşamba

Akın Olgun/ İçimizin arka bahçesi

Aşk için ağlayan ne kadar insan vardır aramızda? Bunca çürümüşlüğün içinde bir sevdaya tutunup hayatı bölüşebilmek için kaç insan yüreğini meydanın ortasına koyup “ben varım” diyerek haykırabiliyordur?

Neresinden tutsanız elinizde kalan ilişkilerle dolu ortalık.

Hiçbir şeyi olduğu gibi çırılçıplak yaşayamayanların çokluğu arasında yitirilen umutlar bir hiç olarak eziliyor ayaklar altında. Yalan edilmiş, talan edilmiş hayatlarla yaşamaya mecbur bırakılmış, iç isyanları günlük telaşelere teslim edilmiş, kırık, dökük insan yığınları arasında dolanıyoruz artık. Farksız, tek tip ve ezberlenmiş cümlelerle yaşayıp, kendimizi “değerliymiş” gibi yaparak ta tıkınıyoruz yaşama.

Önce kendi hikâyelerimizin katilleri oluyoruz. Sonra duygularımızın mahkemesinde birer cinayet sanığı olarak düşüyor omuzlarımız. Ne kadar dik durmaya çalışsak ta ilk yalnızlık vakti üzerimize yıkılıyor bedenimiz. Dışarıya  “Dağ gibi adam”, adamlar görüntüsü, içeride ise üst üste yığılmış duygu enkazları arasına sıkışmış eziklik. Bütün zor anlarda hep kaçmayı, uzaklaşmayı seçen ve her kaçışın ardından bahaneler üreten metalik kelimeler. “Korkaklar” diye bağıran bir “deli” var hep etrafımızda. Acıyarak bakıyoruz yine ona. Oysa gerçeği o deliler söyler önce. Biz ise “ne yapacağı belli olmaz” diyerek kolektif bir korkuyu kulaktan kulağa fısıldayarak yaşarız, yaşadığımızı sanarak.

İçimize bastırdığımız korkuların arasından ıslıkla geçiyoruz.

Keyifli ıslıklar hem de. Ne kadar keyifli çalarsak o kadar bastırıyoruz korkularımızı. Sonra birden tükenmeye başlıyor nefesimiz. Daha derin nefes alıp uzatmaya çalışıyoruz ıslıklarımızı. “Az kaldı” her yerin ışıkla aydınlatıldığı sokağa derken kuruyor boğazımız. Islığın ezgileri tökezliyor, yutkunuyoruz ve hemen arkamızdan bizi takip eden kendi ayak seslerimiz daha fazla yaklaşıyor, nefesini ensemizde hissediyoruz ve uzaklaşmak için koşuyoruz, koşuyoruz. Koştukça göğüs kafemizi zorlayan kalbimizin sesini duyuyoruz. Kulaklarımızda zonkluyor atışları. Hemen bir adım arkamızda kendi ellerimiz ve o elleri hep kıllı, iri ve uzamış tırnaklarıyla hayal ediyoruz. Gerçek ve hayal arasında içimiz bulanık bir med-cezir vesselam.

Ağlayanı kınayan, isyan edeni damgalayan, itiraz edeni bastıran, sorgulayanı azarlayan o zapturapt kişiliklerimizin kaç kurbanı var kim bilir.  Kaç mezar kazdık her öldürdüğümüz duygumuz için? İçimizin arka bahçesinde isimsiz mezarlarla yaşıyoruz ve belki de bu yüzden hepimiz birer korkağız. Belki de yaşayan biz değil, sadece korkularımızdır. Onları yaşatmak için her gün yeni mezarlar kazıyoruzdur.

Belki de o şıkıdım, rengârenk giysilerimiz, öldürüp, derisini yüzdüğümüz gerçek hikâyelerimizden dikilmiştir.

Ve

Bize öldürdüklerimizi hatırlattığı içindir bunca acımasız şiddet dolu oluşumuz.

Duygularını kaçamaksız yaşayanların varlığı biraz olsun su serpiyor içimize. Gerçek olana dokunmamızı sağlıyor. Yüreğini çıkarıp orta yere koyabilenlerin cesareti, bir an yaşadığımızı hissettiriyor.

His varsa umut var demektir.

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder